0
Yorum
7
Beğeni
5,0
Puan
161
Okunma
İnsan, çelişkilerin canlı hâlidir.
Hem topraktan doğar hem yıldız tozudur; hem yaratıcıyı arar hem kendi gölgesinden korkar.
Kendini anlamaya çalıştıkça uzaklaşır, susunca yaklaşır.
Kendini evrenden ayrı sanır oysa içinde, yıldızların sustuğu aynı boşluk yankılanır.
Bir yandan göğe bakar, bir yandan toprağa kök salar.
Ne tamamen ruh, ne bütünüyle beden; ikisinin arasında ince bir çizgidir insan.
İnsan, aklının efendisi olduğunu sanan bir duygudur aslında.
Bir yanıyla ölümlü bir hayvandır, bir yanıyla sonsuzluğu sezebilen tek varlık.
Ne tamamen ruh, ne tamamen madde…
İkisinin arasındaki o ince çizgide yürüyen bir arayıştır.
Aklı sonsuzu ister, kalbi bir sarılış.
Bir damla suyun içinde denizi görür, ama çoğu zaman o damlada boğulur.
İnsan, kendi sesini duymak için başkalarının aynasına bakar.
Her “ben” dediğinde biraz daha eksilir, her “biz” dediğinde biraz daha bütünleşir.
Sevgiyle tamamlanmak ister ama sevgiyi de sahip olmakla karıştırır.
Her gün yeniden doğar ama fark etmez; çünkü doğmak, acı çekmektir biraz da.
Yaraları kadar olgun, umutları kadar gençtir.
Bir yanıyla geçmişin esiri, bir yanıyla geleceğin hayalidir.
Kısaca:
İnsan, eksikliğini fark eden tek canlıdır — ve bu farkındalık, hem laneti hem mucizesidir.
Ve sonunda, kendini evrenden ayırdığı yerde yeniden bulur.
Anlar ki bütün arayışlar tek bir yere çıkar: İnsanın kendi kalbine.
Çünkü insan, ne topraktır, ne gökyüzü ikisinin arasındaki o kısa mucizedir.
5.0
100% (1)