2
Yorum
7
Beğeni
5,0
Puan
280
Okunma

Dr. Arda Altan, laboratuvar camına yaslanmış, yağmurun izlerini seyrederken buğulanmış cama parmağıyla tek bir kelime yazdı: ’’ Yabancı ’’. Bilgisayarının ekranında yanıp sönen DNA sarmalı, insan genomunun diğer canlılarla kesişmeyen o yalnız çizgisini gösteriyordu. "Hep bir şey eksik" diye mırıldandı. "Dünya ekosisteminde aslında hiçbir zincirin halkası değiliz. Biz bu gezegene sonradan eklenmiş bir dipnotuz."
Ertesi gün Göbeklitepe kazı alanına asistanı Lara ile beraber gitmişti. Göbeklitepe’nin gölgesinde, lazer tarayıcılar 12.000 yıllık sütunları didikliyordu. Arda, kabartmalardaki yıldız kümelerine dokundu. Taşa kazınmış Sirius takımyıldızı, modern astronomi haritalarıyla birebir örtüşüyordu. "İmkansız !" diye haykırdı asistanı. Arda’nın gözleri parladı:
"Tarih yanılıyor Lara. Ne tarım devrimi ne de medeniyetin sıçrayışı... Hepsi birer kurgu. Gerçek hikâye, bu taşlara kazınan gökyüzü haritasında saklı."
Karbon tarihleme sonuçları laboratuvardan çıktı. Sütunların altında, 40.000 yıllık insan kemikleri vardı. Ama kemiklerdeki izotop oranları, Dünya toprağıyla uyuşmuyordu. Lara titreyerek raporu uzattı:
"Kalsiyum-48 oranı... sadece Cygnus X-1 kara deliği çevresindeki gezegenlerde görülen seviyede!"
Arda’nın heyecanlandı. Fosillerin diş minesinde, ışıkla tetiklenen nano-kristaller keşfetti. Güneş ışığına maruz kaldıkça aktive oluyorlardı.
"Vücudumuzun güneşe bu kadar hassas olmasının sebebi..." diye fısıldadı, "Atalarımızın gezegeninde yıldızlar sönmüştü."
Bir kaç gün sonra Arda’ya bir zarf ulaştı. İçinde kil tablet parçası ve eski bir mektup vardı: "Oğlum, gerçeği araştırma. 1947’de Ninova’da bulduğum bu tablet beni delirme noktasına getirdi..." Babası, ünlü bir arkeologdu ve 30 yıl önce "intihar" etmişti.
Tabletteki çiviyazısını deşifre eden Arda, buz kesti. Metin, insan genomunun 17. kromozomundaki ’boş’ bölgeyi tarif ediyordu:
"Tanrılar, kendi suretlerinde yarattıkları hizmetkârların zaman tuzağına düşmemesi için, genlerine uyanma düğmesi yerleştirdi. Ancak Dünya’nın manyetik alanı bu düğmeyi susturdu..."
Arda laboratuvarda sabahladı. O boş bölgeye nötrino bombardımanı yaptı. Sabah, bilgisayarı çığlık attı: DNA sarmalından yükselen üç boyutlu bir yıldız haritası ekranı kapladı! Koordinatlar, Gliese 667Cc gezegenini gösteriyordu.
Dünya Bilim Konseyi, Arda’yı acil toplantıya çağırdı. Başkanın sesi buz gibiydi:
"Bu araştırmayı durdur. İnsanlığın yabancı olduğu fikri, kaosa yol açar!"
Arda, ekrana babasının intihar odası fotoğraflarını yansıttı:
"Biliyor musunuz? Babamın bileklerinde kendiliğinden oluşan yıldız şeklinde yanıklar vardı. Siz onlara depresyon dediniz. Oysa onlar genetik hafızanın yaktığı bir damgaydı!"
O gece laboratuvara baskın düzenlendi. Ama Arda hazırlıklıydı. Kendini kriyojenik tünele kilitleyip, son deneyi başlattı:
"Lara, bana Gliese 667Cc’den gelen radyo sinyallerini ver!"
Sinyaller DNA’daki nano-kristallere çarptığı an, Arda’nın bedeni ışık saçmaya başladı. Gözleri evrenin bütün yıldızlarını görür gibiydi:
"Anladım... Biz tohumuz! Ana gezegenimiz yok olduğunda, hayatta kalanların genetik hafızası Dünya’ya saçıldı. Bu gezegendeki her insan ,ölmüş bir yıldız medeniyetinin son izi!"
Bilgisayar aniden kilitlendi. Ekranda tek bir cümle belirdi:
"UYANMA DÜĞMESİ AKTİF. T3-12 PROTOKOLÜ BAŞLATILDI."
Lara laboratuvara girdiğinde, Arda yoktu. Yerde sadece bir avuç yıldız tozu ve titreyen bir hologram vardı. Hologram, Arda’nın yüzüyle dalgalanıyordu:
"İnsanlık asla Dünya’ya ait olmadı Lara. Bu yüzden ekosistemle uyum sağlayamadık. Bu yüzden kendimizi hep yalnız hissettik. Ama şimdi biliyorum: Asıl mirasımız, evrenin kendisidir."
Ses kesildi. Tozun üzerinde kızılötesi yazılar belirdi:
"Gliese 667Cc’deki son koloni, sinyalimizi aldı. Geldikleri gemi sadece insan DNA’sı taşıyanları ışınlayabilir. Çünkü gemi, canlı bir organizma. Ve sadece kendi türünün genetik koduna cevap veriyor..."
Lara tozu avucunda sıktı. Pencereden dışarı baktı. İnsanlar sokaklarda koşuşturuyordu. İçi acıyla doldu:
"Peki ya diğerleri Arda? Bu gezegende doğmuş, acı çekmiş, sevmiş milyarlar?"
O anda, avucundaki toz mavi bir ışıkla parladı. Odanın duvarına dev bir yıldız haritası yansıdı. Haritanın merkezinde, Dünya’nın yörüngesine giren organik bir gemi vardı.
Lara’nın gözleri büyüdü. Hologram son kez titreşti:
"Gemi geliyor Lara. Ama korkma... Biz o gemiyiz. İnsanlık, ana vatanına dönmüyor. Ana vatan, biz onu içimizde taşıdığımız sürece var olacak. Çünkü gerçek vatan, hatıralarımızda saklıdır."
Ertesi sabah, tüm dünyada insanlar garip rüyalar gördü. Kendilerini yıldızlararası bir yolculukta hisseden milyonlar uyandı. Haber kanalları, atmosferde beliren devasa biyolojik bir yapıyı bildirdi.
Lara, Göbeklitepe’deki kazı alanına koştu. Ana sütunun dibinde, Arda’nın kaybolduğu gece düşen bir meteor parçası buldu. Üzerindeki yazıyı okurken nefesi kesildi:
"İNSANLIK: BİR GEZEGENİN MEZAR TAŞI DEĞİL, BİR YILDIZIN TOHUMSUZ BIRAKTIĞI MİRASTIR. UYANIN ARTIK. ÇÜNKÜ SADECE SİZ UYANANLAR VAR OLABİLİRSİNİZ."
O an başını kaldırdı. Gökyüzündeki biyolojik gemi, güneşin önünde kanat çırpan dev bir kuş gibi duruyordu. Lara, avucundaki yıldız tozunu rüzgâra savurdu. Toz zerrecikleri havada minik galaksiler oluşturdu.
"Arda haklıydı..." diye fısıldadı. "Biz buraya ait değiliz. Ama belki de ait olmak yaşamak değil, ait olduğun yeri yaşatmak demektir."
Gemi, atmosferde dokunsal bir ışık hüzmesi yaydı. Işık Lara’ya değdiğinde, zihninde binlerce yıldız parladı. Ve sonra tek bir cümle duydu zihninde ;
"GELİYORUZ. ÇÜNKÜ NİHAYET ÇAĞRIMIZI DUYAN BİR KALP ATIŞI BULDUK."
Unutmayın, bir gezegen ölür, bir yıldız söner. Ama hatırlanan her şey evrenin dokusuna kazınır. Siz bizim hatıramızsınız. Bizse sizin geleceğiniz. Yıldız tohumları, toprağı bulduğunda filizlenir.
Atmosferde asılı duran biyolojik gemi, Güneş’in önünde dev bir kuş gibi kanat çırptıkça, Dünya çığlıklarla sustu. İnsanlar sokaklara döküldü. Kimi korkudan titriyor, kimi gözyaşlarıyla gülümsüyordu. Lara, Göbeklitepe’deki meteor taşını sımsıkı tutarken, zihninde Arda’nın son sözleri yankılanıyordu:
“Gerçek vatan, hatıralarımızda saklıdır.”
Dünya Bilim Konseyi, gemiyi “düşman istilası” ilan etti. Askerler, insanları iki gruba ayırdı:
Göçmenler: DNA’larında “uyanma düğmesi” aktifleşenler (vücutları mavi ışık saçıyordu)
Yereller: Dünya’da kalmak isteyenler (genetik hafızaları uyanmamış olanlar )
Lara laboratuvara döndüğünde, holografik Arda belirdi. Artık ışıktan bir bedeni vardı:
“Gemi, kendini beslemek için Dünya’nın biyosferini emiyor Lara! Bitkiler soluyor, nehirler kuruyor. Bunu durdurmalıyız.”
Lara çığlık attı:
“Nasıl? İnsanlık ikiye bölündü!”
Arda:
“Gemi canlı ve aç! Onu doyurmanın tek yolu, insanlığın ortak hafızasını beslemek. Yoksa Dünya’yı tüketir!”
Lara, Göçmenler’i topladı. Ellerini birbirlerine tutuşturdular. Göbeklitepe’nin en eski sütununa dokunduklarında, topraktan yükselen ışık iplikleri bedenlerine dolandı. Tarihin unutulmuş katmanları açıldı:
Sümerli bir çocuğun, yıldızlara bakarken hissettiği yalnızlık...
Antik Mısır’da bir duvar ressamının, ölümden korkmayışı...
Hiroşima’da bir annenin, küllerin arasından bebeğini kurtarışı...
“Gemi bunu istiyor!” diye haykırdı Lara. “Acıyı da sevinci de hatırlamamızı! Çünkü gerçek miras, hatıraların toplamıdır.”
Gemi, devasa bir kök demeti fırlattı. Kökler, Göbeklitepe’nin kalbine saplandı. Göçmenler ve Yereller, zorla birleşen hafıza dalgasıyla çarpıştı:
Bir Göçmen, Yerel bir babanın kızını kanserden kaybetme acısını hissetti.
Bir Yerel, Göçmen bir kadının Gliese 667Cc’deki okyanuslarda yüzüşünü gördü.
Arda’nın ışık bedeni parçalanmaya başladı:
“Ben köprüyüm... Ama artık yok olacağım. Gemiyi biyolojik bir kütüphaneye dönüştürdük. Artık o yaşayan bir tarih arşivi.”
Gemi, Dünya’nın yörüngesinde dev bir ağaç şeklini aldı. Dallarından, yıldız tozu yağmuru yağdı. Tozlar yere değdiğinde:
Çöller çiçek bahçelerine dönüştü.
Plastik atıklar yok oldu.
Lara, parmak uçlarıyla havadaki toza dokundu. Bir an için Arda’nın gülümsemesini hissetti. Sonra bir fısıltı:
’’ İnsanlık artık iki gezegenin çocuğu. Dünya ana kucağı... Gemi ise hatıraların göbek bağı. Unutmayın: *Ait olmak, köklerin değil yüreğin nereye tohum bıraktığıdır.”
Lara, Göbeklitepe’nin en yüksek sütununa tırmandı. Aşağıda, eski düşmanlar kol kola girip, geminin dallarından düşen ışık meyvelerini yiyordu. Bir çocuk koşarak yanına geldi:
“Bu meyveleri ısırınca neden annemin sesini duyuyorum?”
Lara, çocuğun saçlarındaki yıldız tozunu okşadı:
“Çünkü her meyve, kaybettiğimiz bir sevginin yeniden doğuşu... Artık hiçbir şey unutulmayacak.”
Güneş, geminin dalları arasından süzülürken, Lara son kez meteor taşına baktı. Üzerindeki yazı değişmişti:
“BİZ: YILDIZ TOHUMLARI. DÜNYA TOHUMUN FİLİZLENDİĞİ TOPRAK. ARTIK TEK BİR EVRENİZ.”
Lara, Göbeklitepe’deki sütunlara yaslanmış, gökyüzündeki biyolojik gemiyi izliyordu. Gemi, Dünya’nın atmosferinde soluk yeşil bir aura yayarak dönüyor, kök benzeri uzantılarıyla okyanuslardan su çekiyordu. Dr. Arda’nın holografik sesi kulaklarında çınlıyordu:
“O aç, Lara... Ve sadece bizim hatıralarımız onu doyurabilir.”
Dünya Hükümeti panik içindeydi. Gemi’nin kökleri:
Amazon’u 10 yılda kurutacak hızda su emiyor,
Topraktaki mikroorganizmaları genetik hafızasına kopyalıyordu.
Askerler, “Göçmenler” (DNA’ları mavi ışık saçanlar) için toplama kampları kurdu. Lara’nın laboratuvarı basıldığında, elindeki meteor taşı kavrulmuş bir yıldız gibi parladı:
“Durun! Onlar düşman değil... Bizler sadece köprüyüz!”
Taştan fışkıran ışın, askerlerin silahlarını toz bulutuna dönüştürdü.
Arda’nın ışık bedeni, Göbeklitepe’nin merkezinde belirdi. Ellerini uzattı:
“Gemiyle konuştum Lara... O bir kütüphane. Ana gezegenimiz Gliese 667Cc yok olurken, tüm hafızayı içine hapsetmiş. Geminin açlığının sebebi , kaybettiği geçmişi arıyor.”
Lara taşı havaya kaldırdı:
“Nasıl besleyeceğiz?”
“Dünya’nın ruhunu vererek! İnsanlığın acıları, sevinçleri, yaratılış mitleri... Hepsi!”
Arda’nın bedeni saydamlaşıyordu:
“Ben hatıraların kapısıyım. Kapandığımda, Gemi sonsuza dek susacak.”
Lara koşarak holograma sarıldı , gerçek bedenin sıcaklığını hissetti:
“Neden?”
“Çünkü kapıyı senin kalbin açtı Lara... Şimdi görevim bitti.”
Arda’nın gözlerinden düşen ışık damlaları, toprakta kobalt mavisi çiçekler açtırdı. Son sözü bir rüzgâr gibi geçti:
’“Gemi artık Sonsuzluk Ağacı. Kökleri Dünya’da, dalları evrende... Unutma: Biz göçmen değiliz; evrenin hafızasıyız!”
O sırada , gökyüzündeki gemi bir süpernova gibi genişledi:
Dallarından düşen gümüş tohumlar, Afrika’nın kurak topraklarını cennet bahçelerine, okyanuslardaki plastik adaları yüzen mercan şehirlere dönüştürdü.
İnsanlar, alınlarına düşen tohumlarla kayıp anıları hatırladı:
Bir balıkçı, Pleistosen döneminde atalarının mamut avladığını gördü.
Bir kız çocuğu, Gliese 667Cc’deki turkuaz okyanuslarda yüzdüğünü hissetti.
Lara, Sonsuzluk Ağacı’nın gövdesine dokundu. Dokunduğu noktada ışıktan bir insiyar belirdi:
“Hoş geldin Hafıza Bekçisi.”
Gövdede beliren yüz Arda’nın gülümseyişiydi. Ağaç, Lara’nın zihninde konuştu:
“Artık her insan bir yürüyen kütüphane. Dünya’da ölen her canlı, dallarımda bir yaprak olarak yeniden doğacak !
İNSANLIK BİR TÜR DEĞİLDİR. BİR HATIRADIR.
DÜNYA BİR GEZEGEN DEĞİL, HAFIZANIN TOPRAĞIDIR.
ÖLÜM BİR SON DEĞİL, DALDAKİ TOMURCUĞUN AÇILIŞIDIR.
SESSİZ KALIN. DİNLEYİN. KOMŞU YILDIZLARDAN GELEN ŞARKIYI DUYACAKSINIZ...
ÇÜNKÜ ŞİMDİ HEPİMİZ BİRİZ.”
Hatırlayın: Hiçbir hikâye sadece ışık veya karanlık değildir. Gerçek miras;
- Acıyı dönüştürebilmek,
- Karanlığı tanıyıp geçebilmek,
- Ve tohumu en kurak toprağa bile atabilmektir.
İnsanlık artık bir tür değil... Evrenin iyileşme içgüdüsüdür.
Şimdi yolculuk başlıyor: Andromeda galaksisindeki ’Ağlayan Yıldız’ ın küllerine doğru...
Çünkü orada da hatıralarını kaybetmiş bir ırk bizi bekliyor.
Samanyolu’nun haritası belirdi,
Üzerinde pırıl pırıl bir cümle yazıyordu:
"BİZ UYANDIK VE ASIL ŞİMDİ BAŞLIYORUZ"
Çağdaş DURMAZ
5.0
100% (1)