0
Yorum
4
Beğeni
5,0
Puan
164
Okunma
Yusuf, işten gelmiş ve her zamanki gibi yorgun hissediyordu. Vücudu yaptığı iş nedeniyle gün boyu zorlanıyordu. Ne kadar zor olsa da para kazanmak için başka şansı yoktu. Ailesinin ihtiyaçlarını karşılamak için bu işi yapması gerekiyordu. Başka bir iş bulma şansı olmadığını acı ile tecrübe ederek öğrenmişti. Eve girince elini yüzünü yıkadı ve annesiyle karısının hazırlamış olduğu sofraya oturdu. Yemeklerini yerken sofrada sessizlik hâkimdi. İrem, son beş yıldır her yemek sofrasında olduğu gibi kocasının tam yanında oturuyordu. Kocasının karnı doyunca oturduğu yerden kalktı ve sofrayı toplayan kaynanası Zeliha’ ya yardım etti. Daha sonra çayı demledi. Üç odalı evin salonunda çaylarını içtiler.
Sevda, sekiz yaşına gelmişti. Çok sevdiği dedesi Yakup, üç sene önce hayatını kaybettiğinde amcası Kenan’ın odasından ayrılıp, babaannesi Zeliha’nın odasına geçmişti. Kocası öldükten sonra içine düştüğü yalnızlık Zeliha için hayatı yaşanmaz kılıyordu. Zeliha ile Yakup hayatları boyunca büyük zorluklar yaşamıştı. Bu zorlukların yarattığı tüm strese rağmen Yakup, bir gün bile karısına bunu yansıtmamıştı. Kanaatkâr biri olan Yakup, her zaman elindekine şükretmeyi bilmişti. Üç çocuk sahibi olmuşlar ve iki tanesinin evlendiğini görmüşlerdi. Askerden yaklaşık üç yıl önce dönen Kenan ise henüz evlenmemişti. Kenan evlenme konusunda ailesi gibi iyimser düşünemiyordu. Biriyle evlense oda abisi gibi bu evde bir oda da yaşayacağını biliyordu. Başka bir ihtimal için maddi gücü yoktu. Askerden geldikten sonra babası Yakup ölmüştü ve ailenin geliri iyice azalmıştı. O da bu sebeple bir süre daha evlenmemeyi tercih ediyordu. Bu tercih gönüllü olmaktan çok mecbur olduğu bir durumdu.
Çaylarını içtikleri salon eski köy evlerinin mimarisinde ki gibi evin ortasına yerleştirilmişti. Evde bulunan diğer üç oda ve mutfak bu salonun etrafına yapılmıştı. Hepsi elinden gelen işlerde gün boyu çalışan bu aile akşam yemeğini salonda yiyordu. Daha sonra birlikte yine bu salonda çaylarını içiyorlar ve odalarına çekiliyorlardı. Yakup Çelik bu evi elleriyle yapmıştı. Evin en büyük odasını karısı ve kendisi kullanıyordu. Kenan, abisi Yusuf evlenene kadar onunla aynı odada kaldı. Abisi evlenince odayı ona vermek zorunda olduğunu biliyordu. Evdeki en küçük oda ise Safiye’nin yaşadığı odaydı. Safiye evden gidince bu oda Kenan’ın oldu. Yakup, elleriyle yaptığı bu evi ailesiyle birlikte yuva haline getirdi. O iyi bir inşaat ustasıydı ve parça parça tamamlanmış olsa da yaşanabilir bir ev ortaya çıkarmıştı.
Evin büyük oğlu Yusuf Çelik babası Yakup’a benzemiyordu. Oldukça uzun boylu, iri yapılı biriydi. Kara yağız görüntüsü ve heybetli yapısıyla her zaman dikkat çeken biri olmuştu. Yusuf ise tüm bu dikkat çekiciliğine rağmen kafasını kaldırıp kimseye bakmazdı. Onun aklında İrem dışında biri hiç olmamıştı. Yusuf, hayatı boyunca kalbi ve aklının tek arzusu olan kadınla birlikte olmak dışında bir şey düşünmemişti. Başka türlüsü olmazdı zaten. Yusuf bu dünyaya geldiyse İrem ile birlikte olmak için gelmiş olmalıydı. Gençlik yıllarında babasıyla inşaatlara giderek çalışmaya başlamıştı. Belki de esmer teninin en büyük sebebi inşaatlarda güneşin altında saatlerce çalıştığı zamanlardı. Hokka burunlu, ince bıyıklı bu adam gözlerinin rengini annesinden almıştı. Koyu kahve gözleri ve kararlı bakışları olan biriydi. Saçlarını sürekli kısa kestirir ve bu saç modeli Yusuf’a çok yakışırdı.
Yakup ise oğlunun aksine kısa boylu biriydi. Yıllardır yaşadığı zorlu hayat mücadelesinin vücudunda oluşturduğu bir kamburu vardı. Kavruk tenli bu adam, İstanbul’a iş bulmak için gelmişti. Askerde inşaat işlerini öğrenmişti. Mesleğine eli çok yatkındı ve İstanbul her gün artan nüfusunun barınma ihtiyacı nedeniyle bir şantiyeyi andırıyordu. Yakup, bu şehre gelip İstanbul’u yenmeyi düşünen adam değildi. Fütursuzca bunu dile getirenlerin aksine uysal bir adamdı. Efendi yapısıyla kısa sürede herkesin takdirini kazanmıştı. Bu sayede kolayca buluyor ve ailesinin geçimini sağlayabiliyordu. Yakup, hayat hakkında çok şey biliyordu. Ama hayat konusunda ilk öğrendiği ve ölene kadar unutmadığı bilgi; haddini bilmek olmuştu. Onun saçıp savuracak milyonları yoktu. O ilk hatasında üç çocuğuyla beraber çaresiz kalacağını biliyordu. Bu yüzden Yakup Çelik, doğdu, çalıştı ve öldü. Dünya da olduğu bir gün bile bulunduğu yerden bir memnuniyetsizlik göstermedi.
Yusuf, hayata babası gibi bakmıyordu. O yaşadığı zorluklara karşı içinde oluşan isyanın farkındaydı. Babası hayat boyu elinde olanla yetinmesini öğütlemişti. Yakup Usta, çocuklarına öğüt vermeyi severdi. Verdiği öğütlerin çocuklarının hayatında ki etkisini görmek mutluluk vericiydi. Yusuf da babasından aldığı öğütlerle büyümüş ve o ölene kadar onun istediği gibi yaşamıştı. Ancak son zamanlarda yaşadıklarını şükürle karşılamıyordu. Babası hayattayken mutlu bir hayatı vardı. Kendisi baba olunca ise çocuğunun ihtiyaçlarını zorlukla karşılıyordu. Bu sebeple babasının yanında çalışmayı bıraktı. Bir fabrika da iş bulmuştu. Mesaili bir şekilde çalışacaktı. Bu sayede daha çok para kazanacaktı. Yoğun çalışma temposu nedeniyle ailesini doğru dürüst görmüyordu. Yine de haline şükrediyor görünüyordu. Ama bu yoğun çalışma temposu nedeniyle kalbinin içinde isyan tohumları filizlenmeye başlamıştı.
Geçirdiği zorlu yılların sonucunda kalbinde filizlenen bu isyan artık onu ele geçirmeye başlamıştı. Babası öldükten sonra sorumlulukları bir kaç kat daha artmıştı. Bu yükün altında her gün eziliyordu ve hiçbir çıkış yolu bulanmıyordu. Babasının ona çocukluğundan itibaren verdiği öğütlerin doğruluğu kesindi. Fakat bu doğrular zorlu hayatında Yusuf’a bir fayda sağlamıyordu. Bazıları bu hayatı düzgün insan olarak yaşar bazıları ise yanlış yollara sapar. Düzgün yaşayanlar için şartlar zordur. Yanlış yola sapanlar içinse bunun bedelini ödemek zordur. Ya bedeli yaşarken ödersiniz ya da finalde toptan ödemeyi seçersiniz. Düzgün insan olarak yaşamak ile yanlış yolda yürümenin arasındaki fark budur. Yusuf, her gün zorluk yaşamaktan bıkmış bir haldeydi. İçindeki isyan nedeniyle yoldan çıkmak üzereydi ve ödeyeceği bedeller umurunda değildi.
Yanlış yola sapanlar hayatlarındaki değişimin yarattığı imkânların cazibesine kapılırlar. Asla yanlış mı yapıyorum diye kendilerini sorgulama ihtiyacı hissetmezler. Yusuf, dünyada bir yaşam hakkı olduğunu ve bu hakkı sefalet içinde harcamak istemiyordu. Doğmadan önce seçme şansımız olmuyordu. Nerde veya hangi ailede doğacağımız bizim dışımızda gelişen bir olaydı. Devamında ise sahip olduğunuz hayatı şekillendirmek insanın elindeydi. Babası Yakup, nasıl yeni bir hayat için köyünden çıkıp geldiyse Yusuf’ta yeni bir hayat şansı olmasını istiyordu. Bu şansı yaratmak için kendinde o gücü görmüyordu. Beş yıl önce hayatını değiştirme isteğinde olsaydı belki yapacak gücü olurdu. Şu an içinde bulunduğu durum ise onun tercihleri dışında gelişen ve yaşamaya mecbur olduğu bir durumdu.
Babası Yakup ve annesi Zeliha gibi bu mahallede yaşlanmaya itiraz ediyor olsa da bundan kurtulması karşısına bir mucize çıkmazsa mümkün görünmüyordu. Kızı Sevda’yı çok sevmesine rağmen onu da böyle bir hayata mahkûm ettiği için acı duyuyordu. Geçmişe dönse belki de bu dünyaya bir çocuk getirmekte aynı isteği duymayabilirdi. Yusuf, gençliğinde kendinden güçsüz birine tokat atmıştı. Bunu gören Yakup belki de ilk defa oğlunu azarlamıştı. Güçsüze vurmayı yakıştıramamıştı oğluna. Ömrü boyunca hak yemekten ve mazlumun ahını almaktan kaçınan Yakup gibi bir adamın oğlu olan Yusuf, hayal ettiği hayata ulaşmak için masum birinin hayatını mahvedecekti. Bunu yaparken birçok kişinin ahını alacak ve en ağır bedeli ödeyecekti. Yusuf, sadece fiziksel olarak değil ruhen de babasına benzemiyordu. Sahip olduğu heybetli görüntüsü; babasının ruhu yanında bir cüceden farksızdı.
5.0
100% (2)