2
Yorum
2
Beğeni
5,0
Puan
169
Okunma
Hey gidi Füsun hey... Kim derdi ki gençlik yıllarında sahne sahne gezip fırtınalar estiren o kız, şimdi bir köşede eski bir banka tutunarak var olmaya çalışacak? Ne çok şey sığdı bu elli yıla. Bir zamanlar ışıklar altında alkış toplayan elleri, şimdi soğuktan çatlamış, bir zamanlar umutla gülen gözleri, artık geçmişe dalıp sessizleşiyor.
“Bir gün kendime bu kadar yabancı olacağımı bilseydim, daha çok sarılırdım gençliğime,” dedi.
Çantasının içinden buruşturulmuş bir mendil çıkardı, dizine koydu. “O günler de böyleydi,” diye mırıldandı. “Kırışık ama sıcaktı.”
Sırtını yasladığı duvara hafifçe başını dayadı. Gökyüzü griydi. İçi de öyle. Birkaç adım ötedeki tramvay durağından kalabalık sesler yükseliyordu. Ama onun kulakları başka bir zamana ayarlıydı.
“Kendine yetmek zorunda kalan bir kadını kimse tam anlayamaz,” dedi, “hele bir de sevdiği adamdan şiddet görmüşse...”
Bir an durdu. Nefesi iç çekerek verildi.
“Hey gidi Füsun... Hangi rüyaya kanıp evlendin sen o sarhoşla? Hangi masal, yumruğu sevgiye benzetebildi ki?”
Bir anlık sessizlik. Sonra sanki başka birinden cevap gelmiş gibi, gülümsedi.
“Yine haklısın... Sen hep haklısın.”
Kendisi soruyor, kendisi yanıtlıyordu. Ama öyle içten, öyle sahici bir hâli vardı ki, izleyen biri olsa onun yalnızlığına saygı duruşuna geçerdi.
O sırada karşı kaldırımdan geçen yaşlı bir adam duraksadı. Üzerindeki ceketin düğmeleri eksikti, bastonuna yaslanarak Füsun’a baktı. Kadının kendi kendine konuştuğunu sandı. Gözlerinde bir merak, bir burukluk.
Füsun bakışları yakaladı. Gülümsedi hafifçe.
“Ne güzel dinliyorsun bey amca,” dedi. “İnsan bazen sadece duyulmak ister, değil mi?”
Adam başını salladı. “Bazı kelimeler insanı uyandırır kızım,” dedi. “Seninki öyle kelimelerdi.”
“Yıllar geçiyor, yollar değişiyor...” dedi kadın, ardından usulca ekledi: “Ama insan?”
Yaşlı adam cevap vermedi. Hafifçe gülümsedi, başını eğdi ve yoluna devam etti.
Kadın bir süre daha sustu. Gözleri bir noktaya kilitlenmişti.
Sonra hafifçe öne eğildi. Çantasına uzandı.
Zaman demişti bir bilge, geçiyor, biz de yavaş yavaş göçüyoruz. Yıllar geçiyor, yollar değişiyor, insan...?
“Ne dersin , insan insan olarak kalabiliyor mu? Hadi bakalım... birkaç küçük insan bize kulak verecek mi?”
Yumuşak bir hareketle dostunu çıkardı. Sağ eline eldiven gibi geçirdi. Sol eliyle tuttuğu ince telleri yokladı.
Sanki kalbini yeniden yerine takar gibi bir incelikle hazırladı her şeyi. Sonra başını kaldırdı. Gözleri karşısındaki küçük kalabalığı taradı.
“Heeey! Bakın kim var burada!” diye cıvıldayan bir ses yükseldi havaya.
İncecik, neşeli, çocukluğun içinden gelen bir ses.
“Merhaba genç bayan, saçlarını ne güzel örmüşsün!”
Az ötede duran küçük kız utanarak başını öne eğdi. Gülümsedi. Saçına dokundu.
“Abi! Sigara sağlığa zararlı be! İçme şu zıkkımı!” diye bağırdı sonra , adamı işaret ederek.
Bir kahkaha tufanı koptu.
Bir grup çocuk, önce şaşkın, sonra coşkuyla alkışlamaya başladı. Gözleri parlıyordu. Anneleri, cüzdanlarından birkaç banknot çıkarıp usulca Füsun’un kutusuna bıraktı.
İlaç parasıydı o paralar. Belki de bir günlük umut.
Ama asıl ilaç, dostunun sesiydi.
5.0
100% (2)