2
Yorum
9
Beğeni
5,0
Puan
250
Okunma

Teneke, bir gece vakti gökten düşmüş gibiydi. Sert, soğuk, yabancı. Toprağın üzerine çöreklenen bu metal canavar, karınca yuvasının ağzını kapkara bir tıkaç gibi kapatmıştı. İçeridekiler için zaman, koyu bir balçığa dönüştü. Hava ağırlaştı, nem küf kokusuna büründü, karanlık her yere işledi. Dünya, aniden daralmıştı. Sınırları, bu çelikten kabuğun iç yüzeyiyle çizilmişti. Önce panik, bir dalga gibi vurdu koloniyi. Antenler çılgınca titreşti, küçük bedenler birbirine çarptı, kör kuyunun dibinde debelendiler. Sonra, kaçınılmaz olan oldu ; Kabullenme, yaşam, tenekenin içinde yeniden düzenlendi. Tüneller kazıldı, larvalar beslendi, düzen yeniden kuruldu. Ama bu düzen, bir mezarlığın düzenine benziyordu; sessiz, hareketsiz, soluktu.
Teneke yuvalarının üzerine kapanmadan evvelki dünyayı bilen karıncalar nesiller yenilendikçe yok olmaya başladı. Artık o dünya yeni nesillere aktarılan bir efsane , masal olmuştu.
Ta ki o delik açılana kadar. Bir sabah, belki de bir gece, dışarıdan gelen sert, ritmik darbeler duyuldu: Tak!.. Tak!.. Tak!.. Sanki tanrılar, metal göğe bir çekiçle vuruyordu. Sonra, bir çığlık gibi, ince, keskin bir cızırtı. Ve nihayet, bir ışık huzmesi. Toz tanelerinin dans ettiği, soluk sarı bir sütun. Dünyaları, bu delikten sızan ışıkla yeniden doğdu. Yukarıda, o küçücük aydınlık nokta, artık her şeydi. Güneşleri, ayı, yıldızları kısacası evrenin merkezi , hayatın tek kaynağıydı. Onun altında toplandılar. Titrek ışıkta ısındılar, antenlerini uzattılar, o kutsal parıltıyla beslenir gibi oldular. O daracık ışık sütunu, karanlığa anlam veren tek gerçeklikti. Deliğin çevresi, kutsal bir mabedin zemini gibi parıldıyordu. Diğer her yer, zifiri bir karanlıktı.
Çoğu için bu yeterliydi. Işık vardı, düzen vardı. Yaşam metal kafesin içinde bile sürüyordu. Neden risk aslınlardı? Neden o tanıdık karanlığın, bildik toprağın güveninden vazgeçesinlerdi? Kabuklarına çekildiler. Işığı seyretmek, onun altında uyuklamak, bir ömre bedeldi. Ölenler, o kutsal ışığın altına gömüldü. Yaşam ve ölüm, yıllarca o tek noktanın etrafında dönüp durdu. Ama içlerinde biri, hep biraz daha yakına gitmek istedi. Diğerlerinin durduğu yerde durmadı. Işık huzmesine bakarken, bir gün, tenekenin pürüzlü, dikey duvarını keşfetti. Diğerleri toprağa gömülmüş larvaları taşırken o, aklını kemiren bir merakla, o soğuk metale ilk dokunan oldu. Tırmanmak çok zordu. Yüzey kaygandı, tutunacak yerler seyrek ve aldatıcıydı. Bir adım yukarı, iki adım aşağı. Kaydı, düştü, tekrar denedi. Diğerleri aşağıda, antenlerini şaşkınlıkla sallayarak izliyordu. Onun çabası, kendi küçük, güvenli dünyalarına bir hakaretti. "Boşuna" diyordu sessiz bakışları. "Işık zaten burada, neden daha fazlasını arıyorsun?"
O, sadece tırmanıyordu. Her düşüş, içindeki ateşi biraz daha körüklüyordu. Yukarıdaki ışık, artık bir tanrı değil, bir çağrıydı. Çağrıyı duymuştu, geri dönemezdi. Antenleri yorgunluktan titriyordu, ama o ,metalle olan savaşında inatçıydı. Saatler mi geçti, günler mi? Bilmiyordu ,zaman tırmanışın teri ve düşüşün tozu arasında eridi. Sonra bir an geldi, pençeleri deliğin pürüzlü kenarına kenetlendi. Başını, o kutsal ışığın kaynağına doğru uzattı. Ve...
...Başka bir dünya parladı.
Tek bir duygu değil, bir duyu seli. Kör edici bir aydınlık. Gökyüzü, mavi bir devdi. Rüzgâr, hiç tanımadığı bir özgürlüğün nefesiydi. Kokular... Toprak, çiçek, yaşamın ta kendisi. Yeşilliklerin uçsuz bucaksız bir deniz gibi dalgalandığı, göz alabildiğine uzanan bir dünya. Tenekenin içi, bir mezardan farksızdı şimdi. O daracık delikten sızan ışık, koskoca bir yıldızın, Güneş’in cılız bir yansımasıymış meğer. Aşağıda, o kutsal sandıkları nokta, bu engin evrende bir toz zerresi bile değildi.
Gözleri kamaştı. Kalbi, minicik göğsünde yerinden çıkacak gibiydi. Gerçeğin büyüklüğü karşısında eziliyordu. Geri dönüp söyleyecekti! Anlatacaktı! Aşağıdakilere bu muhteşem dünyayı haber verecekti! Başını delikten içeri uzattı. Aşağıda, o tanıdık karanlık, şimdi daha da bunaltıcı görünüyordu. Işık huzmesinin altında, diğerleri, hiçbir şey olmamış gibi, rutin işlerine devam ediyorlardı. Larvalar taşınıyor, yiyecek stoklanıyordu. Onun çığlığı, o küçük, kapalı evrenin uğultusunda kayboldu. Kimse yukarı bakmadı. Kimse çağrısını duymadı. Işığa tırmanmanın bedeli, geri dönememekti. Aşağıdaki dünya artık ona göre değildi. O, artık başka bir âlemin yolcusuydu.
Güneşin altında durdu. Uzakta, dev yapraklar, çiçekler, başka yuvaların izleri vardı. Yol uzundu, adımını ileri attı. Artık tek dünyası yoktu. Bir yanda içine doğduğu, tenekeden daracık dünya diğer yanda soluk aldığı, göz alabildiğine geniş, korkutucu ama bir o kadar muhteşem olan. Biliyordu ki, aşağıdakiler için tek gerçeklik, o tenekenin içindeki karanlık ve delikten sızan ışıktı. Onlar, tenekeden dünyalarında doğacak, yaşayacak ve öleceklerdi. O ise, güneşin altında, gerçek dünyanın ilk adımlarını atarken, delikten sızan ışığın, aslında bir hapishanenin parmaklığı olduğunu anladı.
En acı olan ise, hapishanenin kapısı açık olsa bile, çoğunun asla dışarı çıkmak istemeyeceğiydi.
Işığın kaynağına gitmedikçe sana sunulan kadar aydınlanırsın...
Işığa daima ışığa...
Çağdaş DURMAZ
5.0
100% (4)