0
Yorum
4
Beğeni
5,0
Puan
30
Okunma

Türkiye, tek bir hikâye değildir; aynı anda konuşan, susan ve birbirini anlamaya çalışan birçok sesin ortak alanıdır. Bir yerde emek, başka bir yerde bekleyiş, başka bir yerde hafıza olarak ortaya çıkar. Aynı zaman diliminde farklı hayatlar yaşanır; fakat bu farklılıklar çoğu zaman ortak bir kader duygusunda kesişir.
Bir coğrafyada yapılan iş, yalnızca ekonomik bir faaliyet değildir. Aynı zamanda bir kimlik inşasıdır. Deniz kenarında sürdürülen emek ile dağ başında sürdürülen emek arasında yöntem farkı vardır; fakat taşıdığı anlam benzerdir. İnsan, bulunduğu yerle birlikte düşünür, onun ritmiyle konuşur. Bu nedenle mekân, yalnızca arka plan değil; düşüncenin aktif bir bileşenidir.
Toplumsal yapı, bireyi tek bir role sıkıştırmaya eğilimlidir. Oysa insan, bir meslekten, bir şehirden ya da bir aidiyetten ibaret değildir. Farklı bağlamlarda farklı sorumluluklar üstlenir. Aynı kişi, bir yerde anlatıcı, başka bir yerde dinleyici olabilir. Bu geçişkenlik, zayıflık değil; uyum yeteneğinin göstergesidir.
Kültürel çeşitlilik çoğu zaman yüzeysel bir zenginlik olarak ele alınır. Oysa asıl mesele, bu çeşitliliğin gündelik hayata nasıl yansıdığıdır. Bir ezgi, bir iş biçimi ya da bir gelenek, yalnızca folklorik bir unsur değildir; geçmişle kurulan sürekli bir diyalogdur. Bu diyalog kesildiğinde, kültür temsil olmaktan çıkar, dekor haline gelir.
Kimlik meselesi de benzer bir kırılganlığa sahiptir. Kimliğin sabit ve değişmez olduğu varsayımı, toplumsal gerilimleri artırır. İnsanlar, zamanla ve deneyimle dönüşür. Bu dönüşümü kabul etmeyen anlatılar, bireyi ya inkâra ya da aşırı savunmaya iter. Her iki durumda da ortak zemin daralır.
Bu bağlamda mesele, “nereli olduğumuz” ya da “ne yaptığımız” sorularından çok, bu sorulara nasıl cevap verdiğimizdir. Dil, burada belirleyici rol oynar. Dışlayıcı bir dil, en geniş coğrafyayı bile daraltabilir. Kapsayıcı bir dil ise farklılıkları tehdit olmaktan çıkarır.
Toplum, tek bir merkezden okunamaz. Her okuma, eksik kalır. Ancak bu eksiklik, bir kusur değil; düşünmeye devam etme çağrısıdır. İnsan, bu çağrıya kulak verdiğinde, kendisini yalnızca bir yere ait değil, bir sürecin parçası olarak görmeye başlar. Bu bakış açısı, bireysel anlam arayışını toplumsal sorumlulukla buluşturur.
Turgay Kurtuluş
5.0
100% (1)