0
Yorum
3
Beğeni
5,0
Puan
85
Okunma
Derler ya, “Coğrafya kaderdir.” Oysa insanın kaderini yalnızca doğduğu topraklar değil, doğduğu evin duvarları da belirler. Çünkü insan sadece bir ülkeye değil; bir anneye, bir babaya, bir suskunluğa doğar. Coğrafya, insanın dış dünyasını şekillendirirken; aile, iç dünyasının haritasını çizer. Kimi bir sevgiyle büyür, kimi bir eksiklikle… Kimi anne şefkatine sığınır, kimi babasının sessizliğinde kaybolur. Ve sonra, yıllar geçse de o sessizlik kalemin ucunda yankılanır. Edebiyat, işte bu yankının kelimelere dönüşmüş hâlidir.
Oğuz Atay, Ahmet Altan ve Tezer Özlü gibi yazarlar, yaşadıkları ailevi travmaları kelimelere dönüştürerek birer iç hesaplaşma yaratmışlardır. Her biri, çocukluklarının izlerini eserlerinin derinliklerine işlemiş; yaşadıkları acıyı, varoluş sancısını, sessizliği edebiyata dönüştürmüştür.
Oğuz Atay, babasının soğuk ve mesafeli tavırları içinde büyümüş, duygularını içine gömen bir çocuk olmuştur. Bu içe kapanıklık, onun kaleminde derin bir yalnızlığa dönüşür. “Tutunamayanlar”, yalnızca bir roman değil, bir iç çığlıktır. Atay’ın kahramanları toplumun dışına itilmiş, anlaşılmamış, “tutunamayan” insanlardır. Babasının sevgisizliği, onun satır aralarında yankılanır; her cümlede, suskun bir babaya söylenememiş bir söz gizlidir.
Ahmet Altan ise babası Çetin Altan’ın politik baskılarla dolu hayatının gölgesinde büyümüştür. Babasının sürekli tehditlere, hapis cezalarına maruz kalması, Ahmet Altan’ın dünyasında hem korku hem de direnç duygusunu beslemiştir. Kendi hapis süreciyle birlikte, kalemi bir direniş aracına dönüşmüştür. Onun eserlerinde özgürlük, baskı ve bireysel direniş temaları öne çıkar. Altan’ın kalemi, zincirleri kırmak isteyen bir ruhun feryadıdır. Babasının susturulmuş sesi, onda edebî bir isyana dönüşür.
Tezer Özlü ise çocukluğundan itibaren ailesel baskılarla kuşatılmış, uzun yıllar psikiyatri kliniklerinde tedavi görmüştür. Bu tecrübeler onun dünyasında bir “soğukluk” yaratmış, ama aynı zamanda o soğukluğun içinde varoluşun sıcak kıvılcımını bulmuştur. “Çocukluğun Soğuk Geceleri” adlı eserinde, insanın kendine yabancılaşmasını, özgürleşme arzusunu ve ruhsal sıkışmışlığını anlatır. Özlü’nün satırları, karanlığın içinden yazılmış bir aydınlanma gibidir.
Bu üç yazarın ortak noktası, kaderin yalnız coğrafi değil, psikolojik bir miras olduğunu göstermeleridir. Aile, bir insanın ilk kaderidir; ilk yarası, ilk sığınağı ve ilk aynasıdır. Oğuz Atay’ın yalnızlığı, Ahmet Altan’ın direnişi, Tezer Özlü’nün içsel arayışı… Hepsi birer çocukluk yankısıdır.
Sonuçta, coğrafya ne kadar kaderse, aile de o kadar kaderdir. İnsan bazen bir evin sessizliğinde, bazen bir babanın gölgesinde, bazen de bir annenin susuşunda yazgısını bulur. Edebiyat ise bu yazgının dile gelişidir — susturulmuş çocukların, geç anlaşılmış yazarların, kırık ruhların kelimelere sığınışıdır.
5.0
100% (1)