0
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
142
Okunma

Terinos bu sabah biraz keyifsiz uyandı. Geceden kalma değil ama, o eski neşesi sanki duvarda asılı kalmıştı. Bahçeye çıktı, Tontonitos’u çağırdı, köpek hemen ayak ucuna koştu, kuyruğunu sallaya sallaya.
Demir parmaklıklara başını yasladı Terinos. Karşı kıyılar silik bir gölgeydi, rüzgar hafiften kekik kokusu taşıyordu. Oğlunun dönüşüne bir gün kalmıştı, ama içi garip bir boşlukla doluydu. Keliternos ise sabah erkenden pazara gitmişti, elinde liste: domates, beyaz peynir, nar ekşisi... Çünkü yarın sofrada her şey eksiksiz olmalıydı.
Bugün Terinos, Zekeriya Sofrası’na uğramadı. Yeni sahipleri fiyatları artırmış, bir de “senin hesabı yazalım mı Terinos amca?” deyince içerlemişti. Onun yerine mahallenin aşağısındaki bir çınarın gölgesine çöktü. Yanından geçen yaşlı bir balıkçı “Yarın oğlun geliyormuş Terinos, sevindim ha!” dedi. O da başını salladı:
> “Geliyor da... içimde bir sızı var be Epiktotes.”
Epiktotes bu sefer lokantacı değil, komşusu oldu. Elinde bir sepet vardı, içinde kurutulmuş incir. İki tane uzattı Terinos’a.
“Yarın yersin oğlunla birlikte” dedi.
“Yarın... evet.”
Şimdi Terinos suskun. Belki birazdan eve döner, verandaya geçer, DS org’un başına oturur. "Tamavra Matia Su"ya başlar, sonra dalar gider bir Ege ezgisine.
Bu akşam, Datça turuncuya boyandığında, Terinos’un gözleri biraz ıslak olacak. Ama belli etmez. Kasketini biraz daha öne çeker. Çünkü yarın Timenos gelecek.
Ve Terinos, her şeye rağmen, hâlâ gururlu bir baba.