0
Yorum
4
Beğeni
0,0
Puan
94
Okunma
KAPİTALİZMİN DİŞLİLERİ ARASINDA İNSAN
İnsanın sermaye haline geldiği bir zamana doğmak…
Her çağın kendine özgü sorunları olsa da, bizler ne yazık ki kapitalizmin sadece parayı değil, insanı da bir sermaye hâline getirdiği bir döneme doğduk.
Kapitalizm, üretim araçlarını kontrol etmekle yetinmedi sadece; insan bilincini, değerlerini ve ilişkilerini de biçimlendirmeye başladı. Artık en kıymetli hazinesi, ellerimizdeki paradan çok, zihinlerimizdeki ve ilişkilerimizdeki boşluklar oldu.
Bilinçli bir çürüme yaratıldı.
Belki de en baştan beri amaç buydu!
İnsanlar mideleri doyurulurken gözleri açık bırakıldı. Tüketim yalnızca bedenleri değil, düşünmeyi, sorgulamayı ve fark etmeyi de köreltti.
İşin en üzücü yanı, nereye baksak insan bilinciyle oynayan her bir tüketilen ürünün üzerinde çıplaklığı ve yüzeysel ilişkileri destekleyen subliminal mesajlarla donatıldığını fark etmekti: parfüm şişelerinin çıplak kadın figürleriyle sunulması, çocuklarımızın ellerine oynasın diye verdiğimiz silikonlu çıplak Barbie bebekler gibi örnekler…
Medya ve popüler kültür, bilinçli olarak insanları yönlendiren araçlara dönüştürüldü; bilgiye ulaşmak yerine tüketmeyi, anlamak yerine anlık hazlara yönelmeyi öğretti.
Böylesi bir çağa doğmak ne üzücü… İnsan, hem kendini var etmek hem de hayatta kalabilmek için, insanı yiyen kapitalizmin içinde eziliyor, gün geçtikçe derinleşen bir boşluğun içinde.
"Yaşamak için çalışan insandan, çalışmak için yaşayan insan’a" çok çabuk geçildi. Rekabetin ve yoğun çalışma temposunun içinde, insan kendi varlığını unutacak hâle geldi. Ruhsal ihtiyaçları, toplumsal sorumlulukları, sevdikleriyle kurduğu bağlar… Hepsi geri planda kaldı. Günlük koşuşturma ve verimlilik baskısı, insanı kendi iç dünyasından ve gerçek yaşamından uzaklaştırdı; yaşamak için var olan bir hayat, çalışmak için var olan bir rutine dönüştü.
Ve insanlık bu döngüde sıkışıp kaldı.
İnsan artık eksik, bilgisiz ve kültürsüz bir varlık hâline geldi. Güven, samimiyet ve derin ilişkiler kayboldu; yerine çıkar odaklı, yüzeysel bağlar geçti. Saf duygular ve toplumsal dayanışma artık lüks hâline geldi. İnsan, hem tüketen hem tüketilen bir nesneye dönüştü sanki.
Ve en üzüntü verici olan, bunun farkına varılsa bile çoğunlukla çaresiz kalınması. Sistem yalnızca parayı değil, düşünme kapasitesini, duygusal zekayı ve kültürel mirası da sermaye olarak kullanıyor. İnsan, kendi değerinin farkında olmadan, kendi elleriyle kendi sermayesi hâline geliyor.
Belki de çözüm, gözleri yeniden açmakta, eksik yanları görmekte ve insanı insan yapan değerleri yeniden hatırlamakta yatıyordur.
Çünkü bir toplum, yalnızca mideleri değil, zihinleri ve ruhları da doyurduğunda gerçekten özgün ve özgür kalabilir…