2
Yorum
6
Beğeni
0,0
Puan
230
Okunma
Ellerini yıkayıp, bir kenara çekiliyor zaman.Yüzüm
den dökülen gözlerim sessizce izliyor onu.Belki küçümsüyor ona olan bakışlarımı belki de gözlerimin içine baka baka "Beni hafife almanın cezasını çekiyorsun" diyor, duymasamda hissediyorum,
anlıyorum ne demek istediğini.Herkes gibi, ben de onun gözlerinde diğerlerindendim, oysa bu gerçek
ligi görmezden gelmek demek, kendini kandırmak demekmiş...
Zamanın,en sadık seyircisi olup çıkmıştım.
Zaman,bir insanın nasıl yok edildiğini ve bir insandan nasıl bir canavar yaratıldığını farklı senaryolarla kurgulayıp,her defasında aynı vicdansızlıkla seyrettiriyordu bana.Babamın bu döngüde taviz
verdiği her kavram,annemi daha da cesaretlen diriyordu.Evimizin içinde birbirine yabancı olan yüzler yaşıyordu sanki.Kimse kimsenin gölgesine dahi bakmı
yordu.Birbirimize olan seslenişlerimiz bile vücut dilin
de ses arıyordu kendine.Hatta bazen o seslenişlerin koşarak duvara kafa attığına şahit oluyordum.Her gün eksiliyordum ,iyileşmesi imkansız yaralar açılıyordu içimde.Bu yaralarla büyümeye mecbur bırakılmıştım.
Bir kaç sene daha ağrısı dinmedi bu yaraların,ölüsü olduğum bir sesle konuşmaya başladığımda, etrafımda beni sesimden tanıyacak,anlayacak kimse kalmamıştı.Bir ölüyü, hem de sessiz bir ölüyü, kim niye tanısın,neden anlamak istesin ki...Kimse de tanımayacaktı zaten ,anlamayacaktı da...
Değişen hiç bir şey yoktu hayatımda.Günden güne duyarsızlaşıyordum etrafımda olup bitenlere.Hiç bir şeye tepki vermeyen kocaman bir yığın gibi hissediyor dum kendimi.
Okuldaki arkadaşlarım tozu dumana katıp oyunlar oynarken; ben,acaba "çocukluğumda daha ne kadar azalabilirdim"in sorgusunu yapıyordum kendimle."Bana ne olacak"sorusuyla,aklımı ele
geçiren"hiçlik duygusu"arasında geçen günlerimin ardından çaresizce bakıyordum ve bu çaresizliği tanımlayamadığımı annem ve ben hariç herkes farketmişti. Üzüldüğüm bir çok şeyi,üzgünlüğün ne
olduğunu bildiğim halde ifade edemiyor,acı duyduğum
hiç bir olayı söze dökemiyordum.Duygularımın sorunlar karşısında hangi kelimeleri seçerek cevap vereceğini bile düşünemiyordum.Söz yokluğunun ilk evresiymiş bu.En çok yıprandığım bu evre çocuklu
ğumun en güzel çağını silik bir şekilde yaşamama sebep olmuştu.Basit cümleler,kısa yoldan konuyu geçiştirmeler,somut çözümler kaçış güzergahımın en kestirme yollarıydı ve ben yıllarca bu yolların en sadık yolcusu olmuştum...
Öğretmenim Suna,ilkokul 1.sınıftan 5.sınıfa kadar az kahrımı çekmedi.Benimle uğraştığı o zamanlar şimdilerde aklıma geldiğinde "Ne kadar zor bir çocukmuşum"dedirtiyor içten içe.Tabi ilkokuldan sonra ortaokul zamanım asıl bam telinin kırıldığı zamanlardı.İlkokul da yanında kendimi güvende hissettiğim Suna öğretmen vardı ama ortaokul öyle değildi.Bir çok öğretmen ve bir o kadar karakter, kendimi güvensiz bir ortamda hissetmem için yeterli bir sebebti.Aile içinde süregelen psikolojik çatışmalarda cabasıydı.Evimizin kavgasız, gürültüsüz, mutlu hali nasıl olurdu diye bir çok kez düşünmeye kalksamda bunun hayalini kuramamak işte asıl sorun buradaydı.Ben güzel olan hiç bir şeyin hayalini dahi kuramıyordum.İnsan gördüğü şeyin hayalini kurarmış,hayal kuraklığımla birlikte mutlaka bir gün bu tabuyu yıkacaktık.
Herşey başladığı yere bir gün geri döner.
Kötülük bağırdığı,iyilik kaldığı yere...Annemi o olma
yan hayal gücüme gömmüştüm artık.Hayal gücüm affetsin onu,ama ben asla onu affetmeyecektim...
Babam sessiz sözcükleriyle ve renksiz bakışlarıyla hala daha bir evi nasıl tamamlayabilirim diye konuşu yordu kendiyle...
Çocuktum ama "duyuyordum"
Sağır değildim...
/...