1
Yorum
6
Beğeni
0,0
Puan
133
Okunma

Büyük bir şehirlerin birinde, adaletiyle ün salmış bir kadı yaşardı. Halk, onun kararlarının her zaman doğru olduğunu bilir ve merak ederlerdi, bir gün bir yerden geçerken halktan bir kaç kişi yaklaşır ve kadıya size bir şey sorabilir miyiz diye devam ederler kadı durur bakar tabi buyurun sorun der ve eklerler acaba “sizin kararlarınız neden bu kadar isabetlidir? diye
Kadı, sakin ve ağırbaşlı bir sesle yanıt verir.
Ben hüküm vermem, hükmü ancak hakikatin kendisi verir. Ben yalnızca o an kalbimin önündeki perdeyi kaldırırım der.
Ve devamında yakın zamanda yaşana bir anısını anlatmaya başlar, günlerden bir gün, iki adam kavga ederek kadının kapısına geldi. Biri hakkı temsil ediyor, diğeri ise kelimelerle kendini haklı göstermeye çalışıyordu. Haksız olanın sözleri süslü ve ikna ediciydi, fakat yüreğindeki boşluk her cümlede belli oluyordu.
Kadı onları sessizce dinledi ve sonra ağır bir sessizlikle konuştu.
“Sözün uzunluğu haklılığı göstermez amma Hakikatin sesi, suskunun içinden yükselir.”
O anda orada bulunan herkes fark etti ki, hakka ve hakikate yakın olanın dili ne kadar süslü olursa olsun önemli değildir, esas olan kalbidir, niyettir, vicdandır. Hakikatin işareti, ne gücün, nede güçlünün yanında güzel sözlerin şatafatın da değil, davranışların ve ruhun duruluğunda gizlidir.
Halk, kadının bu öğüdüyle bir ders aldığında anlar ki eğer gerçek adalet, yalnızca sözcüklerin, argümanların, gücün ve onların efendilerinin gücüyle belirlenmez. Onun için gerçeklere ve hakikate ulaşmasını bile göz, kalpteki her gerçeği görür, ve bilinmelidir ki hüküm, her zaman hakikatin sesine kulak vermekten doğar.
"O zaman bilinir ki adaletin hükmü ile alınan her yol hükmün adaletiyle örtüşür."
Mehmet Demir
161123