Biz ancak bize hayran olanları can ve yürekten överiz. la rochefaucauld
Dünya Yükünün Hamalı
Dünya Yükünün Hamalı

Sûretten Sîrete, Bireyden Topluma: Atatürk'ün İnşa Ettiği İnsan Merkezli Rızalık Medeniyeti Projesinin Felsefi, Psikolojik ve Sosyolojik Bir Analizi

Yorum

Sûretten Sîrete, Bireyden Topluma: Atatürk'ün İnşa Ettiği İnsan Merkezli Rızalık Medeniyeti Projesinin Felsefi, Psikolojik ve Sosyolojik Bir Analizi

( 3 kişi )

10

Yorum

13

Beğeni

5,0

Puan

364

Okunma

Okuduğunuz yazı 16.12.2025 tarihinde günün yazısı olarak seçilmiştir.

Sûretten Sîrete, Bireyden Topluma: Atatürk'ün İnşa Ettiği İnsan Merkezli Rızalık Medeniyeti Projesinin Felsefi, Psikolojik ve Sosyolojik Bir Analizi

Bir Metafor Olarak Köpek: İnsan Olmanın ve Rızalık Yolunun Anlamı

İnsanı yücelten, onu diğer varlıklardan ayıran temel özellikler nelerdir? Haktan ve hakikatten yana baş kaldıran, döktüğünü dolduran, ağlattığını güldüren, yıktığını yapan; bu yolda incinmeyen, incitmeyen, doğru söyleyen kişi, gerçek anlamda insan olma yoluna girmiş demektir. İşte bu yola RIZALIK YOLU denir.

Bu derin hakikati anlamak için verilen köpek metaforu üzerine düşünelim: Bir köpek kümese girer ve tavukları yer. Köpek bir hayvandır ve bu eyleminin iyi ya da kötü olduğunu bilemez. Onun için bu, sadece içgüdüsel bir doyumdur. Aynı şekilde, bazı insanlar da sûrette insan olabilir, yani insan suretindedir. Ancak yaptığı bir eylemin iyi mi kötü mü olduğunun bilincinde değilse, onun sîreti, yani özü itibarıyla hâlâ hayvani düzeydedir.

İnsan olma yolculuğu, kişinin yaptığı eylemin ahlaki sonuçlarının bilincine varmasıyla başlar. İşte o zaman sûrette olduğu gibi sîrette de insan olma yoluna girer. Fakat bu, kemale ermek için tek başına yeterli değildir. Asıl erdem, farkına varılan hatayı telafi etmekte ve o hatadan dönmekte yatar. Metaforumuzdaki kişi, yediği tavukların parasını, zarar verdiği sahibine öder ve onun rızalığını alırsa, artık sûrette insan, sîrette insan-ı kâmil olma mertebesine yükselir. Çünkü bu, sorumluluk bilincinin en somut ifadesidir.

Bu yolun özü, kişinin tüm sıkıntıları kendinden bilmesidir. "Ayağıma taş dolansa, kendimden bilirim." sözü bu derin hakikati ifade eder. Nasıl ki el, gövdenin kaşındığı yeri bilirse, can da kendi derdinin dermanını içinde taşır. Bu yolun yolcuları ikiye ayrılır: Ârifler ve kâmiller, daima özünü yoklar, kusurunu arar; cahiller ise daima kendini aklar. İnsan-ı kâmil, sürekli özünü yoklayarak eksiğini ve kusurunu bulur. Maddi veya manevi olarak zarar verdiği her mazlumun zararını, ziyanını tazmin eder ve nihayetinde rızalık yoluna girer. İşte esas olan da budur.

Peki, bu bireysel erdemler toplumsal düzeye nasıl taşınır? İşte bu noktada, Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923-1938 yılları arasında tesis ettiği laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti modeli, bu felsefenin bir yansıması olarak karşımıza çıkar. Atatürk, akla, mantığa, bilime ve fenne yakın olanı; sevgi, merhamet, vicdan ve ahlak sahibi olanı; hak, hukuk, adalet ve rızalık yolunda olanı; alın teri dökerek, emek harcayarak, değer üreterek helal kazanç elde edeni, kısacası gerçek anlamıyla İNSAN olanı merkeze aldı.

Onun kurduğu sistem, kula kul olmayan, özgür iradeli bireyler yetiştirmeyi hedefledi. İnsan hakları, yurttaşlık hakları, demokratik haklar ve özgürlükler gibi siyasi haklar ile bireyi güçlendirdi. Bu, metaforumuzdaki gibi, toplumu oluşturan bireyleri, eylemlerinin sonuçlarının bilincinde olan, haksızlık yaptığında telafi etme erdemini gösterebilen, birbirinin rızasını arayan kâmil insanlar haline getirme projesiydi. Atatürk’ün hedefi, insanın içindeki yaratıcı, özgür ve sorumlu cevheri ortaya çıkarmak ve "kümes"in dar kalıplarını kırarak, aklın ve vicdanın aydınlattığı uygarlık yolunda ilerleyen bir toplum inşa etmekti.

Sonuç olarak, bu metafor bize yalnızca bireysel bir ahlak dersi vermez; aynı zamanda nasıl daha adil, daha hakkaniyetli ve daha insani bir toplum olunacağının da ipuçlarını sunar. Yolumuz, önce kendi özümüzü yoklamak, sonra da verdiğimiz zararları telafi ederek kolektif bir rıza ile toplumsal huzuru inşa etmek olmalıdır. Gerçek kemalet ve gerçek insanlık, işte bu zorlu ama onurlu yolda gizlidir.

Öz: Bu makale, insan olma halini "rızalık" kavramı merkezinde açıklayan bir metafor üzerinden yola çıkarak, Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923-1938 yılları arasında tesis ettiği devlet ve toplum modelini felsefi, psikolojik ve sosyolojik bir perspektifle analiz etmeyi amaçlamaktadır. Çalışma, köpek metaforunda somutlaşan "sûret" (form) ve "sîret" (öz) ayrımından hareketle, bireyin sorumluluk bilinciyle "insan-ı kâmil" mertebesine yükselme sürecini inceler. Ardından, bu bireysel etiğin, Atatürk’ün laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti anlayışıyla nasıl toplumsal bir projeye dönüştürüldüğü sorusunu sorar. Makale, Atatürk’ün projesinin, Batı Aydınlanması’nın akılcılığı ile Doğu’nun manevi ve ahlaki irfan geleneğini sentezleyerek, "rıza"yı sadece bireyler arası bir ilke olmaktan çıkarıp, vatandaş ile devlet, birey ile toplum arasındaki ilişkinin de temeline yerleştirmeyi hedefleyen, insan merkezli bir medeniyet tasavvuru olduğu tezini savunur. Bu tez, antitez olarak öne sürülebilecek otoriter modernleşme eleştirileri de dikkate alınarak, psikolojik bilginin kaynağı, toplumsal sözleşme ve ahlakın inşası gibi temel felsefi sorular ışığında tartışmaya açılacaktır.

Anahtar Kelimeler: Atatürk, Rızalık, İnsan-ı Kâmil, Sûret-Sîret, Medeniyet, Ahlak Felsefesi, Sosyal Psikoloji, Toplum Sözleşmesi, Türk Modernleşmesi.

Giriş: Bir Metaforun Anatomisi ve Devletin Felsefesi

Felsefenin kadim sorularından biri, "İnsan nedir?" sorusudur. Bu soruya verilen cevaplar, sadece bireysel bir etik değil, aynı zamanda nasıl bir toplum ve devlet düzeni kurulacağının da temelini oluşturur. Metinde sunulan "köpek metaforu", bu kadim soruyu "rızalık" merkezli bir etik anlayışla yeniden yorumlar. Buna göre, insanı insan yapan, salt akıl sahibi olması (sûret) değil, eylemlerinin ahlaki sonuçlarının bilincinde olması (sorumluluk), hata yaptığında bunu telafi etme erdemi (tazmin) ve nihayetinde muhatabının gönlünü alma çabasıdır (rızalık). İşte bu süreç, bireyi "sîret" itibarıyla olgunlaştırarak "insan-ı kâmil" mertebesine ulaştıran yoldur.

Bu makale, bu derin bireysel felsefenin, Mustafa Kemal Atatürk tarafından nasıl kolektif bir toplum mühendisliği projesine dönüştürüldüğünü irdelemeyi amaçlar. Atatürk’ün devlet modeli, yalnızca siyasi ve ekonomik bir yapılanma değil, aynı zamanda metaforik anlamda "kümese zarar verip sonra telafi eden" bireylerden oluşan bir "kâmil toplum" inşa etme çabasıdır. Bu çabayı anlamak için, onun felsefi arka planını, yani insan doğası, bilginin kaynağı ve toplumun temeli hakkındaki görüşleri psikolojik ve sosyolojik bağlamda sorgulamak gerekecektir.

1. Felsefi Öncüller Işığında İnsan Doğası ve Bilginin Kaynağı Sorunu

Metinde bahsi geçen felsefi öncüller, Atatürk’ün "insan" tasavvurunu anlamak için kritik bir zemin sunar.

Rasyonalizm (Platon) ve Empirisizm (Locke) Karşısında Atatürk: Atatürk’ün pozitivizm ve bilime olan derin bağlılığı, onu ilk bakışta John Locke’un tabula rasa (boş levha) anlayışına ve empirizme yaklaştırır. Ona göre, insan doğuştan geri kalmış, bağnaz veya köle değildir; aksine, eğitim ve bilgiyle (deneyimle) donatıldığında aklını kullanabilen, özgürleşebilen bir varlıktır. "Hayatta en hakiki mürşit ilimdir" sözü, bilginin deneyim, gözlem ve akıl yoluyla elde edildiği empirist ve rasyonalist çizgiyi birleştirir. Ancak, Atatürk’ün hedefi sadece bilgiyle donanmış bireyler yetiştirmek değildir. Onun asıl vurgusu, Kant’ın kategorilerinde olduğu gibi, aklı ahlaki bir rehber olarak kullanabilmektir. Yani, "Ne yaparsam doğru olur?" (aklın teknik kullanımı) sorusundan ziyade, "Ne yapmalıyım ki hakkaniyetli ve insani olsun?" (aklın pratik/ahlaki kullanımı) sorusuna cevap verebilen bireyler yetiştirmektir. İşte bu noktada, metaforun "eyleminin sonucunun bilincinde olma" vurgusuyla tam bir uyum içindedir.

Dualizm (Descartes) ve Bütünlük (Aristoteles): Atatürk’ün insan anlayışı, Descartes’ın katı zihin-beden dualizmine değil, daha çok Aristoteles’in "psyche" ve bedenin bir bütün olduğu fikrine yakındır. Sağlam bir kafanın, sağlam bir vücutta bulunacağına dair sözü, bu bütünlüğün veciz ifadesidir. Bu, onun projesinin yalnızca entelektüel bir aydınlanma değil, aynı zamanda bedensel, sosyal ve ekonomik olarak da güçlü bir "yurttaş" yaratmayı hedeflediğini gösterir. Mazlumun zararını tazmin edebilmek için gerekli olan maddi imkan ve fiziksel özgürlük, bu bütüncül anlayışın olmazsa olmazıdır.

2. Psikolojik Bir Süreç Olarak Rızalık Yolu: Vicdanın Sosyalleşmesi

Metafor, insan olma yolculuğunu derin bir psikolojik süreç olarak tasvir eder. Bu süreç, bireyin içselleştirdiği bir "üst benlik" (superego) inşasıyla paralellik gösterir.

İçgüdüden Sorumluluğa: Köpeğin içgüdüsel davranışı, Freudyen terminolojideki "id"i temsil eder. İnsanın bu içgüdüsel düzeyden, eyleminin sonuçlarını sorguladığı "ego" düzeyine ve nihayetinde "Bu doğru mu?" sorusunu soran ahlaki "süperego" düzeyine yükselmesi, onun psikolojik olgunlaşma sürecidir. Atatürk’ün devrimlerinin ve eğitim politikalarının özünde, toplumu oluşturan bireyleri bu psikolojik olgunluğa eriştirme hedefi yatar. Vatandaşlık bilinci, hukuka saygı, başkasının hakkına riayet, bu "süperego"nun toplumsal tezahürleridir.

Bilişsel Dissonans ve Telafi: Psikolojide "bilişsel çelişki" (cognitive dissonance) olarak bilinen olgu, kişinin inançlarıyla davranışları çeliştiğinde ortaya çıkan rahatsızlık hissidir. Metafor, bu rahatsızlığın en asil çözüm yolunu gösterir: Telafi ve rıza arayışı. Cahilin kendini aklaması, çelişkiyi yok sayarak rahatsızlığı bastırmasıdır. Ârif ve kâmil insan ise, çelişkiyi kabul edip onu ortadan kaldıracak olumlu bir eyleme (tazminata) yönelir. Atatürk’ün hukuk devleti anlayışı, bu bireysel telafi mekanizmasını toplumsal düzeye taşır. Mahkemeler, yasalar, idari mekanizmalar, toplum içinde oluşan "zararları" tespit edip telafi etmek ve kolektif "rıza"yı (toplumsal barışı) tesis etmek için var olan kurumlardır.

3. Sosyolojik Bir Proje Olarak Rızalık Toplumu: Küllerinden Doğan Bir Medeniyet Tasavvuru

Atatürk’ün projesi, bireysel psikolojiden beslenen ancak onu aşan sosyolojik bir boyuta sahiptir. Bu, imparatorluğun enkazı ve işgal altındaki bir toprak parçasından, "rızalık" üzerine tesis edilmiş yeni bir toplum yaratma çabasıdır.

Kümesin Yeniden İnşası: Toplumsal Sözleşme: Metafordaki "kümes", toplumun ta kendisidir. Köpek (bilinçsiz birey) kümese zarar vermiştir. Atatürk’ün önündeki devasa görev, bu zarar görmüş, parçalanmış, yoksul düşmüş toplumu (kümese) yeniden inşa etmekti. Ancak bu inşa, sadece fiziksel değil, aynı zamanda manevi bir inşaydı. Rousseau’nun "toplum sözleşmesi"ne benzer şekilde, yeni bir ortak irade (millî irade) oluşturmak, bu iradenin meşruiyet kaynağını tanımlamak (egemenlik kayıtsız şartsız milletindir) ve bu sözleşmeye dayalı yeni bir hukuk düzeni kurmaktı. Bu yeni düzende, bireyler birbirlerine ve devlete, devlet de bireylere karşı sorumluluk sahibi olacak; karşılıklı "rıza"nın temeli, bu hukuki ve sosyal güvence olacaktı.

Laiklik ve Rızanın Ön Koşulu: Laiklik ilkesi, bu "rıza" toplumunun olmazsa olmaz ön koşuludur. Dini otoriteye dayalı bir toplumda, "rıza"nın kaynağı ilahi irade olarak yorumlanır ve bireysel irade baskı altına alınabilir. Oysa laik bir hukuk devletinde, rızanın kaynağı bireyin özgür iradesidir. Birey, inancı, etnik kökeni, cinsiyeti ne olursa olsun, hukuk önünde eşit bir özne olarak tanımlandığında, diğer bireylerle ve devletle olan ilişkisini "özgür irade" ve "rıza" temelinde kurabilir. Atatürk’ün laikliği, dinsizlik değil, toplumsal ilişkileri ve siyaseti dinden arındırarak, bireyin inanç özgürlüğünü garanti altına almak ve insanlar arasındaki rıza sürecinin önündeki dogmatik engelleri kaldırmak amacını taşır.

Sosyal Devlet ve Kolektif Tazminat: Metaforun merkezindeki "tazmin" ederek rıza alma eylemi, Atatürk’ün "sosyal devlet" anlayışının da özünü oluşturur. Tarihsel süreçte ezilmiş, yoksul bırakılmış, hakkı yenmiş geniş halk kitleleri (mazlumlar), metaforik anlamda "kümese zarar verilmiş" kesimlerdir. Toprak reformu çabaları, kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesi, üniversite reformu, halkevleri, ekonomide devletçilik politikaları, bu tarihsel "zararı" telafi etmeye (tazmin etmeye) ve bu kesimlerin yeni devlete ve toplumsal düzene "rıza" göstermesini sağlamaya yönelik hamlelerdir. Bu, kolektif bir tazminat ve rıza arayışı projesidir.

4. Eleştirel Bir Bakış: Tez ve Antitez

Hiçbir tarihsel proje kusursuz değildir. Atatürk’ün "insan merkezli rızalık medeniyeti" projesi de eleştirilere açıktır.

Tez: Atatürk’ün projesi, aklı ve vicdanı merkeze alan, bireyi kul olmaktan çıkarıp özgür ve sorumlu bir yurttaş haline getirmeyi, böylece hem bireysel hem de toplumsal düzeyde "rızalık" ilişkisini tesis etmeyi amaçlayan ütopik bir modernleşme projesidir.

Antitez (Eleştiriler):

Jakobenizm ve "Yukarıdan Aşağıya" Dayatma: Eleştirmenler, bu projenin çoğu zaman "yukarıdan aşağıya", seçkin bir kadro tarafından topluma dayatıldığını, halkın "rıza"sının çoğu zaman sonradan ve zımni olduğunu iddia eder. Bu durum, "rıza"nın özünde bulunması gereken gönüllülük ve özgür iradeyle çelişebilir.

Kültürel Kopuş: Projenin Batıcı karakteri, geleneksel toplum yapısında ve değerlerinde bir kopuşa yol açmış, bu da toplumun bir kesiminde bir "rızasızlık" ve aidiyet krizi yaratmış olabilir.

Pratikteki Aksaklıklar: Hukuk devleti, laiklik ve demokrasi ilkeleri, pratikte zaman zaman kesintilere uğramış, otoriter uygulamalarla sınanmıştır. Bu, teorideki "rıza" arayışı ile pratikteki uygulamalar arasında bir uçurum olduğu eleştirisine yol açar.

Sonuç ve Sentez: Tamamlanmamış Bir Proje ve Süregiden Bir Yolculuk

Mustafa Kemal Atatürk’ün inşa etmeye çalıştığı sistem, metindeki metaforun bireysel düzeyde tarif ettiği "rızalık yolunu", bir ulus-devlet ve modern toplum inşa etme projesine cesur bir şekilde taşımıştır. Bu, hem felsefi derinliği olan hem de pratik sonuçları hedefleyen, insanı merkeze alan iddialı bir medeniyet projesidir.

Bu proje, insan doğası hakkındaki iyimserliği (akıl ve vicdan yoluyla olgunlaşabilme kapasitesi) ile toplum mühendisliğinin gerçekçi araçlarını birleştirmiştir. Eleştiriler, bu devasa projenin kaçınılmaz olarak içerdiği gerilimlere ve pratikteki eksikliklerine işaret eder. Ancak, bu eleştiriler projenin temel felsefesini, yani bireyin sorumluluğu, hukukun üstünlüğü, karşılıklı rıza ve telafi mekanizmalarıyla toplumsal barışı inşa etme idealini geçersiz kılmaz.

Sonuç olarak, Atatürk’ün projesi, 1920’ler ve 30’ların koşullarında somutlaşmış, ancak özü itibarıyla tamamlanmamış ve süregiden bir yolculuktur. "Kümes" sürekli genişlemekte, yeni "zararlar" ortaya çıkmakta ve yeni "rıza" arayışları gerektirmektedir. Bu yolculuk, her yeni kuşağın, kendi "ayağına dolanan taşı kendinden bilme" olgunluğunu göstermesi ve hem bireysel hem de toplumsal düzeyde "incinmeden, incitmeden, doğru söyleyerek" rızalık yolunda ilerleme azmini sürdürmesiyle devam edecektir. Gerçek anlamda insan olmanın ve kâmil bir toplum inşa etmenin zorlu ama onurlu yolu budur.

Kaynakça (Örnek)

Aristoteles. (1999). Ruh Üzerine. (Z. Özcan, Çev.) Ankara: BilgeSu Yayıncılık.

Hanioğlu, M. Ş. (2011). Atatürk: An Intellectual Biography. Princeton University Press.

Kant, I. (2007). Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi. (İ. Kuçuradi, Çev.) Ankara: TFK Yayınları.

Locke, J. (2000). İnsan Anlığı Üzerine Bir Deneme. (V. Hacıkadiroğlu, Çev.) Ankara: Öteki Yayınevi.

Rousseau, J. J. (2010). Toplum Sözleşmesi. (V. Günyol, Çev.) İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları.

Türköne, M. (2017). Siyaset. Ankara: Lotus Yayınevi.

Zürcher, E. J. (2004). Modernleşen Türkiye’nin Tarihi. (Y. S. Gönen, Çev.) İstanbul: İletişim Yayınları.

Freud, S. (2012). Uygarlık, Toplum ve Din. (Çeşitli çevirmenler) İstanbul: Payel Yayınları.

Paylaş:
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 

Topluluk Puanları (3)

5.0

100% (3)

Sûretten sîrete, bireyden topluma: atatürk'ün inşa ettiği insan merkezli rızalık medeniyeti projesinin felsefi, psikolojik ve sosyolojik bir analizi Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Sûretten sîrete, bireyden topluma: atatürk'ün inşa ettiği insan merkezli rızalık medeniyeti projesinin felsefi, psikolojik ve sosyolojik bir analizi yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
Sûretten Sîrete, Bireyden Topluma: Atatürk'ün İnşa Ettiği İnsan Merkezli Rızalık Medeniyeti Projesinin Felsefi, Psikolojik ve Sosyolojik Bir Analizi yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
İbrahim Kurt
İbrahim Kurt, @ibrahimkurt
17.12.2025 19:44:57
5 puan verdi
anlayan anlıyor anlamayan anlamıyor kutluyorum çalışmanızı
çiftçi
çiftçi, @ciftci1
17.12.2025 18:18:51
TEZATLAR SİLSİLESİ...
"Ütopik bir modernleşme"
"Haktan ve hakikatten yana baş kaldıran, döktüğünü dolduran, ağlattığını güldüren, yıktığını yapan; bu yolda incinmeyen, incitmeyen, doğru söyleyen kişi, gerçek anlamda insan olma yoluna girmiş demektir. İşte bu yola RIZALIK YOLU denir."
Bunlar mı gerçekleştirildi, yoksa insanlar inançları, kıyafetleri, müzikleri, ezanları, ibadetleri yüzünden süründürüldüler mi?
Bunların hangisi RIZA ile "Toplumsal uzlaşı" ile yapıldı?
"Ârifler ve kâmiller" mi İstiklal Mahkemelerinde yer aldı?
Laiklik ve ariflik - kamillik yan yana ne çok yakışmış(!)
Bu mudur, bahse konu sosyoloji, psikoloji, felsefe?
Birileri kümesin önüne bir köpek koymuş (kastım Atatürk değil), içerideki tavukları öldürmüyor, kanlarını emiyor.
Böylesi kul olmamak öyle mi?
Kim cahil, kim alim?
Kim kul, kim kurban ve köle?
Kim surete önem veren, şekilci, biçim hastası?
Kim siret, kim suret?
Binlerce, yıllık Türk -İslam medeniyeti nerede?
O öyle demiş, bu böyle demiş. İnsan merkezliymiş.
Bizim felsefecilerimiz, filozoflarımız ne demişler?
Misal, Felsefe alanında İbn Rüşd (Averroes) ve Farabi’nin eserleri, skolastik düşünceyi sarsarak Avrupa’da akılcılığın önünü açmışken, yani öncü ve örnek olmuşken kaynaklarınızda bahsi bile geçmiyor. Bu mudur medeniyet, akılcılık, gerçek kültür birliği?
Hayranlık ayrı şey, bir yere adapte olmak ayrı şey.
Ancak yine de okunacak bir yazı.
Emek verilmiş, ancak tarihi gerçekler, yaşananlar ile hiç ilgi kurulmadan kolsuz, ayaksız, bedensiz bir yazı.
Biraz nalına, biraz mıhına misali...
Emeğe saygıyla.

çiftçi tarafından 17.12.2025 20:23:18 zamanında düzenlenmiştir.
Ayvazım Deniz
Ayvazım Deniz, @ayvazim-deniz
17.12.2025 17:13:02
5 puan verdi
Tebrik ederim.. Atatürkü yemekle doymayacak cahil kitle her zaman vardı her zamanda olacak. Bu güzel yoldan ayrılamayız dilegimle
C.Mıhcı
C.Mıhcı, @c-mihci
17.12.2025 15:17:58
Yazıyı içsel olarak beğendim,yaklaşım biçim ile doğru.
Levent Taner bey’in yaklaşımı esas olarak çok yerinde;
“Çözüm Atatürk ile Atatürkçülüğü, Mustafa Kemal ile Kemalizmi birbirinden ayırmaktan geçmektedir, Kemalizm ülkemizde belirli bir aydın, bürükrat ve asker tabakanın statükocu, cuntacı eğilimidir, dahası İnönücülüktür Kemalizm”
Atatürk ve sonrası Kemalizm olgusunu ayırt etmek gerekir.
Yazıya katkı anlamında bir yazar dostun düşüncesini aktarayım ki kesinle katılıyorum;

“Emperyalizme karşı milli kurtuluşçuluk, soldur. Feodalizmin cerahati içinde uyuşmuş bir memlekette burjuva devrimi, soldur.
Her biri sosyal hayatı baştan aşağı değiştirmeye yönelik köklü reformlar, soldur. Sadece toplum değil, lider kadronun geri kalanı bile yaşam biçimine, kültürüne, ahlakına, hayata bakışına bütünüyle aykırı, yabancı ve hatta düşmanken onları korkunç bir irade gücüyle dize getirmek, gerçek, örnek alınması gereken devrimci bir tavırdır, soldur.
Devrimin barutu çabuk bitmiştir, doğru; milliyetçilik hızla şovenizme evrilmiştir, doğru; ’30’ların ortasına gelindiğinde devrimci enerjiden geride pek az şey kalmıştır, evet; ama adeta hiçin içinden çıkmıştır o devrim; o hiçten çığ yaratan ise en çok onun devrimci iradesidir. Mustafa Kemal soldur, devrimcidir. ”

Kutlarım yazınızı

Kaleminize sağlık.
levent taner
levent taner, @leventtaner
17.12.2025 15:17:52
Merhaba kıymetli hocam

Bir eser üzerinde çalışıyorsunuz ve kitabınızın bölümlerini bize sunuyorsunuz anladığım kadarıyla, yazılarınızın dünden bugüne aynı konu etrafında bir sıra izlemesi bağlamında şüphesiz

Bugün paylaştığınız ve güne gelen yazınızı bir makale çizgisinde başarılı
bulduğumu özellikle belirtmek isterim, zannımca da kendi içinde tutarlılık arz etmekte anlatımınız

Şu kadar ki sizinde yazınızın bir bölümünde ifade ettiğiniz gibi sorgulanmaya ve eleştirilmeye müsaitte kılmakta, eleştiriler genel olarak özetlediğiniz biçimde Jakobenizm, kültürel kopuş, toplumsal rızadan uzaklık gibi noktalar etrafındadır

Her şeyden önce Atatürk'ün insan merkezli bir demokratik ulus devleti tesis etmek hedefi muhakkak, devri dünya genelinde totaliter sistemlerin yükseldiği bir evre, iki dünya savaşı, faşizmle komünizm arasında çalkantılı bir dönem, sanat edebiyat aleminde sürrealist, irrasyonalist nitelikte dinsiz ateist cereyanlar hakim, bir bunalım çağı hani, bin dokuz yüz kırkbeşe kadar süreç böyle işler, bu Atatürk'ün konjonktürel bir çizgi izlemesini, reel politik vasıtalar kullanmasını tayin edebilir, Fransız devriminden kaynaklanan Jakoben laisizm siyaseti, 19'uncu asır Avrupasında yükselen ve Osmanlı aydınlarını da etkisi altına alan pozitivist, Vulger materyalist cereyanlar giderek bizim dahi cereyanda kalmamıza ve dahi cereyan çarpmasına maruz kalmamıza sebep olabilir de

Hani derim ki ben Atatürk ve erken Cumhuriyeti sorgularken oldum olası bizdeki İslamcı, Kürtçü ve bilumum sol yaklaşımlara mesafeli bakarım, çünkü bizdeki muhalif Atatürk değerlendirmelerinin mümessilleri içerden bakmaları dolayısıyla devletçi seçkinci süreçlerin tahribatına maruz kalmış, ötekileştirilmenin, kutuplaşma ikliminin, bir cümleyle devlet toplum münasebetlerindeki hasarlı yanlarımızın acısını çekmiş kesimlerdir, bunlar ne Cumhuriyeti ulan, halka söz hakkı mı tanıdılar, tepeden bakarak, dayatarak Cumhuriyet mi olur, bu nasıl milli egemenlik nidalarının ayyuka çıktığı halleri önümüze koymaktadır

Ne yazık ki bu tip bağırıp çağırmalarda tarihi devirlere olguların ışığında bakma hali görülmemekte, bunlar gerçekler konuşulsun derken, gerçeklerin ardındaki gerçekler yani olgularla ilgilenmek istemiyorlar pekte, devirlerin iç ve dış dinamikleri, süreç, evveliyat hak getire bu homurtularda, sokranmalarda, bu kuyruk acısı psikolojisinin ise soğukkanlı bilimsel bir duruş göstermesi hayli müşküllü olmakta, yapılan eleştiriler sosyolojik etki tepki ya da geleneksel ifrat tefrit çizgisinde yürümektedir, bir bakıma erken Cumhuriyetin elitist, buyurgan, dayatmacı yapısı kış ortasında problemli bir soba sistemi misali tütme yapmaktadır, geri tepmektedir

Demem şu ki hocam komplocu olumsuzlamalar kadar ütopik ve mitolojik medeniyet tasavvuru nitelendirmeleri de tek parti dönemimize uymayabilir, daha çok eski dünyanın işlevini yitirmesi karşısında modern bir ulus devlet oluşturmak, yukarıdan aşağı devrimsel bir yönlendirmeyle bunu toplumumuza mal etmek arayışları düşünülebilir

Elbette dünyada da örnekleri görülebileceği üzere devrimler dayatmacıdır, buyurgandır, halk için halka rağmencidir, öte yandan hiçbir Cumhuriyet hiçbir demokrasi gökten zenbille inmiyor, İngiltere'de Cromwell bin altı yüz ellide kralın boynunu vuruyor, Fransız devrimi yüz elli yıl sonra bile kendine gelemedi, bugünkü beşinci Cumhuriyet anılır Fransa'da,

Dünyaya gelen bir insanda hemen yürüyor mu, konuşuyor mu, süreçler var bebeğin, çocuğun gelişiminde değil mi? Artı monarşik sistemler dünyanın her yanında binlerce yıla dayanan kadim özellik göstermekte, oysa ulus devletler, Cumhuriyetler yüz yüz elli yıllık bir tarihe sahip, haliyle kadim siyasi sistemler alttan tazyik yapmakta doğallıkla

Şöyle ki milenyumda İslamcı bir iktidarın etkin yükselişi Atatürk kavramımızı bir nevi yılgınlık psikozuna dönüştürmemeli bence, yaşadığım şehirdeki "Atatürk demek sonsuzluk demek" levhaları aklıma geliyor, Atatürk büyük bir askeri, siyasi kişiliktir, ondan bir tür dinsel karakter çıkartmanın, eski örneklere yenilerini eklemenin manası ne? Atatürk bir kumandan ve devlet başkanı, niçin sonsuzluk demek olsun? Sizin bahsettiğiniz bir Rıza medeniyeti projesinin reel dayanağı olsa, gerek tek partili gerekse çok partili dönemde bazı nüveleri, belirtileri, görüngüleri olması icap etmez mi? Dediğim gibi İslamcı bir yükselişin arazları makamında çalan duygusal çıkışlardan sakınmalıyız benim hocam, Mistifikasyondan kaçınmalıyız derim naçizane

Çözüm Atatürk ile Atatürkçülüğü, Mustafa Kemal ile Kemalizmi birbirinden ayırmaktan geçmektedir, Kemalizm ülkemizde belirli bir aydın, bürükrat ve asker tabakanın statükocu, cuntacı eğilimidir, dahası İnönücülüktür Kemalizm

Nihayet yüreğinize, emeğinize, kaleminize, kelamınıza bereket güzel insan
Gün başarınızı tebrik ederim
Selam ve saygılarımla.
MEDAMED Selçuk KORKMAZ
MEDAMED Selçuk KORKMAZ, @medamed-selcuk-korkmaz
17.12.2025 11:24:41
Suretler ve siretler
Sadece nefsi için yaşayan adaletten haktan anlamayan köpekler.
İlerlemeye devam ediyoruz
Arifler kamiller Cahiller
Toplumu muassır medeniyetler seviyesine çıkarttığı idda edilen
Mustafa Kemaller
Yalanlar, yalanlar, yalanlar
Ve Hamallar
Sen ne anlatıyorsun kardeş

Baştan sona yalan olan Cumhiriyet tarihinin bireysel ve toplumsal gelişimi üzerinden yaptığın güzellemeleri kökünden red ediyorum.

Sûretten sîrete, bireyden topluma: atatürk'ün inşa ettiği insan merkezli rızalık medeniyeti projesinin felsefi, psikolojik ve sosyolojik bir analizi

Yukarıdaki saçma yazı ve başlığı anlamak için 1923 ile 1950 yıllarında Kemalizmin tek parti dönemini incelememiz gerekiyor.

5816 kalkacak o zaman tüm gerçekler açığa çıktığında senin gibi hamalların yazdıkları safsatalar bu toplum tarafından tuvalet kağıdı olarak kullanılacak.


Not: Bu yazıyı güne getiren seçki kurulunu kınıyorum.

neneh.
neneh., @neneh-
17.12.2025 07:13:24
Sonuç; Baka baka gidiyoruz, göre göre değil.Oysa gidilse göre göre, itibar edilir miydi köre?..

Saygıyla.
Wieslaw
Wieslaw, @wieslaw
17.12.2025 00:29:17
her gece rüya görüyorum.. şimdiki zamana aldanmayın, aslında o geniş zamandır..ve çok geniş anlatacağımmm….

bir sabah uyandım ve ciddi olmaktan yorulduğumu fark ettim….
ciddiyet çok ağır bir kıyafet, insanı olduğundan yaşlı gösteriyor. oysa insan, çoğu zaman ne yaptığını bilmediği hâllerde daha sahici. kümese giren köpek mesela. ne manifesto yazıyor ne savunma yapıyor. aç. giriyor. çıkıyor. bitti….

insan öyle değil….
insan giriyor, çıkıyor, sonra televizyona bağlanıp neden haklı olduğunu anlatıyor.

girmek serbesttir, sorumluluk yasaktır….
içeride tavuklar var, idealler var, biraz vicdan var ama raf ömrü kısa. giren herkes ben sadece baktım diyerek çıkıyor. kimse yumurtayı kırmamış ama her yer sarı…,

rızalık denen şey bu yüzden romantik bir kelime değil. rızalık, insanın kendi aynasına bakıp burada bir ben varım ama biraz da suç var diyebilme cesareti. köpekte bu yok. köpek aynaya bakmaz. insan bakar, sonra aynayı suçlar….

ATATÜRK’ün meselesi de tam olarak buydu aslında. aynayı duvara sabitlemek. kaçamasın diye. kulu ortadan kaldırıp yurttaşı icat etmek, biraz da bahane üretme hakkını sınırlamaktı. çünkü yurttaş hata yapar ama hatayı tanrı’ya, kadere, dış mihraklara bırakmaz. elini kaldırır, ben yaptım der. işte medeniyet, bu cümlenin utanmadan kurulabilmesidir….

laiklik bu yüzden biraz da mizah ister. devletin ciddi ciddi ben kutsalım dediği yerde, insan kahkahayı kaybeder. oysa inanç, zorlandığında değil, serbest bırakıldığında saygınlaşır. rıza zorla olmaz. zorla olan her şey, bir gün kümesin teline takılır….

sosyal devlet de böyle bir şeydir. herkes eşit demek değil, bazıları daha çok incinmiş, gel bunu fark edelim demektir. telafi, insanlığın geç kalmış özrüdür. ve evet, bazen….

aslında çok feniş öleceğimmm..

herkese iyi anlamalar ve çok yaşamalarr…🙏




Wieslaw tarafından 17.12.2025 00:36:18 zamanında düzenlenmiştir.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL