0
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
195
Okunma

Kaderin Hayatı
Kader, Anadolu’nun ücra bir köyünde dünyaya gözlerini açtı; beş kardeşin en küçüğüydü. Ama kalbindeki boşluk hiç dolmadı. Evde sevgi yoktu; horlanıyor, küçümseniyor, sözleri hiçe sayılıyordu. Sevgi hep satılmış gibiydi; kırıntılarla büyüdü. Kendini yetim gibi hissetti, ama görünür bir yetim değildi.
Çocukluğunu kendi çocuğu gibi yaşadı; sevgi ve ilgi eksikliğini içine gömdü. Küçük yaşta evlilik, küçük yaşta anne olmak geldi. Eşi tarafından ezildi, sözleri dinlenmedi, varlığı küçümsendi. İçindeki sessiz çığlık fısıldıyordu:
“Dayan… Daha yazacak çok şeyin var.”
Hayat onu hem ruhen hem bedenen sınadı. Ac ve susuz bırakıldı; sanki hayat ona hayatta kalmayı öğretmek için besleme gibiydi. Çocuklarıyla birlikte büyüdü, sokaklar zaman zaman sahip çıktı. Soğuk taşlarda uyudu, yalnızlık ruhunda derin yaralar açtı, ama direncinin köklerini güçlendirdi.
Kader, dünyada ne kadar yoksul varsa onlara merhametle yaklaştı. Düşeni elinden tuttu, kimseye ağır laf etmedi, kalbi her zaman temiz ve iyilik doluydu. Yardımıyla hayat bulanlar, onun sessiz kahramanlığını bilirlerdi.
35 yaşında eşiyle yolları ayrıldı. Artık yalnızdı, ama kendi hayatının sorumluluğunu üstleniyordu. Yalnızlık hem yük hem de güç verdi. Her kırılma, her yara onu yazmaya itti; satırları hem direncini hem de yaşamın anlamını taşıyordu.
Kader bir dönem gurbeti de tattı. Yabancı topraklarda, tanımadığı yüzlerin arasında yaşadı; her gününü hayatta kalma ve çocuklarını koruma mücadelesiyle geçirdi. Gurbet yalnızlığını derinleştirdi, ama ruhunu güçlendirdi.
Rüyalarında en sevgiliyi gördü; o görünmez ses ona güç verdi:
“Dayan, sen hâlâ nefes alıyorsun, hâlâ ayaktasın.”
O ses her zor anında dimdik tuttu, nefes aldırdı, yaşamı anlamlandırdı.
40’lı yaşlarında çocukları büyüdü, torunları oldu. Hayatı boyunca güzelliği, duruşu ve içindeki güç başkaları tarafından kıskanıldı; bakan bir daha bakardı. Ama geçmişin yaraları hâlâ iz bırakıyordu. Her kırık, her yara satırlara dönüştü. Yazmak onu hayatta tutan en güçlü bağ olmuştu.
50 yaşında, ne olduğu belli olmayan bir hastalıkla sınandı. Bedeni artık eskisi gibi güçlü değildi, ama ruhu dimdik duruyordu. İçindeki yetim çocuk hâlâ fısıldıyordu; ama artık biliyordu: kimse sevmezse, kimse değer vermezse bile, kendi kelimelerinin ve direncinin gücüyle ayakta kalabilirdi.
Çocukları kendi yollarını seçti, onu terk etti; kader tek başına kaldı. Ama yalnız değildi; sığındığı ve inandığı Yaradan hep yanındaydı. Hayatının tüm imtihanlarını, acılarını tevekkül ile kabul etmişti. Sessizlik artık bir hapis değil, içsel bir güçtü. Yazdığı her satır, geçmişin acısını ve direncini taşırken, okuyan herkes için çığlık, ders ve umut oldu.
Kader hep merak ederdi; anne-babasına sorardı:
“Ben üvey miyim?”
Ama artık biliyordu ki geçmişin gölgesi onu yok edemezdi. Yaradan hep yanındaydı, dayanmayı öğretti, ayakta tutmayı öğretti.
Ve o hâlâ dimdik duruyordu. Hâlâ yazıyor, hâlâ nefes alıyor, hâlâ kendi sesini hayatta tutuyordu. Çünkü artık biliyordu:
“Kader ne kadar zorlarsa zorlasın, yaşam ne kadar badireyle dolu olursa olsun, dimdik durmak, tevekkül etmek ve kendi direncini yaşatmak mümkündür.”.
S.K.