1
Yorum
4
Beğeni
5,0
Puan
48
Okunma
Her yanım ağrıyor. Yirmi dört saatin iskeleti, peşimde bir korkuluk gibi dolaşıyor. Üstünü örtmediğim acılarım, kışın yarattığı soğukluktan ayrı bir buz kesiyor. İsimsiz bir dönemeçteyim; hikâyenin başrolüyüm ama adım yok.
Hikâyenin tam ortasına, minicik fontlarla yazılmış gibiyim. Soruyorlar: “Kim bu oyuncu?”
Dargınlığını yumuşak G’den alıp bir çırpıda unutan, isimsiz başrol.
Onun adını görüyorum. Klavyem o adı benden bağımsız o kadar çok yazmış ki… Unuttuğumu sandığım anda, harfler etime batıyor. Klavyenin tuşları, bu köhne ve yalnız deriyi yüzerken eksilmeye başlıyor. Harfler artık yirmi dokuzdan çok, aşktan az değil. Bunu biliyorum.
Ferritin eksikliği diyorlar. Bağımlı bir aşkın demir kaybını, kansızlığın can bulmuş hâliyle “hastalık” diye adlandırıyorlar. Oysa ben hasta değilim. Yaralıyım.
Yaralı bir âşığım.
Üstüm başım, yalnızlığımın VIP kimsesizliğiyle dolu. Susuşum pespaye. Beşinci günündeyim. Tüm gün uyuyup az yaşadığım bir gün daha bitiyor.
Kokinasını toplayan kadınlara yoklama yaptıklarında, adımın geçmemesini gülerek karşılıyorlar. Ben, kayıp adamlara şiir yazarken, hiç sevilememiş olan kadınım.
Yaralı yazılarımın kokinası burnumdan soluyor. Okunmazken, sevilmemeye eş tutulmuş bir unutuluşla torpilliyim.
İsmim sonunda bulunuyor:
Can sokağında sivrilen, sevilmemeyi çok iyi öğrenmiş ama çok sevmiş bir kadınım ben.
İçimde, küçük bir kız çocuğunun başını okşayan dünler var. Bir de kıyısında durduğum bir deniz: karayla bir türlü helalleşememiş.
Artık sorgulamıyorum.
Sevilememeyi.
Dilara AKSOY
5.0
100% (2)