11
Yorum
19
Beğeni
5,0
Puan
709
Okunma


Tanrı’yı hep yukarıda aradık. Belki de eğilip toprağa bakmalıydık.
Yüksek duvarlı, bahçeli bir evde, kırsal denilecek bir kasabada geçti çocukluğum ve gençliğim. İnsan, doğayla baş başa kaldıkça bazı şeyleri farklı hissediyor.
Bir gün, dedem yere eğilmiş, dikkatle bakıyordu.
Sordum:
– Dede neye bakıyorsun?
– Bu toprak, kıpır kıpır.
Üstünden belki 60 sene geçti, ama toprağın kıpır kıpır olması zihnimin bir köşesinde kaldı.
İnanç, Tanrı, yaşam gibi konular üzerine düşündükçe, o sahne yeniden canlanır hafızamda.
Kafamda yavaş yavaş şu düşünceler şekillendi:
Belki Tanrı, sadece kutsal sayılan kitaplarda aranmaz.
Belki o kıpırtı da bir şey anlatır.
Belki bir çocuğun gözünden, bir dedenin eğildiği yerden, bir toprağın derinliğinden bakınca başka bir şey görünür.
Bu yazı, o başka şeye kulak verme denemesidir.
Bu yazı, klasik anlamda Tanrı’nın varlığını inkâr eden ya da yerine başka bir tanrı koymaya çalışan bir metin değildir.
Belki sadece, başka bir yerden bakma çabasıdır.
Ben bu sezgisel bakışa “Tânra” adını verdim.
Tanıdık ama farklı.
Bir varlık değil bu; bir kavrayış biçimi, bir dikkat hali, bir yorum önerisi.
İnsanlık binlerce yıldır bir düzenin, bir gücün varlığına inanıyor.
Bu güce farklı adlar verilmiş: Tanrı, Allah, Yaradan, Evrenin Sahibi...
Kimi zaman bir yaratıcı olarak düşünülmüş, kimi zaman bir baba figürü, kimi zaman da her şeyin içindeki bir ruh gibi.
Genellikle de göğe yerleştirilmiş. Uzaklara.
Bu uzaklık bazen insanın içinde bir boşluk duygusu bırakır.
Çünkü gündelik yaşamda, o “çok yukarıda” olan gücü duymak kolay değil.
Buradan yola çıkarak başka bir fikri paylaşmak istiyorum:
Ya Tanrı dediğimiz, aslında canlılıkta sezilen bir anlam biçimiyse?
Yani yalnızca yaratan değil de, hâlâ süren bir akışın içinde kendini hissettiren bir devinimse?
Bir “başlatıcı”dan çok, hâlâ burada olan bir oluş biçimiyse?
Doğanın içinde, toprağın altında, her kıpırtıda sezilen bir izse?
O, bir ağacın gövdesinden yürüyen su gibi.
Bir canlının içinden geçen, adı konmamış ama hissedilen bir çağrı gibi.
Yaşamakta olan her şeyin içinden geçen bir yönelim gibi.
Ne anlatır, ne susar; sadece olur.
Kendini göstermez, tapınılmaz, dua edilmez ama etkisi sezilir.
Tânra, ne kural koyar, ne ceza verir, ne de ödül dağıtır.
Ne bir dini vardır, ne bir kitabı.
O bakış, canlı olan her şeyin içinden pay alır: Bazen bir bebeğin bakışından, bazen toprağın sessizce yeşerdiği bir filizden, bazen bir iç çekişten ya da bir hayvanın sızısından.
Tânra, bir varlık değil; olanın içindeki kıpırtıya dikkat kesilme halidir.
Bazıları Tanrı’yı göğe yerleştirmiş olabilir; ama kimi zaman, toprakta ve canlılığın içindeki o kıpırtı da bir şeyler anlatır.
Bazı öğretiler Tanrı’nın her şeyde olduğunu söyler; burada sözünü ettiğim, yalnızca her şeyde olmak değil; her şeyin olma sürecinde hissedilmesidir.
Süreçtir, devinimdir, kıpırtıdır.
Ölüm bile bu bakış için bir son değil, bir geçiştir yalnızca.
Tıpkı bir yaprağın düşüp çürüyerek toprağa karışması gibi.
Yani bir bitiş değil, başka bir biçime dönüşüm.
Bu nedenle, bu yazı bir inanç dayatması değildir.
Tanrı’ya inanan biri için tehdit değildir.
Tanrı’ya inanmayan biri için cevap da değildir.
Sadece bir soru kalıyor geriye:
Ya biz, yaşamın içinden geçen ama hiçbir dine, hiçbir öğretiye sığmayan kıpır kıpır bir bakışın gölgesinde büyüyorsak?
Not: Bu yazı, Tanrı inancını inkâr eden bir metin değildir. Aksine, o inanca eşlik edebilecek bir sezgiye, bir dikkat biçimine kapı aralamayı denemektedir. Düşünce, tek başına bir inanç değildir belki; ama bazen inancın derinlerinden süzülen bir iç sestir.
Seddar/Mersin 29.07.2025
5.0
100% (5)