0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
138
Okunma

Yuvarlak cümle: hep şöyle başlar; insan olmanın gereği ya da insan olduğumuz için düşünüyoruz diye başlarız konuşmaya. Peki neyi konuşuruz? İlgi odağımıza yakalanmış bir konuyu. Ben de bu gün tam da öyle oldum ve ilgi odağıma düşen bir konu bulmaya çalıştım. Ama bulamadım. Düşündüm ne olabilir diye? Bu güne kadar olan hayata dair mücadelem, yediğim kazıklar, gülüşlerim, eğlencelerim, üzüntülerim, yıkılan hayallerim, üzerine soğuk sular içtiğim onca umutlarım. Daha o kadar çok ki.
Sonrasında bütün bunları ve daha sayamadıklarım da dahil hepsinin ne anlama geldiğini düşünmek gibi bir gaflete düştüm.
Sonuç mu? Çok ilginçti. Topladım ve = ben ediyordum. Ve soruyu teke düşündüm. Ben...! Kimim? Tabiiki de insanım. Ve bir insan olarak gereğini yaptım ve ilgi alnıma takılan konuyu buldum. Yani ben-i...
Tabii ki de bendeki ben’e ulaşabilmek için içimdeki ben’e dokunan her ne varsa bilmek bulmak gibi bir düşünceye kapıldım. Sanırım ilk dokunuş beni bu hayatla buluşturan ebe’nin elleri idi. Sonrası da anamın elleri ve teniyle devam etti. Bu günlerde o eller değmiyor artık hayatıma ama onların yerlerini alanlar oldu. Doğrusu bunların ne kadarını ben istedim ne kadarını istemedim ayırması gerçekten zor. Bütün bu dokunuşları bir temasta toplayabilirmiyim diye düşündüm. Buldum da. Yine ben’dim bulduğum. Yani yine benden bir konuydu. Görüyorsunuz ya ne yaparsam yapayım kendimden öteye gidemiyorum.
Bu günün konusu hayata başlamak oldu. Yani benim hayata başlamam. Ve yine benim hayata başlamamla devam edelim. Öyle ise cümlenin öznesini belirtelim. " Bu gün benim doğum günüm...
Kaçıncısı olduğunun ne önemi var. Önemli olan bu güne kadar hayatıma dokunanların bu günü ne kadar önemsedikleri ya da önemsemedikleri değil mi? Kimisi sabahtan aklımdaydı sonrasında günün telaşı ile unuttum diyecek. Kimisi inan ki yoğunluktan yorgunluktan çoğu zaman kendimizi bile unutuyoruz diyecek. Hayatta iseler belki anne-baba hatırlayacak. Dil ucuyla geçiştirecek kardeş/ler/in olacak belki. Bir kaç vefalı arkadaş da bu kervana katılanlar arasında olabilir belki. Sonrası mı? Aç ve cüzdanına bak. Neler biriktirmişsin hayata dair. Seven ve saygı duyan bir eş, vefalı evlat/lar, yüreğine oturmayı/oturtabilmeyi başarabildiğin bir dost, iyi ya da kötü günde aklından çıkmadığın dostlar. Bunlar insanın gerçek hayattaki zenginliğini gösteren hazineleridir. Ve hayat her daim bunlarla dop dolu ve anlamlıdır. Eksik olmasınlar...
Eksiklikten söz açılmışken; hiç yürümeyi düşündünüz mü? Zamanın rast gele bir diliminde. Gece-gündüz, sabah-akşam, yaz-kış, sıcak-soğuk, aç-tok, uzun-kısa. Farketmiyor. Herhangi bir halde iken. Mutlaka yapanlar olmuştur. Ne yaptınız, Ne düşündünüz? Ne sordunuz? Cevapların içinde ne olmasını istediniz ve ne buldunuz. Aslında bane göre insan hayatına dokunanların bilcümlesi bu soruların yanıtlarının içerisinde.
Yürümemiş te olabilirsiniz. Peki hiç yalnız kaldınız mı? Mesela açtığınız kapıdan içeri girerken evinizle selamlaşıp gününüzü mutfağınızda geçirdiğiniz zaman içerisinde yemek ya da mutfak eşyalarıyla paylaştınız mı? Kaşığın yere düşmesini ya da çay veya kahvenin taşmasını gününüzün hangi anındaki enstanteneye bağlayıpta o anda da tam da böyke olmuştu dediniz. Çay ya da kahvenizi yudumlarken duvarlara ne söylediğinizi hatırlıyormusunuz? Ya da muhabbet kuşunuzun özlemini doyurmak için sizinle oynamaya çalıştığı bir anda yorgunluğunuzdan mı bahsettiniz. Han gi yorgunluktu bu. Beden mi, gönül mü?
Bir soru daha: beden ne zaman yorulur, gönül ne zaman yorulur. Bu yorgunlukların etkenleri nelerdir. Adına cevabını kendinizin verdiği duvarlarınız mı, yere düşen kaşık mı, yoksa taşmasına sebep olduğunuz çay ya da kahveniz mi? Yok sa bilmeden de olsa kalbini kırdığınız #muhabbet kuşunuz mu? Biraz maddiyat ve içinde biraz da maneviyat kokusu mu aldınız? Duyar gibiyim... ikisi de var der gibisiniz. Hislerim güçlüdür diyebilirim.
Soru neydi:
Hiç yürüdünüz mü...?
Bir keresinde babam ile aramda şöyle bir konuşma geçmişti.
Ben;
Baba, benim dışımdaki bütün çocukların oğlun ya da kızın iken ben neden çoğun oluyorum? Bana neden her konuşmanda "çocuğum diye hitap ediyorsun? Ben ne zaman oğlun olacağım, ne zaman büyüyeceğim?
Babam;
Hımmm, güzel soru. O zaman doğrudan cevap vereyim. Ben öldüğüm gün...!
( biz 5 kardeşiz ve ben evin en küçüğüyüm)
İşte yürümek tam da bu idi. Yani kendiniz olduğunuz zamandı yürümek. Doğuştan gelen mecburiyetleriniz ve yolda katılanlar.
Bir meyveyi yeyip kabuğundan ayrılmak ne kadar doğal ise mecburiyetle olanlar ile yolda katılanlardan da ayrılmak bir o kadar doğal olsa gerek.
Baba evin direği, anne evin çatısıdır. Varın burdaki manayı da siz çözün. Kardeş pencerenizdir. Eşiniz "ağacınızda" büyüttüğünüz ceviziniz, evlat "ceviziçinizdir.
Dostluk/lar bahçenizdir. Dostlarınız bahçenizin en nadide ağaç ve çiçekleridir. Kimine yaslanabiliyorken kimini sadece koklayabilir ya da güzelliklerinden mutluluk duyabilirsiniz. Arkadaşlıklarınız ise evinizin bahçenizin dış kenarındaki bil cümle canlılar gibidirler.
Her varlıkta olabilecek doğal sonuç gibi gün ya da günü gelir bu yürüyüşte zamanı dolanlar ile birer birer istemesekte yollarımız ayrılır. Kimileri bir düğüm gibi boğazımızda kalırken kimileri ateşlerini yaşadığımız sürece taşıyalım diye içimizde bırakırlar. Hıçkırıklarımıza ve derin iç çekişlerimize sebep olanları da vardır. Anıldığında içimizi burkanlar ile hatıraları yad edilenleri de unutmayalım.
Kimse bende yoktu diyemez de ancak varlıklarını bir sır gibi içlerinde saklarlar. Kimileri de olduğu gibi kabul edip beyanlarına sahip çıkar anılarıyla yaşarlar. Kim mi onlar? Yüreğimize oturtturduğumuz ya da diğer adlarıyla yüreğimize oturanlar. Kimimiz saygı ile anar yol arkadaşlığını hiç unutmayız. Aslında unutmadığımız o değildir . Unutamadıklarımız hayatlarımıza ne şekilde dokunduklarıdır. Şahsiyetler sadece konuya isim olmaktan ibarettiler. Bunlar hayatlarımızda silinemeyecek kadar hatta içi doldurulamayacak kadar derin izler bırakanlardır. Birde zamana sarih hafıza denen kuyunun dibine erken düşenler vardır. Bunlar da yolculukta oldukları sürece varlıkları hissedilen ama giderlerken silik izler bırakanlar ile hiç iz bırakamayanlardır.
Yürümek; başlangıcının ve sonunun hissiyatını ve duygusunu asla bilemediğimiz ama bilincimizden bilincimizi kaybettiğimiz ana kadar hep ileriye doğru yaptığımız bir eylemdir.
Adı da yaşamaktır.
Şairin dediği gibi;
Ayrılıklar gelir çatar
Gözüm uzaklara bakar
Desem ki seni ne kadar
Sokağın tavanı kadar...
Biz de bir gün gideceğiz. Amma önce, amma sonra. Gidene belki de vedalaşamadan gitmek düşerken, kalana gidene veda etmek düşecek bu yolda. Her gönül ister ki hiç iz bırakamayanlardan olmayayım asla. Silik iz bırakanlardan da. Hatıraları yad edilenler ile anıldığında içimizi burkanlar konusaldırlar. Hıçkırıklarımıza ve derin iç çekişlerimize neden olanlarsa uzun yol arkadaşlarımızdandırlar. Paylaşılmış çok fazla değer, içinde çok fazla hayata dokunulmuşluk vardır. Kabullenilmesi zor olanlandandırlar. Ateşini içimize atıp gidenler ise varoluştan ve farkındalıktan bu yana hayatımızın her anına dokunanlarımızdandırlar. Maalesef ki hiç bir zaman kabul etmediklerimizdendirler. Ne yerleri dolar ne de anıları izleri silinir. İlk günkü gibi hep taze kalırlar ve yaşadığımız sürece hayatımızın her anının içinde var olurlar. Her daim anılarına gönderme yaptıklarımızdırlar. Düğüm gibi boğazımızda kalanlar mı...? İşte onlar yarım kalanlardır. Yani; vedalaşamadan gidip, gideni uğurlayanlarda kalanlardır.
Hayata dair bir özel gücüm olsa idi eminim ki vedalaşamadan giden mi yok sa gideni uğurlayanmı olan olup olmadığımı bilmek ve hatta belirlemek olurdu.
Ve ben buna gerçek bir şans ve gerçek bir mutluluk derdim.
Mutluluk derken;
Bu gün benim doğum günüm...
Tüm mutluluklara benden armağan olsun.
Yüreğimdesin...