0
Yorum
2
Beğeni
5,0
Puan
137
Okunma
Benim 11 yaşında olduğum, Rüzgarlı Bahçe İlkokulu’ndan mezun olduğum, sünnet olduğum, ortaokullu olduğum yıl olan 1986 senesi bizim neslin uzak hatıralarında halen iki büyük nükleer felaketle hatırlanmaktadır. Biri Challenger Uzay Mekiği’nin havada infilak ederek unufak olması, öbürüyse Çernobil Nükleer Tesisleri’ndeki korkunç patlama ve geniş ölçekli radyasyon sızıntısıydı.
Biri Amerika’da, 28 Ocak 1986 Salı günü (Challenger), diğeri Sovyetler Birliği’nde (ki o zamanlar biz buna kısaca S.S.C.B. derdik) Nisan 1986’da (Çernobil) meydana gelen, üstelik üç ay arayla meydana gelen bu iki facia bizlere o vakitler ne oluyoruz yahu, dünyanın sonu mu geliyor dedirtmişti.
Esasen, bu Challenger (Meydan Okuyan) hadisesi, Kaza Geliyorum Demez kural-sözünün tersyüz edilmiş şeklinden başka birşey değildi. Yani Kaza Geliyorum Demişti, hem de göz göre göre. Kim bilir belki de nazar değmişti Challenger’a. Ya da tipik bir sakınan göze çöp batar hikayesi..
Ne de olsa, daha seksenli yılların başından itibaren Amerika’nın caf caflı kuşe kağıda basılı magazinlerinde boy boy fotoğraflarıyla arz-ı endam etmeye başlamıştı Challenger. Mesela, bir otomobil reklamında tanıtılan otomobilin Challenger gibi güçlü olduğu bildiriliyordu. Söz konusu araba, tıpkı bir uzay mekiği gibi, 9’dan 0’a dek geri sayımla ignition (ateşleme) konumuna getiriliyordu.
Bir Amerikan Air Force (Hava Kuvvetleri) ilanında ise gençlere Aim High (Yüksekleri Hedefleyin, Gözünüz Yükseklerde Olsun) diyerek kendilerine katılmaları tavsiyesinde bulunuluyordu.
Ama olmadı işte. Sonunda olan oldu. Challenger fırlatılmasından kısa süre sonra gökyüzünde patladı. İçindeki mürettebat hiç ummadıkları bir ecelle öldüler.
Tek kanallı Televizyonda (TRT 2 kurulma aşamasındaydı) o korkunç infilak anı defalarca gösterilmişti. Ben de izlemiş ve çok etkilenmiştim. O tarihlerde Challenger ile o kadar bütünleşmiştik ki, İstanbul’da Challenger isminde bir disko bile açılmıştı.
Sovyet Rusya’da, Kiev’de Çernobil Nükleer tesisleri’nde meydana gelen büyük patlama ise radyasyon kelimesini hayatımıza sokmuştu. Çoğumuz o zamana kadar radyasyon diye birşeyin varlığından bile haberdar değildik.
Bu radyasyon hikayesi bizi en çok çay yönünden yıkıma uğrattı (!). Malum ya, her nedendir bilinmez, biz milletçe çay içmeye aşırı düşkünüzdür. Evlilik için Kız evine ziyaret merasimi dışında (Her nasılsa o gün kahve içiliyor) her vesileyle çay içeriz. Daha yediğimiz yemeği sindirmeden çay içenlerimizin bile sayısı azımsanamayacak kadar çoktur.
Yazın bile çay içeriz. İyi ama çok sıcak diye itiraz edecek olsanız, onun da bahanesi, kılıfı hazırdır: Olsun, çay harareti alır!...
Rusya bize coğrafi olarak yakın olduğu için bu patlamadan dolayı yayılan radyasyonun bizim Karadeniz’deki çay tarım sahalarımızı da etkilediği düşüncesiyle hepimizi bir korku sarmıştı. Güya, çay içmeye devam edersek on seneye kadar hepimiz kanser olacaktık. Ben bile çocuk aklımla dehşete kapıldığımı hatırlıyorum. Başlangıçta belirttiğim gibi 1986 senesinde 11 yaşındaydım ve demek ki bu hesaba göre 10 yıl sonra, 21 yaşında kanser olacaktım. Unutmadan ilave edeyim, tıpkı bugün gibi 1986 senesinde de kanser, isminden bile korkulan bir hastalıktı ve üstelik o zamanlar tedavisi de yoktu. Bugün artık pekçok kanser vakasında hasta kurtarılabiliyor, en mühimi de hiç olmazsa kanserlinin ömrü 4-5 sene uzatılabiliyor. Haa, işte o zamanlar bunu hayal bile edemezdiniz. Tipik bir Türk filmi sahnesi olarak, doktor yüzünüze kanser olduğunuzu, üç aylık ömrünüzün kaldığını söyler, kalan zamanınızı gezerek, eğlenerek değerlendirmenizi tavsiye ederdi. Ve sahiden de üç ay sonra, doktorun dediği gibi, ölüverirdiniz. Sanki doktor değil, falcıydı mübarekler.
İddia ediyorum, şu Çernobil faciası, Allah göstermesin, bugün olmuş olsa, kimsenin umurunda bile olmaz. Çünkü o tarihten bu yana yiyip içtiklerimizde kanserojen o kadar çok şey türedi ki, Çernobil’in radyasyonu onların yanında sütten çıkmış ak kaşık gibi birşey kaldı.
Kısmetse, 1986 hatıralarıma bir sonraki yazımda devam edeceğim. Şüphesiz, o tarihte kendimi bildiğim bir çağımda olduğum için 1986 yılına dair çok şey hatırlıyorum. Ancak bana deseniz ki, 1986 senesinin 365 gününü günü gününe, saati saatine hatırlar mısın? Bu imkansızdır. İşte insanın ezeli sorunu da bu. Neden mesela koca bir yıldan hatırladığımız sadece belli bir süre. Bunu kaydedecek bir bellek henüz icadedilememiş. Hafızamız özet bir bilgiyi kaydediyor.
5.0
100% (1)