0
Yorum
2
Beğeni
5,0
Puan
145
Okunma
Gökyüzünü Unutan Hayatlar
Bir zamanlar insanın gözleri göğe dönüktü. Yıldızlar sadece göksel taşlar değildi; umutların, hayallerin ve duaların pusulasıydı. Ay’ın hilali bir sevinç simgesiydi, gökyüzü ise insana kendi sonsuzluğunu hatırlatan bir aynaydı. Ama şehirlerin çoğu öyle çok büyüdü ki; beton kuleler göğe uzandıkça yıldızlar görünmez oldu. Gözlerimizi sokak lambalarının sahte ışıkları, vitrinlerin cazibesi, ekranların parıltısı aldı. Göğe bakmayı unuttuk; gökyüzü ile aramıza şehirler girdi.
Bir zamanlar insanlar çok daha sık göğe bakardı. Gökyüzü daha mavi, bulutlar daha beyaz ve yıldızlar daha parlaktı sanki. Dedeler, torunlarına yıldızların adını öğretirdi: “O, Kutup Yıldızı; hep kuzeyi gösterir ve kaybolursan yolunu bulursun.” Ve geceleri gökyüzü ışıl ışıl olurdu o zamanlar. Sık sık Samanyolu kaplardı gökyüzünü ve elimizi uzatsak bir yıldız değerdi yüreğimize ve çocuklar bulutların hareketleriyle dakikalarca eğlenir ve benzetmeler yapıp heyecan duyarlardı…
Yahya Kemal Beyatlı, “Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul” derken, şehri yalnızca taş ve toprak olarak değil, göğün mavisiyle, ufkun derinliğiyle anlatıyordu. Bugünse aynı tepelere çıksak, ufkumuzu gökdelenlerin camları kesiyor maalesef…
Mustafa Kemal Atatürk, “istikbal göklerdedir” dediğinde de yalnızca havacılıktan bahsetmiyordu; insanın ufka, ilerlemeye, sınırsız hayale yönelişini anlatıyordu. Gökyüzüne bakmayan bir millet, geleceğini göremez. Göğe bakmayı unutan şehirler, aynı zamanda kalbini de unutan şehirlerdir. Bir çocuğun yıldızsız büyümesi, hayalsiz büyümesi anlamına gelmez mi sevgili okurlarım…
“ Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun…”
Cahit Sıtkı Tarancı’nın bu dizeleri, gökyüzünü unutan şehirlerin insanına, gökyüzünün yalnızca başımızın üstünde değil, kalbimizin derininde de saklı olduğunu ne güzel hatırlatıyor.
Sevgili okurlarım, gökyüzü, edebiyatın ilham kaynaklarından biridir aynı zamanda. Edip Cansever, “Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk / Hiçbir yere gitmiyor.” Derken bize özgürlüğümüzü, umut ve hayallerimizi gökyüzü metaforuyla nasılda güzel dile getiriyor… Ve biliyoruz ki; insan ancak gökyüzüne bakarak kendi içindeki sonsuzluğu hissedebilir ve gök her zaman bizden büyüktür; ona bakmayı unutursak kendi küçüklüğümüze hapsoluruz diye düşünüyorum.
Bugün bir plaza katında çalışan genç, gün doğumunu göremeden işine başlıyor. Akşam olduğunda ise gökyüzünü değil, neon ışıklarını görüyor. Yalnızlaşıyor, daralıyor. Çünkü göğe bakmayan ruh, genişleyemez. Tevfik Fikret, “Sis” şiirinde İstanbul’un üzerini kaplayan kara bulutları anlatırken, kararmış ruh hâlini, ümitsizliğini tasvir ediyordu. Ama bugün aynı şehirler betonun, gürültünün ve ışığın altında adeta sisli ve bize gökyüzünü gün be gün unutturmakta…
Gökyüzünü yeniden hatırlamanın zamanı geldi hatta geçmek üzere sanırım. Başımızı kaldırıp akşam ışıkların gürültüsünden uzaklaşıp göğe bakmak, çocuklarımızla birlikte yıldızları saymak ve gökyüzünün hâlâ orada olduğunu fark etmek… O zaman şehirler yeniden insana ait olacaktır. Çünkü gökyüzünü hatırlayan kalp umut etmeyi, hayal etmeyi yeniden öğrenir. Ne dersiniz?
Nuray ÖNGEÇ
5.0
100% (1)