6
Yorum
19
Beğeni
5,0
Puan
425
Okunma

Çok uluslu kentlerin istilaya uğradığını artık görebiliyordum. Çekip gidebilir miydim bilmiyorum. Her yerin ve herkesin aynı olduğu yerde nereye kaçabilirdim. Kentler sarhoştu. Şehirler eskisi gibi kavramıyordu insanların kabini öğütlemeyi. Durağan bir insanlığın aklına durmaksızın sıcak şeylerin harareti basıyordu. Ruh temel bir bedenin husumetlisiydi artık. Kayıp bir söz sanatçısı olmuştu kadim kitabelerin devranı.
Uyluklarından başlayan uyuşukluklarına yetişemiyordu zehir. Kırbaçların tesir etmediği, üveyik kuşlarının sancılarının zihinlere ulaşmadığı aşikârdı. Yeniliyorduk. Kaybediyorduk. Ve koca bir kimsesizliği taşıyarak sırtımızda sistemin öğüttüğü hiçsizliğimizin geleceğine demirleniyorduk.
Bu devrin rozetini yakama iliştiremedim hiç. Küçüldüğümüz yerin suskunluğunu taşımaktan yoruldum. Kalabalıktayım Araflardan sızan kaybolmuşluğumla. Doğduğumda yorgundum çağdan kopan kayaların borusu hep çaldı bedenimde. Yuvarlanıp durdum kaybedişlerin yamacında. Çağı da yordamla yamadım çağrıyı da…
Buralardan çok kaçardım ben. Siyah bulutların beyaz benlerinde kendimi çokça yağmura duyurmaya çalıştım. Bir ressam sevdim önceleri. Çadırlar kurardı vahaların narin durgun sularına. Kaçıp kaçıp giderdim gözlerinin enginliğine. Boğazına kadar gömülmüş hazzı geviş getirenlerin diyarından karnı açların hafifliğine kaçtığımı hissediyorum onun vatanında.
Bir sızı vardı gözlerinde. Kimseden duymadığım, ruhuma iliştirdiği sözlerle bir olurdu. Büyük düşlerin inatçı gerçekliğine kafa tuttuğunu gördüğümde kollarının altından bir rahle çıkarıp verirdi. Okurdu ve dokurdu. Meydan oku derdi. Medeniyetin mesnetsiz ligine meyil eden kalabalıkların caddesine çık. Yamalı niyetlerinin kırış kırış olmuş ruhundan sıyrılıp tüm bakışların güneşi karartmaya çalıştığı taşların sinesine yürü, bir mavi sızı çıkar ve yüreğinin en görkemli yerinden durgun sulara sal derdi…
Hallice kabardı kalbim. Uysallığımın uyarlığa çatışmasını gördüm. Dar elbiseleri bana uydurmayacaklarını belledim. Hizaya çekileceklerin yüreğinden süzülenlerin mevsimine uyandığımı hissedebiliyordum. Sınırlar çektiler. Kelimelerle oydular yabancılaşmış insanların gözlerini. Körlerin rüyasına girmeden gizemlerini dağıttılar uykulu sıçrayışlardan. Yeryüzünü doyumsuz uzantılarının kaprislerine peşkeş çekip ayak izlerinin olmadığı yerlere kavmiyetçiğin kanıyla kustular.
Şimdi ne yapacaktı insan. Neyin gölgesinde bu patavatsız azgınlığın sıcağına dur diyecekti. Yalnız mıydık? Kente çöken Kibriyacının hiç mi eklemlerine gülle atacak bir şairin diş izleri yoktu. Bekleşmeler hep içimiz. Dışımız ise bir yangının orta yeri…
5.0
100% (6)