0
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
108
Okunma

“Gürültü İçinde Çöken Toplum
Akşam bir ana haber bültenini açıyorsunuz. Daha ilk beş dakikada içiniz daralıyor. Nefesiniz sıkışıyor. Haberleri izlemekten değil, yaşadığınız ülkeyi seyrediyor olmaktan yoruluyorsunuz. Ölüm var. Kan var. Uyuşturucu var. Cinayet var. Tecavüz var. İntihar var. Yolsuzluk var. Çürümüşlük var. Ve bütün bunlar artık “olağan” bir akışın parçasıymış gibi, sakin bir spiker sesiyle, arka fonda dramatik müzikle servis ediliyor.
İnsan sormadan edemiyor:
Bu ülkede yaşamak neden bu kadar ağır bir yük hâline geldi?
Daha da ağır olan şudur: Bu manzara artık kimseyi gerçekten sarsmıyor. Bir cinayet haberi bir öncekinin üzerine ekleniyor. Bir çocuk istismarı haberi “ne yazık ki” diye geçiştiriliyor. Bir kadın öldürülüyor, rakam oluyor. Bir genç intihar ediyor, istatistik oluyor. Bir aile dağılıyor, arşivleniyor. Bir toplum çözülüyor ama buna “gündem” deniyor.
Ve ben şunu soruyorum:
Bu haberleri yapanlar, bu yayınlara izin verenler, bu ülkenin gidişatından sorumlu olanlar, bu tabloyu her gün izleyip gerçekten hiç mi rahatsız olmuyorlar?
Rahatsızlık duyuluyor olsaydı, bu ekranlardan başka bir şey akardı. Umut akardı. Onarım akardı. İnsanı ayağa kaldıran, yarayı saran, iyileştiren bir dil olurdu. Ama yok. Çünkü acı artık reytingdir. Felaket artık içeriktir. Yıkım artık normaldir.
Yaşamak zillet hâline geldi. İnsanlar yalnızca ekonomik olarak değil, ahlaki ve ruhsal olarak da yoksullaştırıldı. Sabah evden çıkarken can güvenliğini düşünen, akşam çocuğunu sağ salim eve getirmeye çalışan, yarınını planlayamayan , geleceği hayal edemeyen milyonlar var. Ama buna rağmen ekranlardan sürekli bir “istikrar masalı” dinliyoruz. Gerçek hayat başka, anlatılan hikâye başka.
Ülkenin cennet gibi doğası, bereketli toprağı, genç nüfusu, tarihsel birikimi var ama buna rağmen insanlar mutsuz, öfkeli, güvensiz ve umutsuz. Bu çelişki tesadüf değildir. Bu, sistematik bir savrulmanın sonucudur.
Soruyorum:
Bir toplum bu kadar çok ahlak, din, vatan, bayrak, kitap, namus, vicdan, erdem kelimesini ağzından düşürmeden; bu kavramlardan bu kadar hızlı nasıl uzaklaşır?
Çünkü kavramlar ağızda kaldı, hayattan çekildi. Çünkü değerler slogan oldu, ilke olmaktan çıktı. Çünkü vicdan kişisel çıkarın önünde diz çöktü. Çünkü güç, haklı olmanın yerine geçti. Çünkü doğru olan değil, işine gelen konuşulur oldu.
Bugün toplumda savrulmayan tek bir kurum kalmadı. Aile savruldu. Eğitim savruldu. Hukuk savruldu. Medya savruldu. Ekonomi savruldu. Din savruldu. Kültür savruldu. Ve bütün bu savrulmaların ortasında insan, kendi yerini kaybetti.
Bu noktada şunu açıkça söylüyorum:
Bu gidişat doğal değil. Bu çözülme kendiliğinden olmadı. Bu çürüme tesadüf değil. Toplum, planlı bir değersizleşmeye maruz kaldı. İnsan yalnızlaştırıldı, korkutuldu, borçlandırıldı, susturuldu, birbirine düşürüldü. Sonra da “bakın toplum bozuldu” denildi.
Oysa toplum bozulmadı.
Toplum bozduruldu.
Ekranlardan her gün suç izliyorsunuz ama suçun nedenini konuşan yok. Uyuşturucu haberleri var ama gençleri bu boşluğa iten nedenler yok. Cinayet var ama adaletin neden işlemediği yok. İntihar var ama insanları hayattan koparan çaresizlik yok. Hep sonuç var, asla sebep yok.
Çünkü sebep konuşulursa sorumluluk başlar.
Sorumluluk konuşulursa hesap başlar.
Hesap konuşulursa konfor bozulur.
Ve evet, bu kanallar bizim cebimizden alınan paralarla yayın yapıyor. Biz her gün vergisini verdiğimiz ekranlardan kendi çöküşümüzü izlemek zorunda bırakılıyoruz. Soruyorum:
Biz buna mecbur muyuz?
Toplum, bir cinnet eşiğinde yaşıyor. Herkes sinirli. Herkes tahammülsüz. Herkes yorgun. Herkes kırgın. Ama kimse gerçekten dinlenmiyor. İnsanlar konuşuyor ama anlaşılmıyor. Bağırıyor ama duyulmuyor. Yazıyor ama okunmuyor.
Bu bir “bireysel ahlak sorunu” değildir.
Bu bir “toplumsal vicdan krizidir."
Ve bu krizin en tehlikeli tarafı şudur: İnsanlar kötülüğe alıştı. Alışmak, en büyük çürümedir. Çünkü alışan insan sorgulamaz. Alışan insan direnmez. Alışan insan kabullenir.
Ben dertliyim. Çünkü bu dünya kimseye kalmayacak. Ama toplum bu hızla tükenirse, geriye devredecek bir vicdan da kalmayacak. Bir daha olmayacağız. Aynı hatırlara sahip bir toplum bir daha kurulamayacak.
Bu bir tehdit değil. Bu bir öfke patlaması değil.
Bu bir uyarıdır.
Hâlâ çıkar için çırpınanlara söylüyorum: Toplumun yok olması pahasına kazanılan hiçbir şey kalıcı değildir. Tarih bunun örnekleriyle doludur. Güç sarhoşluğu geçicidir. Ama yıkım kalıcıdır.
Sonuç kötü olacak demiyorum.
Sonuç zaten kötüye gidiyor.
Ve evet, hesap yakın. Çünkü toplumlar çürüdüğünde, bedel bir gün mutlaka ödenir. Bu bedel bazen ekonomik olur, bazen sosyal, bazen ahlaki. Ama mutlaka olur. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın.
Ben bu satırları bir düşmanlıkla değil, bir vicdan borcuyla yazıyorum. Çünkü susmak, bu çürümeye ortak olmaktır. Çünkü görüp de konuşmamak, suça sessiz kalmaktır.
Bu bir ültimatom değil yalnızca.
Bu, topluma tutulmuş acı bir aynadır.
Bakmak istemeyenler için değil;
görmekten kaçamayanlar için yazılmıştır.
Erol Kekeç/14.12.2025/Sancaktepe/İST