4
Yorum
18
Beğeni
5,0
Puan
126
Okunma

Bir haftadır keyifsizdim... Pencerenin önünde oturmuş, yalnızlık demlerken caddede yağmurdan kaçan insanları izliyordum. İş çıkış saati olduğu için İstanbul’un nabzı oldukça hızlı atıyordu. İstanbul yağmurda bambaşkaydı.
Her bir yağmur damlası sanki şehirle konuşuyor, bir hikâye bırakıyordu ama kimse bunun farkında değildi. Herkes şemsiyelerine sıkıca sarılmış, gideceği yere yetişme telaşı içindeydi. Ve ben, bu gece bu şehrin hikâyesi olmak istiyordum.
Bu düşünceyle nasıl dışarı fırladığımı hatırlamıyorum. Aldığım ilaç yavaş yavaş etkisini göstermeye başlamıştı. Önce yağmur kokusunu iyice ciğerlerime çektim ve sonra dedim ki kendime:
"Dünyanın sonu mu geldi, neden bu kadar takıyorsun? O, kalmaya layık değilse zaten ne kadar kalbinde tutsan da boş. Sende olmayan birini hâlâ sevip de boşuna acı çekme."
Bu duyguyla biraz daha canlandım. Bir çocuğun ıslak ayak izlerini takip eden köpeğe bakarken hayatın küçük mucizelerle örülü olduğunu, fakat genelde dünyalık telaşlardan bunu fark etmediğimi düşündüm. Yerdeki su öbeğinden, acıdan çökmüş yüzüme bakarken bunu daha iyi anladım. Bu şehrin ışıltılı bir dünyası var, gerekçelerimiz o kadar çok ki , fırsat bulup da kendimle kalamıyorum. İçimdeki çocuğu uzun zamandır hapsetmiştim, bundan dolayı bana kızdığını hissediyordum.Karar vermiştim, bu gece onu parka götürecektim.
Elbette başka şehirler de güzeldir, ama İstanbul yağmurda daha bir başka. Etraftaki insanlar yağmurdan şemsiyeleriyle kaçışırken onlara muhalefet ediyor, ağır adımlarla kaldırımda yürüyordum.
Gökyüzüne kaldırdım başımı, gözlerime düşen yağmur damlalarıyla eğlendim. Bir haftalık açığı kapatmalıydım. Damlacıklar yüzüme değil, kalbime düşüyordu sanki.
Sonra dilimi dışarı sarkıttım, karar vermiştim tadına bakacaktım damlaların... İnsanlar bana tuhaf tuhaf bakıyorlar, bir kadın gülümsüyor: "Nereden kaçtı bu deli?" Olsun, kimin umurunda. Hiç kimse engel olamaz şu an mutluluğuma.
Ne çok unutmuşum, ne çok yaşamayı, ne çok... İstanbul yağmurda bambaşka bir süluete bürünmüştü. Moda’dan deniz kenarına doğru yürüdü içimdeki çocuk...
Gemilerin düdükleri bir taraftan, martı sesleri bana eşlik ederken... Her ses şiir, her damla şiir , her insan şiir ...melankoliye girmiştim.Çölde vahasını bulan biri gibi...
Birkaç hafta önce ayrıldım sevgilimden ve bu bana inanılmaz derecede dokundu. Nerde yattım, ne yedim, nasıl çalıştım bilmiyorum. Sanki benden başka acı çeken yokmuş gibi şu dünyada feryat ettim durdum.
Yağmur sanki bedenime değil, kalbime düşüyordu. Bana o kadar iyi geldi ki , sanki bütün acılarıma, sancılarıma deva oldu. Omzumdan ağır bir yük kalkmış gibi hafifledim:
"Aman be, dünyanın sonu mu geldi, ayrıldın da sanki? Bak yoluna..." diyor içimdeki çocuk.
"He dedim, bir de bana soraydın ..."
Rıhtımdaki kayaların üzerine oturdum, gökyüzüyle bütünleşen denizi izledim. Bu kadar muhteşem bir şehirde ve manzarada yalnız olmak... İstanbul’un yağmuru yıkamıştı, arındırmıştı beni ve ben bu gece kendimi bu şehrin umut dolu hikâyelerinden biri gibi hissetmeye başlamıştım.
Saate baktım, epey geç olmuştu, gece pek tekin değildir buralar... Gerçi Kadıköy’de hayat bu saatlerde başlıyor, ama benim için geçerli değil bu kavram. Eve dönerken kasten ayaklarımı su birikintilerine vurdum; "şap şap" sesleri yükseldi sular kaldırımların üzerine, sıçrıyordu... Bu ritim, bir müzik gibi... çok hoşuma gitti.
Kendimi ritme kaptırmış bir İspanyol dansçısı gibi hissettim; ayakkabılarım taşların ve suyun üzerinde tıngır mıngır , ritmik bir şarkı söylüyordu.
Flamingo muydu, yoksa başka bir dans mı, hatırlayamadım, önemli de değildi zaten. Sağıma baktım, kimse yok. Soluma baktım, kimse yok. "Hi," dedim kendi kendime, tam zamanı! Ve o an bir dev ekranda, binlerce izleyici önünde dans eden bir sanatçı gibi hissettim kendimi.
Her adımım, her şaplak sesi bir alkış, her dönüşüm bir hayranlık... Ben o an, yağmurun altında ıslanmış, özgürlüğü bulmuş bir flamenco dansçısıydım.
"Bona sera, signor!" diye haykırdım gökyüzüne; İstanbul’un sokakları sahnem, yağmur damlaları alkışlarım olmuştu. Ve ben, her damlada biraz daha neşeleniyor, her adımda içimdeki çocuğun neşesini duyuyordum.
Sonra bir hafta önce beni terk eden sevgilim aklıma geldi: "Pehh," dedim, "kim takar seni?"
Bugüne bugün , artık ben ünlü bir filamingo dansçısıydım...)
5.0
100% (7)