0
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
32
Okunma
İstanbul’un üzerine çöken sis, sadece Boğaz’ı değil,
Galata’nın günahlarını da örtüyordu.
1800’lerin sonuydu.
Sokaklar çamur, ruhlar ise daha da ağır bir balçık içindeydi.
Yusuf, sırtında küfesiyle değil, geçmişinin kamburuyla yürüyordu.
On yıl boyunca kürek mahkûmu olarak
Akka kalesinde taş kırmış, şimdi ise hürriyetin
o soğuk ve yabancı yüzüyle karşılaşmıştı.
Cebinde sadece sararmış bir tahliye kağıdı vardı
toplumun gözünde bu kağıt, bir lütuf değil, bir ebedi lanetti.
Karanlıkta Bir Işık
Açlıktan bitap düşmüş halde,
Süleymaniye’nin kuytu bir köşesindeki viraneye sığındı.
Orada, ömrünü tespih taneleri ve dualarla geçiren yaşlı bir hattat yaşıyordu.
Hattat, Yusuf’un elindeki mahkûm damgasına bakmadı.
Ona bir tas çorba ve yumuşak bir döşek sundu.
"Evlat," dedi ihtiyar,
"Güneş, saraydaki mermeri de, çöplükteki kırık camı da aynı hararetle ısıtır.
Allah’ın merhameti de böyledir."
Gece yarısı Yusuf uyandı.
Gözü, hattatın masasının üzerindeki gümüş hokkaya takıldı.
Bir anlık cinnet, on yıllık açlığın feryadına karıştı.
Gümüşü çaldı ve karanlığın içine sindi.
Kaderin Dönüşü
Ertesi sabah zaptiyeler Yusuf’u yaka paça yakaladıklarında,
onu doğruca hattatın huzuruna çıkardılar.
Yusuf titriyordu; yeniden zindan, yeniden pranga...
Ancak ihtiyar hattat gülümsedi.
"Ah, dostum!" dedi zaptiyelere.
"Ben o gümüş hokkayı ona hediye etmiştim.
Hatta yanında şu iki şamdanı da almasını söylemiştim ama unutmuş."
Zaptiyeler şaşkınlıkla geri çekildi.
Yusuf donup kalmıştı.
Dünya durmuştu. İhtiyar,
Yusuf’un kulağına eğilerek fısıldadı:
"Yusuf, bu gümüşlerle senin karanlık geçmişini satın aldım.
Artık nefsinin değil, vicdanının kölesisin.
Git ve iyi bir adam ol."
Yusuf dışarı çıktığında sis dağılmıştı.
Gökyüzü, sanki ilk kez bu kadar maviydi.
O gümüşler cebinde bir servet değil, bir vasiyet gibi duruyordu.
İnsan bazen zincirlerinden kurtulmak-
için bir anahtara değil, bir affedişe ihtiyaç duyardı.
.
Mustafa yaman
15 kasım 2025