0
Yorum
6
Beğeni
5,0
Puan
124
Okunma
Umut… Onu tek bir kelimeyle tarif etmek, okyanusu bir kum tanesine sığdırmak gibidir. O, ne bir duygu ne de salt bir düşüncedir; o, varoluşun ta kendisidir. İnsanın, en derin kuyulara düştüğünde dahi, o kuyunun ağzından sızan incecik bir ışık huzmesi bekleyişidir. Tıpkı, gök kubbenin kararmış, fırtınanın en acımasız anında, ufuk çizgisinin gerisinden sarı bir güneşin yeniden doğacağını bilen ve bunu hisseden bir denizcinin sarsılmaz inancı gibi.
Umut, bazen bir bekleyiştir. Öyle bir bekleyiş ki, saatlerin akrebiyle yelkovanının, göğsümüzün içindeki ritimle eşleştiği o sonsuz anlara yayılır. Kapıyı çalmasını beklediğimiz sesin, okumayı dört gözle beklediğimiz mektubun ya da sadece, zihnimizin derinliklerinde kaybettiğimiz huzurun, bir gün ansızın karşımıza çıkacağını bilmektir. Hayat, umutsuzluğu tattırdığında, en sevdiğimiz renkler dahi matlaşır; dünya, gri ve soğuk bir tona bürünür. Ancak umut, o matlaşmış tuval üzerine, beklenmedik bir anda fırça darbeleriyle altın ve firuze tonlarını serpiştirir. O zaman anlarız ki, karanlık dediğimiz şey, aslında ışığın yokluğu değil, sadece yeni bir şafağın doğum sancısıymış.
Umut, durağan bir kavram değildir. O, toprağın altında sessizce bekleyen, kışın en dondurucu ayazına karşı bile direnç gösteren ve baharın ilk sıcaklığıyla çatlayıp yeryüzüne doğru inatla yükselen bir tohumun içindeki devasa enerjiye benzer. Düşünün; bir tohum, geleceği görme yeteneğine sahip değildir; ne parlak güneşi ne de serin yağmuru deneyimlemiştir henüz. Fakat o, genetik kodlarına yazılmış olan o ilkel, sarsılmaz bilgiyle hareket eder: "Yukarı çıkmak zorundayım."
İnsan da böyledir. Defalarca yıkılır, dizleri kanar, hayalleri paramparça olur. Her düşüş, bir kırılma noktasıdır. Ancak umut, bizi yerden kaldıran görünmez bir eldir. Bize, hikayenin henüz bitmediğini, son bölümün bizim yazdığımız bir cümleyle noktalanacağını fısıldar. Umut, geçmişin pişmanlıklarını geleceğin potansiyeline dönüştüren simyadır.
İnsan, umut ettiği sürece yaşar." Bu, fizyolojik bir hayatta kalma meselesinden çok, ruhsal bir varoluş ilkesidir. Umudu yitirdiğimiz an, nefes almaya devam etsek bile, içimizdeki o en kıymetli, o en insan parça ölür. Umut, bu yüzden, bizi diğer tüm varlıklardan ayıran, kalbimizin en derinine gizlenmiş bir fısıltıdır: "Daha iyi bir yarın mümkün."
Bu fısıltı; savaşın ortasında barış için dua eden askerin, borç batağında boğulurken yeni bir iş planı çizen girişimcinin, hastalığın pençesinde iyileşme hayali kuran hastanın ve en önemlisi, bir sonraki sayfayı çevirmeye cesaret eden okuyucunun dilindedir.
Unutmayın; hayat, bazen en umutsuz anlarda, en beklenmedik mucizeleri gizler. Kapıyı kapatan rüzgârın ardından, pencereyi açan taze bir nefes getirebilir.
Umut, insana dair en güzel ve en edebi yalanımız değil; o, en saf ve en gerçek hakikatimizdir.
(kOR)
5.0
100% (1)