1
Yorum
7
Beğeni
0,0
Puan
413
Okunma
Sahafların vergi mükellefi olduğunu öğrendiğim gün karanlığa aydınlandım. Celaleddin Rumi’nin Moğol ajanı olduğu söylenildiğinde semah dönen ruhum aniden durdu. Hardal tanesi kadar iman ile ölen kişinin ne kadar ceberrut ve zalim bir günahkar olsa bile cennete gireceği vaaz edildiğinde camiinin eşiğinde bekleyen ayakkabıma göz ucuyla baktım. Yavuz hırsızın ev sahibi ile münakaşasını, evi soyulan hocanın mahalleli tarafından tenkit edlip hırsızdan kimseciğin söz etmemesini, kanun yoluyla hırsızın ve hırsızlığın korunduğunu görmek içimi acıttı.
İbadethanelerin tapınağa dönüşmesi ve dinar kokması, kubbelerde yankılanan partizanlık, cennetin bir ulufe gibi bazı cenahlarca müritlere peşkeş çekilmesi yüreğimi yordu. Ya o mürşidin yegâne ilim olması gerekirken fistan giyen birinin olması üzdü. Siyasallaşan tepkiler, taraf seçen çıkışlar, haksızlık karşısında susan şeytanlar, zulmün tarafı olup mağrurlaşanlar...
Ya Hüseyin için ağlayıp Yezid ile iş tutanlar, sultanın sofrasına oturup açlığı ve fakirliği tezyin edenler, ölümü gösterip sıtmaya razı edenler! Cennet vatanda şeytan sürüsünün ikamet etmesine ne demeli?
Böylesine depresif havayı kendimden uzaklaştırmak için kendimi mutfağa attım. Hani kadınların iç çekişlerini ve sesli düşüncelerini katıklara birer tutam ekledikleri kokular labirenti. Yemek yapmak mahir olduğum bir saha değil ve kesinlikle yemek yapabilen bir erkek birkaç adım önde oluyor ama mutfağa girme zorunluluğu da depresif havamı temize çekecektir.
Brokoli haşladım. Lifli bir gıda ama ben liflerini haşladıktan sonra kızarttığım için: Sizlere ömür. Kızartmadan önce hazırlandığım sosa bandırıp öyle tavaya yatırdım. Sos birkaç yumurta ve ceviz tozundan ibaretti ama lezzeti kesinlikle ibaret sözcüğünü mahcup etti. Servis edince de üstüne parmesan peyniri ekledim, maydanoz ile süsledim. Estetik kaygımın sofrada yer bulması incelikli bir emeğin ürünü olup filhakika tuval gibi görünmesi de sanatsal yönüme işaret ediyor.
Yanına kuşbaşı et yaptım. Kavurma et. Kişniş kokusundan da eksik kalmadık. Ve salata. Yemyeşil bir salata. Yeşilin birkaç tonu. Sumak ve nar ekşisi. Allah affetsin şarap (rose) damlatanlar var. Damlatmadım.
Sahaflar, dinbazlar, Rumi ve Şems aklımdan geçti. Hüseyin ve Yezid, nakışlı kubbeler, din adamlarının ortak özelliği olan kat kat enseler ve nevi şahıslarına münhasır bol yağlı ve yetim hakkı kremalı sofralar da aklıma geldi. Rumi’nin kerimesi Kimya da aklımdan geçti. Ne ise dedim.
Salud!
Sofraya oturduk. Salvador Dali’nin eserine benzeyen, görüntüsü hayatı sevdiren ve tadı Allah’a olan inancı tazeleyen sofraya oturduk. Eskimiş üzüm suları koktu sofra ve manastır menşeli arpa suyu, Tarzanca lisanı sustu ve mimikler bir süreliğine kayboldu. Zeytinyağının sardığı et taneleri mis gibi kişniş kokuyordu ve kendimi kutladım; Zira badem gibi olmuştu. Üçüncü çatal seslerinden sonra O, V, ve M harfleri baskın bir şekilde dolu ağızların kenarından sızdı.
Salud!
Sağlığa, sıhhate , akşama, geceye ve yarınki taze güne. Şarkılara, türkülere, notalara, az kelime ile anlamaya, anlaşılmaya, mimiklere, tozlanan sözlüklere, amel defteri gibi mütemadiyen elimizde olan telefonlara, translate ama en çok Tarzanca’ya, cümle cemaate salud!
Salud!
Türk Sanat müziğinin eşsiz eserlerinin eşlik ettiği masamıza süreç içinde türküler de dahil oldu. Mihriban geldi mesela, Uzun ince bir yoldayım geldi, Bir derdim var bin dermana değişmem geldi, sonra müzik beynelminel bir seyrüsefer yaşayarak, Türkiye misakı milli sınırlarının dışına çıktı. İran, ki orada Hayedeh var, Mohsen Namjoo var, İran’dan sonra Lübnan, oradan Mısır’ın 4. piramidi Oum Khalsoum’a gittik. Cebelavi sokağında çocuk olmak istesem de ayrılmak zorunda kaldım. Ama Mahfuz’u saygı ile yad ettim. (Necib Mahfuz) Kenya, Brezilya, Peru ve Peru’da çok kaldık, çünkü ev sahibi Perulu, Guatemala, Meksika... -Rodrigo Amarante - Tuyo şarkısında epey bir kaldık.
Salud!
Neşenin ve hüznün kesinlikle ikamet ettiği bir coğrafya vardır. Hüzün için doğulu diyebilirim, güneşe yakın olan ve özelikle tatlı su göllerinden dünyaya dağılan insanların baba ocağı olan Bereket Hilali hüznün harman olduğu yerdir. Amin Malaouf, Lübnan özelinde doğu için şöyle der; ’Her şey için üzülen ama hiçbir şey için bir şey yapmayan insanlar topluluğu..." Hüzün işte bundan dolayı doğulu. Kabullenmenin ve belki de tevekkül denilen ruhsal imtiyazlı hissin kabul görmesi, kadercilik, akışına bırakmayan ama akışa rağmen üzülen garip bir paradoks.
Salud!
Hüznün karşısında nanik yapan neşe Hispaniktir. İç savaşlara, uyuşturucu karteline, liberal ve komünist çatışmalara, sosyolojik evrime, korkunç bir asimilasyon politikasına, devşirilen dine, dile, kimliğe, düşmanını özümsemeye, koca kıtanın yaşadığı Stockholm Sendromuna rağmen neşe Arjantin, Şili, Brezilya’dan Amerika sınırına kadarki hatta ikamet eder. Avokado bahçelerini koruyan ağır silahlı kartele rağmen neşe bu bahçelerin orta yerinde oturur. Salatanın yağı avokado yağıydı, et ise zeytinyağı. Avokado korkunç bir endüstri şebekesinin tahakkümü altında filizlenir. Amerikalıların tükettiği her şey korkunç bir canavara dönüşüyor. Ekonomi özgürlüğünün azı dişine dönüşüm hikayesi.
Salud!
Hürriyete, denize dökülen göllere, buğday ve başağa, kolektif itirazlara, makro çıkışlara, küçük şeylerle mutlu olanlara, ben aynasını kıranlara, Latin Amerika’ya ve Rumi’nin kızı Kimya’ya, Gırnatalı Abentofail’e, (İbn-i Tufeyl hoş görsün) Colombia kahvesine, Küba Purosuna, puro için emek döken zorunlu yoldaşlara, yine yeniden Kübalılara, ( Her izm birer pisliktir) ve Kübalı Yunien Rodriguez Moriyya’ya SALUD!
Salud!
Ritmik dillere, İspanyolca ve Berbericeye, Maltaca ve İtalyanca, NO DİNERO MUCA PROBLEMA diyen Carlo’sa, MAMMA MİA diyen Fiorella’ya, bana ve sana Salud.
Beynim eski çağlardan kalmış renkli bir pazar kalabalığı. Beynime mukayyet olmaya çalıştığım bir dönemdeyim. İnsan kırkından sonra beynini avuçlarında hissediyor Lulu.
Kendince kal kimseciklere benzeme.