2
Yorum
11
Beğeni
5,0
Puan
269
Okunma
Sessiz Metal Kutu
Şehir hayatının en garip tiyatrolarından biri asansörde oynanıyor.Birkaç metrekarelik, soğuk metal ve aynadan ibaret bir kutu:ne tam kamusal ne de tam özel. Kapı kapanıyor, beş yabancı birbirine birkaç santim mesafede; dudaklar mühürlü, bakışlar tavana veya yere. Birisiyle göz göze gelmenin yasak olduğu bir yer gibi.
Her şey saniyelerle sınırlı ama kuralları var:
Kimse kimseye fazla bakmaz.
Derin nefes almak bile bir tür ihlâl gibi hissedilir.
Kat düğmesine basıldıktan sonra bir daha basmak “hızlandırma büyüsü” sanılır. Başkası basmışsa, o katın ışığı yanıyorsa bile tekrar basmak. Belki de “Ben de o katta ineceğim” mesajı belki de “işini garantiye” alma isteği…
Bu birkaç saniyelik zorunlu mahremiyet, şehrin gürültüsünden kopuk bir “askıya alınmışlık” hâli yaratır. Asansör, tam anlamıyla bir bekleme odası: yukarı çıkmak veya aşağı inmek için değil, sanki insanlığın küçük bir provasını yapmak için var.
İşte bu sıradan ama tuhaf mikro evrende, hem sosyolojinin hem mizahın hem de felsefenin kapısı aralanıyor.
Mikro Uzayda Sessiz Anlaşmalar
Asansör, apartman veya plazada rastgele insanları bir araya getiren en kısa “topluluk”. Ortada ne yazılı kural ne de ilan var ama herkesin bildiği görünmez bir protokol işliyor.
Sosyolog Erving Goffman’ın “etkileşim düzeni” dediği şey burada çıplak hâliyle duruyor:
Kişisel alan birkaç santime iner, kimse bunu söz konusu etmez.
Konuşmak için makul bir sebep yoksa sessizlik en güvenli dil olur.
Göz teması ya tavan lambasına ya da dijital göstergeye kayar; çünkü uzun bakış, “fazla yakınlık” sinyali verir.
Bu mikro uzayda, şehrin hiyerarşileri de askıya alınır: CEO ile stajyer yan yana, aynı düğmeye bağımlıdır. Mekânın darlığı, geçici bir “eşitlik yanılsaması” yaratır.
Asansör, kamusal alanla özel alan arasında bir “ara bölge”dir; ne tam yabancı ne de tam tanıdık. Bu yüzden davranışlar “sosyal otomatiğe” bağlanır. İki kat arası süren sessizlik aslında bir toplumsal sözleşmedir: “Bu yolculuk kısa; kişisel alanın kutsallığını koruyalım.” Asansöre her binen de bu sözleşmeyi kabul etmiş sayılır.
Varoluş, Yabancılaşma ve Metal Kutu
Asansör, birkaç saniyeliğine bile olsa, insanın “kimlik” denen pelerini askıya aldığı bir geçiş mekânıdır. Kapı kapanınca, sokaktaki rolümüz; müşteri, müdür, komşu, dost yani her neyse, bir anda buharlaşır. Geride, sessizce yukarı aşağı hareket eden birer “beden” kalır.
Varoluşçu bakışla düşünürsek: bu kısa yolculuk, insanın anlamsız evrende “bekleyen özne” hâline gelmesinin minyatür bir sahnesidir. Heidegger’in “dünya içinde varlık” dediği şey, asansör kabininde daralır; birkaç metrekareye sıkışmış bir “birlikte varlık” doğar.
Aynı zamanda bu mikro-uzay, modern yabancılaşmanın da kristal örneğidir: birbirine birkaç santim mesafede, hiçbir gerçek temas olmadan, sadece kat numaralarının ilerleyişine kilitlenmiş bakışlar. İnsan “diğerlerine karşı” değil ama “diğerleriyle birlikte susan” bir figürdür.
15 saniyelik bu seyahatte, herkes “varoluşsal meditasyona” zorla sokulur. Uzun yolculuklarda ki gibi “Yolculuk nereye? “ diye konuyu açıp “Saatlerce konuşacak kimseyi bulamazsınız bu yolculukta.” Her şey bir anda olup biter. Üstüne üstlük, kat göstergesinin yanıp sönen sayıları bize zamanın acımasız akışını hatırlatır kibarca; “3… 4… 5…” diye fısıldayarak…
Bu küçücük metal kutu, absürtlüğün mikro-laboratuvarı gibidir. İnsanlar bir anda “duvar kâğıdı” moduna geçer; suratlar ifadesiz, bedenler kaskatı… Sanki “en az hareket eden, en az dikkat çeken kazanır” yarışması oynanıyor.
Bazen birisi yanlışlıkla “kapı aç”a basar, bütün düzen bozulur: kapı yarım saniye daha fazla açık kalınca herkes “ne oluyor?” bakışı atar. Beş yabancının ortak refleksi… Kültürel bir mucize!
En garip olanı: bu 15 saniye boyunca telefon çekmiyorsa, insanlık uygarlığı bir anda “offline taş devri”ne döner.
Metal Kutuda İnsanlık Deneyi
Asansör, belki de modern hayatın en küçük ama en öğretici sahnelerinden biri. Kimi zaman “mikro distopya”: dar alan, bilinmezlik, suskunluk. Kimi zaman “mikro komedi”: yanlış kata basıp tüm ekibi yukarı taşıyan biri, aynada yakalanan minik bir selfie, kat göstergesinin ilerleyişine kilitlenmiş koca bir topluluk…
Bu küçücük kutu bize şunu hatırlatıyor:
Toplumsal düzen çoğu zaman büyük teorilerden değil, gündelik jestlerden inşa oluyor.Göz kaçırmalar, kısa bir “günaydın”, düğmeye iki kez basmamak… Bunlar görünmez bir mutabakatla varlığını sürdürüyor.
Felsefi açıdan bakarsak, asansör yolculuğu hayatın kendisine bir alegori: sınırlı bir süre, bilinmeyen komşular, yukarı mı aşağı mı gittiğini bilmeden, tek yapabildiğin “beklemek”. Bu anı gülümseyerek geçirmek de mümkün, varoluşsal kaygıya kapılmak da…
Aslında , her iniş-çıkış bize hafifçe şunu anlatıyor:“Bu küçücük metal kutu, bize koca bir evren dersi verir: Kısa yolculuklarda bile varoluşu ciddiye almak yerine hafifçe gülümsemek gerekir.”
5.0
100% (2)