0
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
70
Okunma

1. BÖLÜM- YENİDEN ZİNCİRE DÖNÜŞ YA DA KESİN UYANIŞ
………………
“hırslarımız peşinden koşarken
yere düşenler
her şeyden daha değerliymiş meğer
güneş batınca,
ellerimiz boş eve dönünce anladık
aynadaki o uğursuz, kasvetli,
somurtan adam
bizim eserimizmiş meğer”
Kendimden çıkacağım yola, maksat bir şeyler anlatmak değil, yaşadığımı hissetmek sadece. Her şey bir anda başladı. Sanki bir şehirde deprem oldu ve sadece benim evim yıkıldı. Oysa yarım kalmış hikâyeler toplamından ibaretti hayatım. Ne okuduğun okul ne yaşadığım şehir, hiçbir şey benim kararım değildi.
Kendimden ve bana dayatılan yaşamlardan kaçarken, bir ayın maaşıyla kredi kartını kapatıp diğer ayı beklerken, tam 14 yıldır köy kasaba tüm ülkeyi dolaştım. 36’dan 42’ e ve 26’dan 45’ e …
Bu hikayeyi neden size yazmak istedim bilmiyorum. Galiba artık bardak doldu hatta taşıyor. Cebimde kalmış birkaç ucuz hikayeden öte; hayatın tadını alarak cesaret edip yaşadığım hiçbir şey yokken, hiç uzatmadan yolun en başına nehrin kaynağına gidelim hadi.
Benim adım Mai, 1984 yılının bir yaz gününde Anadolu’nun en kuytu köşesinde Hatay’ın Yayladağı ilçesinde şu anda terk edilmiş durumda olan Topraktutan köyünde doğmuşum. Doğum tarihimi aslında tam olarak ne annem ne babam biliyor. Tek söyledikleri kavurucu bir yaz günüymüş, babam köy kahvesinde okeye dördüncü olarak masada otururken, annem tütün toplamaktan elleri bitap şeklinde köy yolundan geliyormuş, annemin söylediği aşırı kavurucu sıcak bir günmüş, yüzümde ki bu yassı yanık izi de o yüzden oluşmuş. Gözümü ilk güneşe açmışım, ilk nefesim tütün yaprakları arasında olmuş. Bu arada adım aslında Mehmet Ali, ama annem o bulutsuz masmavi günün anısına “Mai’m” diye severdi beni. Zamanla da köy yerinde adım Mai olarak kaldı. İlkokul ve taşımalı eğitimle ite kaka yapılan lise yıllarının ardından, maddi sebepler nedeniyle üniversiteyi yine yaşadığım şehirde Hatay’ da tamamladım. Ne olmak istediğim/ ne olacağım hakkında en ufak fikrim 20’ li yaşlarıma kadar yoktu. Kısaca birçoğumuz gibi puanımın ve paramın yettiği tek şehirde memleketimde ve ailemin istediği bölümde okudum. Ardından iş aramakla geçen birkaç yılın ardından, Kırklareli’nin Kofçaz ilçesi Ahlatlı köyünde sınıf öğretmeni olarak göreve başladım. Ruha verilmeyi bekleyen ekmek/su misali benden umut bekleyen minik gözlerin eşliğinde tam dört yılım geçti. İlk öğrencilerim şu anda üniversiteye hazırlık aşamasında, bazıları çoktan umutlarını kaybetti, bazıları ise benim çocukken geçtiğim yollardan bir bir geçip umutlarını kaybedecekler.
Ahlatlı köyünde geçirdiğim dört yılın ardından; Çanakkale iline bağlı Gökçeada’nın Uğurlu köyü İlkokulunda öğretmenlik hayatıma devam ettim. Bu köyü bahar aylarında gelen Zeytin ağaçlarının hışırtılı sesleriyle hatırlarım. Sanırım hayatımın en güzel, en masum ve ardından da umutlarımı rüzgarda bir çocuğun elinden uçan bir uçurtma misali kaybettiğim yıllar bugünler oluyor.
Köye gelişimin üçüncü ayında; İlçeye yeni atanan Kaymakamın ilkokul çocuklarını yağmur altında bekletmesine isyan etmem nedeniyle: “Amirine veya maiyetindekilere karşı küçük düşürücü veya aşağılayıcı fiil ve hareketler yapmak” suçlaması ve zorunlu doğu görevim gerekçe gösterilerek önce Anadolu’ da birkaç köy kasabasına ve en son olarak Hakkâri’nin Şemdinli ilçesine bağlı Alan köyü’ ne sürgün edildim. Tam dokuz yıldır bitmeyen bir doğu görevi…
Bazen yaşadıklarımızın ve yaşattıklarımızın bir suç/ceza kıskacı altında, birbirini izleyen peşin sıra dizeler olduğuna inanırım. Yaşadığım bu küçük köy evi sanki artık benim mezarım. Daha önceki hayatımda ne suç işlediysem bu dünyaya sanki tekrardan gönderilmişim. Sorsalar beni bu köy okuluna bağlayan hiçbir şey yok. İstesem istifa edip aynı parayı ticaret yaparak da bir şekilde kazanabilirim. Ama aynaya her baktığımda yüzümdeki o kasvetli, somurtan adam ve ayaklarımda ki zincirler her daim gözüme çarpar. Bu bir tür masallardan uyanış biçimi ve gerçekleri kabullenme aslında. Ben Mai; 36’dan 42’ e, 26’ dan 45’ e köy kasaba tüm ülkeyi dolaştım ve sonunda mezarıma ulaştım.
2. BÖLÜM- BEKLEYİŞ HER DAİM ÜZER
………………
“iyi niyetimle öldüreceğim seni /
gözlerine bakarak /
yüzüne gülümseyerek/
saçını okşayarak
öyle bir fırtına ki
yaprak bile kımıldamadan yerinden
yer yerinden oynayacak içinde
Sen Arya;
nasıl sevebildin beni?
ben bile sevememişken kendimi…”
Bugün tarih 28 Kasım 2025; Alan Köyü’ ne gelişimin beşinci yıl dönümünde, köy bakkalından borca deftere yazdırarak aldığım tarihi geçmeye yakın bir pasta üzerine bi kaç mum koyarak bu köye yani mezarıma gelişimin yıl dönümümü kutluyorum. Dışarıda kapımı tamamen kaplayan kar misali içim artık tamamen buz gibi. Sadece yaşamaya çalışmak ve bunu çıplak ellerle sağlamak çok acımasız. Bazen benim gibi hisseden birileri buraya gelir mi diye bir umut, ders sırasında buğulu okul camından köyün yol ayrıma doğru uzun uzun bakıyorum.
Gökyüzü burada hep net, sanki gözümü ilk açtığım anda gördüğüm o güneş bu şehre hiç uğramamış. Artık kesinlikle eminim. Ben Mai; Hatay’ın Yayladağı ilçesinde şu anda terk edilmiş durumda olan Topraktutan köyünde kavurucu bir güneş altında bir yaz günü doğdum. Artık gidecek bir memleketim olmadığı için bu köye gömecekler beni, üzerime güneş görmemiş karla kaplı koyu kahverengi topraklar usul usul atılacak. Belki zamanla mezarımın yeri bile unutulur, birkaç öğrencim dışında kimsenin adımı bile hatırlayacağından emin değilim. Çünkü burada Mai bir gökyüzü köye gelen panayırlar misali yılda sadece birkaç gün sürüyor.
Annemin yıllar önce örmüş olduğu yamalı kırmızı boğazlı kazağım ve soğuktan çatlayan ellerimle ölümü bekliyorum. Sağlık durumunda iyi değil, köye ayda bir gelen gezici sağlık ocağı hekimine göre günde içtiğim bir paket sigaradan, bana göre ise mutsuzluktan ciğerlerim fazlasıyla zarar görmüş. Hiç gerek yokken iki hafta rapor bile verdi. Yerime İlçe’ den geçici olarak birisinin verileceği İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından söylendi. Aslında köyden uzaklaşıp, bir yerlere gidip iki hafta boyunca tatil yapmak, hatta bir şeyler yazmak bana da iyi gelir. Ama nerde bende o cesaret; ne ayaklarımda gidecek derman var artık; ne de yeni bir yer görmek için bir heyecan kaldı içimde. En iyisi evimde/mezarımda burada kalmak. Çünkü mutsuz yaşamak umutlu yaşamaktan daha mantıklı geliyor artık bana.
Öksürmekten ağrılar içerisinde sabah ezanına uyandığım 1 Aralık günü; evimin önünde yer alan köy durağında inen bir ayak sesine irkildim. Usulca perdeyi aralayıp çaktırmadan bakarken gördüğüm, etrafa meraklı gözlerle bakan bu kişi sanırım yerime vekaleten atanan öğretmen olmalıydı.
Ütüsüz kahverengi pantolonum ve kırmızı boğazlı kazağımın üzerine giydiğim uzun siyah pardesümle onu karşılamak için evimden yani namı değer mezarımdan çıktım. Bu kişiye yaklaşırken dünden kalma uykusuz/ ruhsuz gözlerim ve rengi atmış titreyen çatlak ellerimle onun masmavi heyecanlı bakışları arasında kaybolmuştum. Elimi uzatmaya hazırlanırken ansızın gelen kuru öksürük nöbetim nedeniyle biraz duraksadım ve ardından tekrardan elimi uzattım.
-Merhaba ben Mehmet Ali, bu köyün öğretmeniyim. Sanırım yerime vekaleten İlçeden gönderilen öğretmen siz olmalısınız.
Biraz duraksayarak hiçbir kelime etmeden sadece başını salladı. Anlaşılan konuşmak istemiyordu, aslında o anda içimden geçen okulun yerini tarif edip anahtarların sabah sobayı yakmak için köy bakkalında olduğunu söyleyerek, oradan uzaklaşmak ve mezarıma dönme fikriydi. Ama sorduğum soruya cevap vermeyerek beni hor görmesinden mi ya da yeni biriyle tanışmanın cezbedici fikrinden mi bilmeden, okul yolunda ona eşlik etmek istedim.
-Buyrun okula kadar eşlik edeyim size. Hem bu saatte köyde başıboş köpek çok olur, kahvaltı yapmadıysanız bakkaldan da bir şeylerde alabilirsiniz.
Sadece teşekkür etti ve yürümeye başladık. Yürürken kendimi kaptırarak sanki bu köye sürülerek değil canı gönülden gelmiş gibi; köyün güzelliklerinden ve kendimden bahsetmeye başladım. Sohbet esnasında adının Arya olduğunu ve Hatay Mustafa Kemal Üniversitesinden yeni mezun olduğunu, babasını kaybettikten sonra hasta annesine destek olmak ve sınava hazırlanmak için memleketi Şemdinli’ ye geldiğini, geçim kaygısı ve deneyim kazanmak için ücretli öğretmenlik
yaptığından bahsetti.
Hatay’ ın memleketim olduğu ve benimde aynı okuldan mezun olduğumu söylediğimde masmavi gözleri bu tesadüfe aşırı şaşırarak mutlu olmuştu. Arya’ nın beni ilk gördüğündeki korkak ve soğuk tavrı köy okulu kapısına gelene kadar sıcak bir arkadaşlığa dönüştü. Üniversite anılarımdan, memleketimin o sıcak ve güzel akşamlarından bahsettikçe sanki bu şehre uzun süre sonra güneş doğuyordu. Ayrıca üniversite zamanı nefret ettiğim bazı hocaların başına gelenleri duyunca mutluluktan kahkahalar atıyordum.
Ertesi sabah mezarımdan uyanırken yüzümü yıkayıp aynaya baktığımda yüzümde nedensiz bir gülümsenin olduğunu fark ettim. Bu daha önce hiç hissetmediğim duygunun adını koyamıyordum. Saate baktığımda köy dolmuşunun gelişine daha bir saatten fazla zaman vardı. Kilerdeki ekmek, zeytin ve bir kaç kahvaltılık malzemeyi çıkararak uzun zaman sonra güne sigarayla değil kahvaltı telaşıyla başladım.
Köy dolmuşunun sesini duyunca evimin/mezarımın kapısını araladım ve Arya’ yı gördüm. Beni görünce dünün aksine yüzünde sıcak bir gülümseme vardı. Elinde bana almış olduğunu anladığım ilaçlarla karşımda duruyordu. Ona çayın hazır olduğunu isterse kahvaltıyı beraber yapabileceğimizi söyledim.
-Teşekkür ederim “Mehmet Ali Abi” ben direk okula geçeyim, bu ilaçları senin için aldım. Tekrardan çok geçmiş olsun dedi.
-Abi! Bir kelimenin bir insanı masallardan uyandırıp, gerçeklerle yüzleştirmesi bu kadar kolay olabilir miydi? Kendime o kadar çok kızıyorum ki şu an anlatamam. Ne olacağını sanmıştım ki, o kadar beylik sözlerim, duruşum; mutsuzluk ve kader üzerine deyişlerim hepsini sanki unutup bir rüyaya dalmıştım. Ve apansız mezarımda gözlerimi bu koyu griliğe tekrardan açtım. Kapıyı kapatırken yüzümdeki o soğuk ve kasvet tekrardan nüksetmişti. İçimde nedensiz bir öfke vardı. O gün ve ertesi birkaç gün hiç evden çıkmadım, yemek yediğimi bile doğru dürüst hatırlamıyorum. Sadece sigara almak için bakkala çıktığım birkaç zaman dışında mezarımdan ayrılmak zulüm geliyordu bana. Yine günlerden bir gün öğlen saatlerinde sigara almak için bakkala çıktığım bir günde, Arya’ nın feryat eden sesiyle irkildim.
-Acil, acil merkeze gitmem gerekiyor. Ne olur bana yardım edin.
Arya’ ya baktığımda ağlamaktan ve korkudan sararmış gözleri ile içimi telaş kapladı ama onun yardım feryadı kendime tekrar gelmemi sağladı. Hemen arabaya atlayıp köy yolundan merkeze doğru yola koyulduk, yol boyunca telaşından annesine bir şey olduğunu anlamıştım. İlçe merkezinden hastane sapağına doğru döndüm ve acil girişinde arabayı park ederek koşarak hastaneye doğru gittik. Düşündüğüm gibiydi her şey, annesinin hastalığı nüksetmişti, Arya’ da evde olmayınca annesinin durumunu komşular çok geç fark etmişti. Hastanenin mavi küflü duvarlarına dayanırken, Arya’ nın
hıçkıran ağlayış sesleri koridorda yankılanıyordu. Yanına yaklaştım ve hiçbir şey demeden sarıldık. O anda gezici sağlık ocağı hekimliğinden tanıdığım doktorun hastanenin ikinci katına doğru çıktığını gördüm. Peşinden koşarak yanına yaklaştım, beni görünce şaşırdı:
- O Mehmet Ali hocam geçmiş olsun hastalığınız mı nüksetti?
Köye geçici olarak yerime gelen hocamızın annesinin yoğun bakımda olduğunu ve hasta hakkında bilgisi olup olmadığını sordum. Yavaşça başını kaldırdı ve hastanın öğlen saatlerinde geldiğini ve durumun kritik olduğundan bahsetti. Ve son olarak “Her şeye hazırlıklı olun” dedi. Ne kadar boş bir cümle bu, insan bir mutluluğa ya da acıya kendini ne kadar hazırlayabilir ki, insanın doğasında her şeye hazırlıksız olmak var.
Bir hafta boyunca Arya ile hastane köşelerinde sabahladık, onun yanında olmak onun acısını paylaşmak kendimi saçma bir şekilde mutlu ediyordu. Annesinden aldığı iyi haberlerle arada açan mavi gözleri bana memleketimin gökyüzünü hatırlatıyordu. Bu anlarda tekrardan bende Mai oluyordum. Ona annemin bana koyduğu lakaptan bahsettiğim için artık bana gülerek “Mai Abi” diyordu. Ama abi kelimesi artık bende sarsıntılı bir hüznü değil, bir kabulleniş ve onun gülüşüyle mutlu olabilmeyi ifade ediyordu.
11 Aralık sabahı Arya annesi ile vedalaştı. Başta dediğim gibi sanki bir şehirde deprem oldu ve sadece Arya’ nın evi yıkıldı. Enkaz altında umutsuzca bekleyen nefes birden soldu. Arya’ nın memleketimin gökyüzünü andıran masmavi rengi gözleri artık solmuştu. Sanki benim kaderime işlenen gri hastalığını Arya’ ya bulaştırmıştım. Artık o da kendi mezarında yaşıyordu. O günden sonra Arya’ yı görmek istesem dahi bir daha cesaret edip göremedim. Kim bilir belki yıllar sonra ikimizde mezarımızdan çıkar ve acılarımızla birbirimize kenetlenebiliriz. Ya da birinci tekil yalnızlıklarımızda ikimizde bu gri şehirde yok olup gideriz.
“Masallarımda büyüdü Arya
Hikâyelerimde yaşlandı
Roman olmuş bu şiirin
Son paragrafı ona adandı.”
İnsan evvelinde sevebilmeli
Çünkü;
Boş zamanlarda kaybettik biz aşkı.