Çirkin ve zarafetten yoksun bazı kadınlar, gerektiği gibi övmesini bildiklerinden, ömür boyunca sevilmişlerdir. andre mauroıs
Çağdaş Durmaz
Çağdaş Durmaz

Soğuk Oda

Yorum

Soğuk Oda

( 3 kişi )

2

Yorum

5

Beğeni

5,0

Puan

64

Okunma

Soğuk Oda

Soğuk Oda



Oda, sessizliğin ağırlığı altında eziliyordu. Tek bir kaynaktan sızan solgun ışık, masanın üzerindeki buharlı kahve fincanına vurup soğuyan buharda kayboluyordu. Pencerenin dışında, şehrin ışıkları uzak yıldızlar gibi titriyor; bir yaşam sürüp gidiyordu. Ama burada, bu dört duvar arasında, zaman donmuştu. Ve şair, varoluşun kıyısında, Hamlet’in o ölümsüz sorusunu kendi kalbinin kırık aynasında seyrediyordu: Olmak ya da olmamak… Bütün mesele bu mu?

Elleri, açık duran defterin boş sayfalarında gezindi. Kurşun kalem, bir türlü kağıda dokunmuyordu. Zihni, fırtınalı bir deniz gibiydi. Dalgalar, kıyıya vurdukça yeni sorular getiriyordu:
Düşünmek… Var olmaya yeter mi?

Düşünüyordu işte. Acıyı, yalnızlığı, geçmişin gölgelerini, geleceğin belirsizliğini… Her şeyi düşünüyordu. Peki bu düşünceler, onu gerçekten var kılıyor muydu? Pencerenin altından geçen kedi, düşünmeden yaşıyordu. Kuşlar, gökyüzünü hissetmek için felsefe yapmıyordu. Onca canlı, saf bir varoluşla, düşünmeden oluyordu. Peki onlar, düşünemedikleri için yok muydu? Hayır. Belki de daha çoktular. Çünkü onların varlığı, sorgulamalarla gölgelenmiyor, iç çatışmalarla parçalanmıyordu. Hissetmek yetiyordu onlara. Hissederek oluyorlardı...

Sonra, zihninde bir yüz belirdi. Gözlerinin rengi, gülüşünün eğimi, sesinin tınısı… Kalbi, göğüs kafesinde hızlı ve güçlü bir vuruş yaptı. İşte bu! Hissetmek… Sevmek… Sevilmek… Sevildiğini bilmek…
Bu duygular, düşüncenin soğuk ve karmaşık labirentlerinden çok daha güçlü bir kanıt değil miydi varlığa dair? Bir anı düşündü: Sevdiği kişi, ona hiçbir söz söylemeden, sadece bakmıştı. O bakışta, evrenin bütün sırları, bütün derinliği saklıydı. O anda, düşünmek diye bir şey yoktu. Sadece hissetmek vardı. Kalbinin sesini dinlemek… Ve o an, tüm varoluşunun en saf, en yoğun, en gerçek halini yaşamıştı. Ömrünü adamak sevdiğine… Düşünmeden, hesaplamadan, sorgulamadan… Bu, olmamak mıydı? Hayır! Belki de tam da olmak buydu. Düşüncenin ötesine geçip, varlığını saf bir duyguya, bir başka insana adayabilmek… Bu, düşünerek ulaşılamayacak bir varoluş katmanıydı.

Peki ya kendisi?
Düşünen, hisseden, kırılan, arayan…
Kalbindeki yangın mıydı onu var eden? O sevgi ateşi ki, içini yakıp kavururken, aynı anda ona hayat veriyordu. Yoksa zihninin karanlık dehlizlerinde kaybettiği izler mi? O bitmek bilmez sorgular, şüpheler, korkular… Bunlar mı onu yok eden? İki uçurumun arasında sallanıyordu. Kalbinin coşkun ateşi ile zihninin dondurucu karanlığı. Hangisi daha gerçekti? Hangisi onu insan yapıyordu?

Bir an, gözlerini kapattı. Sevdiği kişinin nefesini yüzünde hissettiğini hayal etti. Hafif, sıcak, hayat dolu… O nefes kadar gerçek ne vardı? Bir bakışın derinliğinde kaybolmak… O bakışta, bütün evreni görmek… İşte o anlarda, bütün sorular buharlaşıyor, bütün karanlıklar dağılıyordu. Sadece olmak kalıyordu. Saf, katıksız, sorgusuz sualsiz bir varoluş.
Olmak ya da olmamak…

Mesele, bu ikilemin içinde debelenmek değildi artık. Mesele, sevdiğinde var olmaktı. Bir nefes kadar somut, bir bakış kadar sonsuz… Sevginin içinde eriyip, onunla nefes alıp verdiğin o anlar… O anlar, zamanın dışına çıkılan, ölümsüzlüğe dokunulan anlardı.

Ama sonra, bir gölge düştü yüreğine. Keşke…
Keşke benim kadar sevebilse…
Bu düşünce, bir bıçak gibi saplandı içine. Onun sevgisi, bir okyanus gibi derin ve coşkuluydu. Dalgaları, kıyıları dövercesine vuruyordu kalbine. Peki ya karşı kıyı? Orada, sevdiği kişinin yüreğinde, sakin bir göl mü vardı? Dalgalanmalar, onun kadar güçlü müydü? Sevildiğini hissetmek… Bu, en büyük ihtiyaçtı. En temel varoluş gıdası. Bir bakışta, bir dokunuşta, bir sözün arasına sıkışmış bir sıcaklıkta bu hissi yakalayabildiğinde, dünya anlam kazanıyordu. Ama o his kaybolduğunda, belirsizleştiğinde , varoluşunun zemini sarsılıyor, kendini bir hiç gibi hissediyordu. Sevdiği kişi, onun bu muazzam sevgisinin farkında mıydı? Onun yaktığı bu iç yangınını, bu var edici alevi, görebiliyor muydu? Yoksa, sadece dumanını mı soluyordu, farkında olmadan?

Soğuk kahvesinden bir yudum aldı. Acı ve soğuk. Tıpkı içindeki şüphe gibi. Masaya, boş defter sayfasına baktı. Kalemi nihayet kavradı. Titreyen eliyle, kağıdın ortasına, büyük harflerle yazdı:

SEVİYORUM..

ÖYLEYSE VARIM !


Sonra, altına daha küçük, daha narin harflerle ekledi:

Sevdiğim an,
Olduğum andır…

Yazdıklarına baktı. Descartes’ın soğuk aklının ürünü “Düşünüyorum, öyleyse varım”ı reddediyordu. Onun manifestosu, yüreğinin ateşiyle yazılmıştı: Seviyorum, öyleyse varım. Sevgi, düşünceden daha temel, daha güçlü bir varoluş kanıtıydı. Ama yazdığı o ikinci dize, asıl vurucu olanıydı: Sevdiğim an, Olduğum andır…


Bu, sürekli bir varoluş hali değildi. Bir anlık aydınlanmaydı. Sevginin kalbinde attığı, onunla nefes aldığı, varlığını tamamen hissettiği o kırılgan, kıymetli anlarda gerçekten oluyordu. Diğer zamanlarda? Belki sadece bir gölgeydi. Bir sorgu yumağı. Bir bekleyiş...

Pencereden dışarı baktı. Uzak bir sokak lambasının altında, iki sevgili birbirine sarılmıştı. Görünmez bir ısı yayıyor gibiydiler. İşte orada, o sarılmanın içinde, iki insan bir oluyordu. Düşünmüyor, sadece hissediyor ve var oluyorlardı. İç geçirdi. Keşke… Keşke sevdiği kişi de, onun yüreğindeki bu devasa, bu var edici sevgiyi hissedebilseydi. Onu, bu soğuk odada, boş defter sayfaları ve bitmeyen sorgularla baş başa bırakmak yerine…

Kahve iyice soğumuştu. Artık içilemezdi. Ama şair, fincanı avuçlarının arasına aldı. Soğuk porselen, tenine değdi. Bu soğukluk bile, bir histi. Bir duyumdu. Ve hissettiği için, orada olduğunu biliyordu. Sevgi kadar güçlü olmasa da… Gözlerini kapattı. Sevdiği kişinin yüzünü zihninde canlandırdı. Bir gülümseme hayal etti, sadece ona ait. O an, göğsünün derinliklerinde sıcak bir dalga hissetti. Bir anlığına… Çok kısa bir anlığına…
Var oldu...

Ama sonra, o sıcak dalga çekildi. Yerini, her zamanki soğuk boşluk aldı. Defteri kapattı. Kalemi masanın üzerine bıraktı. Olmak ya da olmamak…
Mesele, sevdiğinde var olduğunu bilebilmekti.
Ve asıl mesele, sevdiğin kişinin, o anki varlığını görememesiydi.

Oda, sessizliği ve soğuğuyla onu yutarken, tek bir gerçek kaldı geriye:
Sevdiği her an, var olmuştu...
Ve sevilmeyi beklediği her an, yok olmanın eşiğine geliyordu.
Bir gün bir gölge gibi kaybolup gidecekti bu dünyadan.
Geriye sadece şiirler ve bu soğuk oda kalacaktı...


Çağdaş DURMAZ



Paylaş:
5 Beğeni
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 

Topluluk Puanları (3)

5.0

100% (3)

Soğuk oda Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Soğuk oda yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
Soğuk Oda yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Etkili Yorum
elif.kurt
elif.kurt, @elif-kurt
18.12.2025 23:35:24
5 puan verdi
Sözde çok güzel şairim, soğuk odayı ışıtmış yüreğin ve kalemin, kahveye ayrı bir tat katmış, sevgi ile bakan yğreğine çokça sevgimle , tebrik ederim .
Etkili Yorum
Tamer Umut
Tamer Umut, @ervh-ifirkat
18.12.2025 22:16:31
5 puan verdi
ilk olarak şiirinizi okumuştum, yeni fark ettim yazıyı, el ele tutuşup tamamlamışlar birbirlerini. çok daha derinlemesine ele almışsınız konuyu. bir resme yapılan son dokunuşlar gibi, daha görünür olsun, daha çok bilinip anlaşılsın der gibi. çünkü konu önemli, konu bütün kâinatın üzerinde fikir birliği içinde olduğu “sevgi”.

genel olarak şiir daha görünür planda oluyor sitede, yazılar biraz üvey evlat muamelesi görüyor galiba veya ben öyle hissediyorum. ulaşıp dokunduğu her yürekte sağlam iz bırakacak bir yazıydı, elinize, yüreğinize sağlık. tebrik ediyorum üstat, saygılarımla
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL