0
Yorum
4
Beğeni
0,0
Puan
58
Okunma
Yol uzun
Vakit hüzün…Tozlu yolda yürüdükçe nereye baksa karşısına bir hatıra çıkıyordu.Sağ tarafına baktığında Kurma dağını gördü.Kurma dağı, köyün güneyinde, doğu batı doğrultusunda konumlanmış, enginlerinde ekin tarlaları, yükseldikçe makilik, biraz daha yükseldiğinde meşelik, içerisinde gürgen ağaçları, az daha yukarısında boz ardıç, kara ardıç, katran ağacı andız, diken ardıcı vs. Zirveye doğru çıktığında batı tarafı sarp kayalardan oluşuyor, doğuya doğru bir çizgi halinde uzayıp gidiyor, her ilerleyişte ağaç çeşidi değişiyor, çam ormanları ladin ormanları, bulundukları yere ayrı bir heybet katıyor. Batıdan doğuya doğru göz gezdirdi. Gördüğü her mevkide ayrı hatıralar vardı. Dökek kayasından aşağıya doğru kurumuş ardıç gövdelerini atarak odun yaptıkları, tam zirveye çıkıp aşağıya attıkları ne kadar zamanda düşecek diye baktıkları, esen rüzgara kaval sesini karıştırdıkları günleri hatırladı. Meşe ve gürgen ağaçlarından dal kesip oğlaklara yedirdikleri günler hayal meyal gözünde canlandı.
Şöyle biraz daha başını çevirdiğinde “aha” dedi “şurası kavalcı, az ilerisi kınalı taş, yukarısı kuru göl, zirvesinde kule, biraz doğuya doğru ilerleyince Öneği denen yeri gördüğünde duraksadı. Burada bir tarla vardı. Tarlaya doğru uzun uzun baktı. Tarlanın orta yerinde bir meşe ağacının gölgesinde yatan, bir buçuk yaşında bir çocuk gördü. Çocuk, oldukça hasta, bitkin, gözleri çökük rengi solmuş, bir deri bir kemik kalmış halde sadece nefes alıyor o kadar. Yaz mevsimi, ekinler biçilecek, saplar toplanıp harman sürülecek iş paçadan akıyor, geçim zamanı neticede. Doktora gitmeye ne para var ne imkan. Genç Ömer, ekin biçiyor, eşi, biçilen ekin saplarını harmana topluyor. Arada gelip çocuğa bakıyorlar. “Bu gün de ölmeseydi yarın Doktor Ali gelecekmiş bir gösterirdik” diyorlar. O gün akşam oldu, çocuk ölmedi. Ertesi gün annesi onu sırtına sarıp köyün yolunu tuttu. Yüreğinde umut, endişe, hüzün adeta kıyıya vuran dalgalar gibi gelip gidiyordu. Doktor Ali gelmişti. Doğruca onun evine vardı. Doktor Ali akrabaydı köylerinden çıkan tek doktordu. Hoş geldin hal hatır sormaktan sonra “ağabey şuna bir bakarmısın” dedi. “Aç bakalım bir görelim” deyince, kundağı çözdü. Doktor, gördüğü manzara karşısında adeta şok geçirdi. Gayrı ihityari dilinden dökülen ilk cümle “bacı sen bunu öldürüp getirmişsin” oldu. “ Ağabey şikayetçi olacak değilim, bir bakıver, derdi neymiş onu bileyim, ölürse de ölür ölen ilk çocuğum olmayacak” diye ısrar edince doktor bir muayene etti, sırtını, göğsünü dinledi gözlerine baktı nabzını ölçtü; gözleri umutla parladı “bacı bunun hiçbir şeyi yok sapasağlam çocuk, dediklerimi yapacaksan bir ilaç vereyim, yapamayacaksan zaten sona gelmiş ilaca yazık” “tamam ağabey sen söyle hele ne yapmam lazım? “Buna yağlı yedirme haşlanmış patates haşlanmış yumurta, yağsız yoğurttan yapılmış tarhana çorbasına devam et. Şu ilacı da bitene kadar kullandır.” Doktorun verdiği ilaçla birlikte köyde en kolay bulunan nimet tarhana çorbasına devam ettiler. Tam iki sene neredeyse günlük öğünü bu oldu. O zamandan sonra da bir daha hasta olmadı. Aradan on sekiz sene geçmişti. Tarhana çorbasıyla yeniden hayata döndüğü bu köyden şimdi yeni bir hayata adım atıyor, gurbete çıkıyordu. “Hey gidi günler” dedi yüzünde hafif bir tebessüm belirdi. Bu hatırayı annesi defalarca anlattığı için özüne işlemişti.
Az önce baktığı yerden biraz aşağıya doğru gözlerini kaydırdığında Öneği’nin oluk görünüyordu. Oluk, kış yaz coşkuyla akar, kışın biraz ılık, yazın buz gibi olur. Üst tarafta bir armut ağacı, civarında meşe ağaçları gelene gidene huzur veren bir manzara. Bütün canlılar gelip bu oluktan faydalanır. Bu oluğu görünce babasıyla yaşadığı bir anı canlandı gözünde. Bir yaz günü Kavalcı’da davar güdüyorlardı. Öğle vakti geldiğinde azıklarını yedikten sonra babası, bu oluğa kadar gelip su içmiş, abdestini alıp namazını kılmış gelirken de kendisine ayakkabının içinde su getirmişti. Aradan geçen on seneye rağmen bu gün gibi hatırladı. Gözleri doldu, Kavalcı’ya doğru uzun uzun baktı sanki o günleri görür gibiydi. Biraz aşağıya baktığında Ilpık denen mevkideki ekin tarlalarını gördü. Oranın biraz aşağısında Cambazlar denen yerdeki oluğun önünde yer alan devasa kara dut ağacından dut yedikleri günü hatırladı güzel hatıralar canlandı gözünde. Sanki Cambazlar oluğundan su içip de serinlemiş gibi hissetti. Hem etrafına bakınıyor hem de yavaş yavaş ilerliyordu.