4
Yorum
10
Beğeni
5,0
Puan
318
Okunma

Boşluk duygusu… Anlam arayışı…ve bizi içimizdeki hazineyi bulmamız için kovalayan dünyanın tüm belaları…Dünya hayatının özeti bu işte.
Yıllar önce bir kitap okumuştum Victor FRANKL / İnsanın Anlam Arayışı … Bu imtihan sahnesindeki zorunlu mevcudiyetime anlam vermeye çalıştığım zamanlardı…Hoş halen de verebilmiş değilim.
Victor FRANKL , -bildiğiniz üzere- Nazi kampında 1943 ‘ten itibaren 3 yıl bulunmuş Yahudi asıllı bir psikiyatr. Annesi , babası , eşi ve çocuğunu aynı kampta birkaç metre ötede olmasına rağmen kampa alındıktan sonra bir daha göremeyen ve onları orada eziyet içinde son yolculuğuna bile uğurlayamayan biri. Bu survivor içinde birçok tanıdığının kaybını izlerken, insani ve mesleki tecrübeleriyle yaptığı gözlemleri kendinden sonrakilere aktarmak, belki de V. FRANKL’ ı o dayanılmaz şartlarda ayakta tutan tek yaşam motivasyonuydu. Çünkü , Nietzsche ‘nin de dediği gibi ”Yaşamak için nedeni olan, her türlü ‘nasıl’ a katlanır.
Belki o yıllarda kendine çok sormuştur yazar : ”Benim gibi bir doktorun bu kampta işi ne?” diye. Bugün hala bu kitap bestseller ise, V. Frankl’ın o kampa düşmesinin anlamı da buydu bence.Logoterapiyi geliştirmesini sağlayan itici güç de bu süreçte yaşadıklarıydı.
“Avatar” adlı filmi herkes nasıl yorumladı bilmem, ama ben hep insan denen mahlukun ilahi ruhun sureti oluşunu ve bunun da “avatar” denen bir tür kılıfla oyuna dahil olduğunu düşündüm. Kaynağın değişik avatarlar, suretler halinde evrende bir sistem icra ettiğini…
Neden bunları yaşıyorum? Hak etmek için ne günah işledim? Sorusunun cevabı neden yok biliyor musun? Çünkü dostum, bu onun filmi. Dilediği avatarı kendine seçer. Alem suretleriyle yeryüzünde hükmünü sürdürür ve bunun için senin iznini almak zorunda değildir. “ Sen” diye bir şey yok, izin alınacak herhangi biri de yok. Küsüp duruyorsun ya hani bazen; bir kendine , bir dünyaya bir Allah’a… Aslında tek bir günahın var, tek temel hatan; kendine varlık elbisesi giydirmek suretiyle şirke düşmen… Buradan çıkarsan her şey anlam kazanacak ve tali yollarda kaybolmaktan yorgun düşmek yerine sıratı müstakim üzere olacaksın diyorum kendime hatırlatma olsun diye.
Velhasıl, içimizdeki “ benden öte ben” in belalar yoluyla ulaştırdığı çağrıya kulak vermeyince, cevapsız sorularımızla oturup kaldık, başımız ellerimizin arasında. Her sorunun cevabı vardır ,bir de cevaplanacağı zaman. Sonradan gelir çoğunlukla cevaplar, taşlar yerine zamanla oturur. Kabullenip gereğini yapmak yerine türlü bağımlılıklara sığınarak sahneden kaçmak bizi daha da çıkmaza sürükler yalnızca.
Fazla mı kavrama boğdum cümlelerimi bilmiyorum. Peki o zaman, gerçek zamanlı gerçek hayat öykülerinden devam edeyim. Bağlantı kurmayı becerebilirsem tabii… Umarım bohçayı dağıtmam.
Bazen her şey üst üste gelir. Nasıl baş edeceğimizi bilemeyiz ve isyana sürükleniriz. Dualarımız kabul olmadığı gibi yıllardır sabrettiklerimizin üstüne yenileri eklenmiştir. Sonuç; dört başı mamur depresyon… Bu arada bizi bir görüp gözeten olduğunu unuturuz. “İnsan kendinin başı boş bırakılacağını mı zanneder? “ Evet öyle zanneder... Olanların hiçbir anlamı yoktur.
6 Şubat depreminde kaybetmiştim ben de umutlarımı sanırım. Uzun bir dönem üst üste gelen afet ve tüm yakınlarımı kapsayan halen de devam eden o dönemde…Dua etmeyi unuttum sanki, ya da uyuşmaydı bir tür bilemiyorum. Oysa sonradan benim tekamülümde önemli bir dönüm noktası olduğunu anlayacaktım.
Saat 04.17 depreminin şokunu arabada atlatmaya çalışırken 20 km’yi 5 saatte gidebildik oluşan trafik kaosundan. Sonra Hatay’ın daha büyük bir yıkım altında olduğunu zar zor öğrenen eşim oraya doğru yola koyuldu ama yollar köprüler de yıkılıp kapanmıştı, benzin de bulamıyorduk. Şehirden uzaktaki evde kalmak zorundaydım. Bir gün önce de gelmiştik kümes hayvanlarını beslemek için bu eve <Her şey çok sessiz ve sıradandı kar ve yağmur dışında. Buralar pek yağış almaz.Aşırı kar yağışından-ve yağmur da eklenmişti buna-kümes telleri karların ağırlığından çökmüş demirler eğilmişti.Araba rampayı çıkamadı,yemleri sürükleyerek çıkarmıştık.Kışın soğuk ve şehre uzak olduğundan bağ evinde kalmıyoruz ve bu yüzden yiyecek malzemelerinin çoğunu da diğer eve götürdüm bozulmasın diye o gün. Bunu da hiç yapmazdım normalde.
Ertesi gün deprem oldu ve işte bu soğuk ve erzaksız evdeydim. Su akmıyor donmuş. Elektrik yok. Karları eritmek için kaplara koydum su ihtiyacı için, erimiyor…Evdeki yufka ekmekleri ve bahçenin ürünü zeytinler temel yiyeceğimiz oldu. Dünden beri bunları yemek zorunda kalınca öğle vakti 13 civarı bahçeye indim yumurta getirmek üzere. Oğlum zeytin sevmemesine rağmen mecburen yedi. Hep anlattığım o yokluk öyküsü gerçek oldu.
Depremden sonra onu hiç yalnız bırakmamıştım o ana kadar. Sürekli paltolarımız üzerimizde elimde kapı anahtarı, devam eden 5-6 şiddetindeki artçılar yüzünden bir içeri bir dışarı mekik dokuyorduk. Dışarda kar yağmur, içerde çatırdayan duvarlar…
Bahçedeki kümese gittim, çocuğu içerde bıraktım çünkü yağmur hiç kesmiyordu ve ayaklarım kara batıyordu alt bahçede. O 5 dakikalık Çıkışımın 7.6’ lık ikinci büyük depreme denk gelişi tesadüf müydü, sınav mı?
Elimde yumurta kapıya geldiğimde merdiven ayaklarımın altından kayıyordu. İnanamadım uykusuz ve şokta olduğum için kabusun içinde sandım kendimi bir an. Anahtarı kapıya takmaya çalıştım. Ev sağa, zemin sola, elim her iki yana kayıp duruyordu. Anahtarı taktım bu sefer kapı sıkışmıştı depremin şiddetinden kasılmıştı. Açamadım. O birkaç dakikada zamanla yarışırken ettiğim duaları hiçbir zaman etmemiştim. Biri bana deseydi ki ; 7.6 ile sallanan bir binaya girmek için Allah’a yalvarır mıydın? İçerde benden öte biri varsa, bir saniye bile düşünmezdim.
Gerçekte de sevginin normalde hiç yapamayacağınız şeyleri yaptırma cesareti verdiğini yaşamadan bilemiyor insan. Kaldı ki ,sadece 9 saat önce 7.8 şiddetindeki daha büyük bir şoku henüz atlatamamışken böyle bir travmaya daha maruz kalmak, hayatımın en zor anlarıydı. O birkaç dakika öyle uzundu ki…
Sonunda kapı açıldı ,çatırdayan duvarlar zangırtılar arasında eve girmeyi başardım. Oğlum yerde yatıyordu. Kanepenin yanında, çök- kapan- tutun yapmaya çalışmış apartmandaki gibi. Zeminde olmasına rağmen bahçeye çıkmak aklına gelmemiş. Dışarı çıktık yağmur aralıksız yağıyordu. Ama oğlum zıp zıp zıplıyordu, yağmur damlalarını ağzıyla yakalamaya çalışıyordu. Aklımı kaçırmak üzereydim, yalnızdık ve daha ne kadar süreceğini bilmediğim bir afetin ortasındaydım.
Bütün ailem de öyle, farklı illere dağıldılar. Şarjım bitti, elektrik yok, su ve yiyecek yok, iletişim yok, benzin yok ….Ama oğlum çok mutluydu nedense. Ayağıyla sulara basıp duruyordu” Allah aşkına yeter, aklımı kaçırmak üzereyim” dedim ona. Şaşırdı, durup dururken bağırmışım gibi. “Ama bu çok eğlenceli “deyip duruyordu. Çocuklar her olanı gerektiği sükunette karşılıyorlar. Çünkü hayat bir oyun onlar için sadece. Ağlayıp sinirlenmenin gücümü daha fazla tüketmekten başka hiçbir işe yaramayacağını ben de o zaman anladım.
Bağdaki komşumuz da ailesiyle bize geldi yalnız bırakmamak için, sadece yazın kullandığımız için evin kalorifer sistemi yoktu o zaman . Kuzineyi yakmaya çalıştım, beceremedim, hiç tecrübem yoktu. Yardım ettiler. Eşimin iş arkadaşlarıydı komşumuz aynı zamanda. O gün evdeki zeytin ekmekleri yiyip durduk. Gece nöbetleşe uyuduk, artçılar ve tüten soba bacası yüzünden. Kimseden haber alamıyordum. Eşim de Hatay’da 3 gün su ve yiyecek bulamadığını , dağ yollarından saatler süren yolculuktan sonra ulaştığını ve benzininin bittiğini öğrendim arkadaşından. Mahsur kalmıştı. Bursa’dan benzin ulaştırmışlar 4.gün. Hastaneler, yollar, marketler, binalar, insanlar… Hiçbir şey kalmamıştı...Tam bir kıyamet…Kaldırımlarda yatan cesetlerin ve yağmurun altında cenazesi karışmasın diye bekleyen ve cenazesi enkazda olmadığı için sevinen akrabalarımızı dinlediğimde, benim yaşadığımın hiçbir şey olmadığını anladım. Böylesi büyük bir yıkıma hiç kimse hazırlıklı olamazdı.Herkes şoktaydı.
Bu travmayı Hatay’da yaşayan ve elleriyle kazıyarak nişanlısını enkazdan çıkartan eşimin yeğeni halen kendine gelemedi .”Sadece yemek yerken ve alkol alırken iyi hissediyorum,”diyordu. Onun dışında acısının hiç dinmediğini söyledi. Bağımlılıklar hiçbir acıyı dindirmiyor , sadece üstünü kapatıp devamını sağlıyor. Kabullenmek, yıkımları, bağımlılıkları ve duygusal istikrarı korumak hayati önem taşıyor böyle durumlarda.
Kaos ve kederin ortasında ebeveyn olmak ise yükünüzü iki kat arttırıyor. Bahçede ağaçların arasında sakinleşmeye çalıştığım bir gündü. Depremin üstünden 2 hafta geçmişti sanırım. Bir de büyük bir sel afeti eklenmişti sıkıntımlarımız arasına. Oğlum “şimdi de boğulacak mıyız anne”diye kaygılanıp uyuyamıyordu. Böyle bir deprem de sel de görülmemişti Şanlıurfa’da, sanki lanetlenmiş gibiydik o yıl.
Evdeki Paltom ince olduğundan yenisini sipariş etmiştim. Halen gelmeyince aradım firmayı,deprem bölgesinin kargoları geri dönüyordu, ulaşım sıkıntılıydı. Zaten bozuk olan sinirlerime hakim olamayıp ağladım ağaçların ve boşluğun ortasında.
O sırada oğlum koşa koş geldi yanıma.
Ağladığımı görünce çok şaşırdı. Ona üzüntümü yansıtmam çünkü normalde.
“Bu çok saçma, anneler ağlamaz ki “dedi ve o da ağlamaya başladı.
Ertesi gün dedi ki,”anne onca depreme ve sele üzülmedim , hatta eğlenceliydi ama seni ağlarken görünce anladım ki biz çok kötü durumdayız. Gözyaşların boynundan akıyordu en kötüsü buydu , o zaman korktum”.
Bence, bir çocuğun yıkıldığı an, dünyanın yıkıldığı an değil, ebeveynlerinin yıkıldığı andır.
Ve çocuklar dünyayı bizim bakışımızla filtre ederler.
Tarihin en büyük felaketinin ortasında bile size destek olan sevdikleriniz varsa ,hiçbir şey dert değil. Hiçbirimiz kafamızda kurguladığımız ebeveynler olamayız. Onları her acıdan koruyamayız ama yapabileceğinin en iyisini yapmak ve bayrağı kendi ebeveynlerimizden daha ileri bir noktaya taşımak, hatalar zincirini kırmak iyi bir ebeveyn olmak için yeterli bence. İçimizde sürekli tekrar eden yetersizlik duygusunu fark etmek önemli.Gücümüz sınırlı, imkanlarımız sınırlı, çünkü bu O’nun filmi...
Dünyaya geldiğimizde sahne ve oyuncuların kurulu düzeninde buluyoruz kendimizi. Adımızı dahi seçemediğimiz bir senaryoda şaşkın ve yabancı gözlerle bakıyoruz dünyaya. Burası zor bir yer…”Dünya hepimizin canına okuyor” gerçekten..
Fırtınada savrulmamak ve sürekli değişen formlar dünyasında dengemizi korumak için, bu ilahi oyunda , hem oyuncu, hem gözlemci; hem dalga , hem okyanus olduğumuzu fark etmek, kritik düzeyde önem taşıyor sanırım. Dünya rüyasın da kaybolmamak için, olaylardan dramatik yaşam öyküleri üretmemeyi ve dinginlikte köklenmeyi öğrenmek zorundayız.
5.0
100% (3)