0
Yorum
2
Beğeni
5,0
Puan
379
Okunma
Bir yaz düşüncesi
Ağustos, yazın en sıcağı, insanın en kızılıdır.
Gövdesinde bir çöl taşır gibi yakar zamanı.
Güneş dorukta – yakıcı, inatçı, hatta biraz kıskanç.
Tenin en savunmasız yerlerine sızar, düşüncenin en serin odalarını bile buharlaştırır.
Ve insan, gölgeye ilk kez gerçekten muhtaç olduğunu fark eder.
Sadece fiziksel değil; duygusal bir gölgeye, bir sığınmaya, bir başkasının varlığına…
Toprak Ağustos’ta daha fazla su ister.
Çatlayan kabuğuyla suskun değil, bağırır adeta.
Çünkü Ağustos, ihtiyaçların netleştiği bir eşiktir.
Tıpkı insanın insana daha çok ihtiyaç duyduğu gibi.
Bir bakışa, bir kelimeye, bir varlığa…
Bazı şeyler susuz kalınca değil, susuzluğu anladığında gerçek olur.
Deniz bu ayda başka bir maviye döner.
Ağır, derin, biraz melankolik.
Dalgalar yorgun, rüzgârın dili daha az aceleci.
Kum hâlâ sıcak, ama artık yakmaktan çok iz bırakmakla meşgul.
Ve aşk...
Güneşin afrodizyak etkisiyle buharlaşıp yükselen ama akşam serinliğinde yerini özleme bırakan bir hal.
Kalıcı olmak istemez, unutulmaz olmak ister.
Ağustos bir geçiştir;
Temmuz’un coşkusunu ardında bırakırken Eylül’ün içe kapanıklığına henüz varmaz.
Neşenin gölgelendiği, dinginliğin başlamaya yüz tuttuğu ara bir duraktır.
Gökyüzü daha soluk, sesler daha uzaktan gelir.
Ve insan, kalabalığın tam ortasında bir yalnızlığı taşımaya başlar.
Ve bu ay doğum sancısının adıdır ve doğumdur…
Güneşin en tepedeyken eğilmeye başladığı günlerde.
Bir yanım sıcak, düzenli, planlı; diğer yanım kırılgan, sabırsız, gölgeye meyilli.
Çocukken Ağustos’u sadece tatilin sonu sanırdım.
Sonra anladım: Ağustos bir sona değil, içsel bir başlangıca işaret.
Yılın değil, insanın iç takviminin ayı.
Ve bu yüzden Ağustos, yalnızca doğduğum ay değil;
her yıl yeniden kendime döndüğüm bir eşik.
Dışarısı ne kadar kavurucuysa, içerisi o kadar arayışta.
En çok sıcağın içinde fark ediyorum kendimi;
ve en çok gölgeyi ararken, bir başkasının eline ihtiyaç duyduğumu.
Çünkü bazen en çok kavrulduğumuz anda, en çok başkasına ihtiyaç duyarız.
5.0
100% (1)