0
Yorum
5
Beğeni
0,0
Puan
38
Okunma

Geçmiş zamanlarda ülkenin birinde yaşayan bir kralın hükmü ülkelere, dağlara ve denizlere kadar yayılmıştı, amma ve lakin bütün bu ihtişamın ardında hiç kimsenin bilmediği bir darlık ve çaresizlik vardı. Kalbi, çorak bir toprak gibi adeta kupkuruydu. Kendi yaşadığı sarayındaki her mermer sütun, her altın varaklı kapı, her gösterişli tören ona bir bir anlık sevinç verir, fakat ondan sonrasında ise içini boş bir oyuk gibi sızlatan o tanıdık sessizlik geri döner gelip otururdu düşüncelerin baş köşesine.
Aradan uzun zamanlar geçer kral bakar genel olarak hayatında değişen bir şey yok, sonra aklına gelir vaktiyle adını duyduğu huzurunda huzur taşıyan bir derviş yeniden akılına gelir ve hemen onu sarayına getirmelerini emreder, sıradan bir dervişin yine sıradan ve basit adımlarla yürürken süslenmiş bir saraya doğru yaklaşması, saray halkını bayağı bir şaşırtmıştı. Fakat kral, dervişin yüzüne baktığında öyle bir sükunet gördü ki, içindeki o daralmayı ilk kez açıkça hissetmişti.
Ey derviş, dedi, Benim saltanatım oldukça geniştir, fakat gel görelim ki kalbim çok dardır. Bana huzuru öğret der.
Derviş hafifçe tebessüm etti, o tebessüm, tüm sarayı bir anlığına sessizliğe gömen bir ışık gibiydi sanki.
“Huzur,” dedi, “çamurun içinde büyüyen bir çiçektir, toprakla yüzleşmeden açmaz.”
Kral anlayamadı, yıllarca hükümdarlık etmişti, oysa tahminlerin ötesinde bir varlığa sahipti binlerce toprakları malı mülkü sarayları vardı.
“Kral soru benim toprağım nerede?” diye sordu merakla.
Derviş bu kez hafifçe gülümsedi, ama bu gülüşte alay değil, anlayış vardı.
“Kendi nefsinin altındadır, kazarsan bulursun.”
Bu söz, kralın içine bir ateş gibi düştü. O günden sonra her sabah sarayının en sessiz köşesine gider, ihtişamı ardında bırakır, yalnızca kalbini dinlerdi. İlk günler sükuneti değil, hep gürültüleri duydu. Hırs, öfke, aç gözlülük, korku, kaygı ve bencillik… Sanki yıllardır yaşanan ama bastırılmış her şey karanlık bir kuyudan artık yavaş yavaş yüzeye çıkıyordu.
Ama günler geçtikçe kazılan o toprak açılmaya başladı ve o toprağın içinde unuttuğu bir ışığı, çocukluğundan kalma bir saflığı insanlığı gördü, hükmetmekten çok anlamak isteyen bir yanının olduğunu fark etti.
Bir kaç ay sonra dervişe haber saldı ve onu yeniden huzuruna çağırdı.
Ama sesi bu kez daha yumuşaktı.
Toprağı buldum ve o çiçeği de gördüm ve devam etti sanki saltanatım değilde kalbim genişledi dedi ve dervişe döndü yüzünü. O an derviş başını eğdi şöyle dedi,
“İnsana hükmeden, kendi içindekine hükmedebildiği kadar hükümdardır.”
Kral o gün anladı ki gerçek saltanat tahtta değil, ancak sükuneti taşıyabilen bir yürekte saklıdır.
Zamanın bütün krallarına duyurulur her makamı kendine göre krallık görenlere kraldan fazla kralcı olanlara, Allah’ın verdiği akılla değilde İnsanın layık gördüğüyle böbürlenip ahkam kesilenlere önemle duyurulur.
“Kendi içindeki nefsine hükmedebildiğin kadar onu hükümdarsın."
*
Mehmet Demir
151123