0
Yorum
1
Beğeni
5,0
Puan
206
Okunma

Vehmimde Gölgen: Bir Veda Hikâyesi
Gün, eski mahallemin dar sokaklarına ılık bir tebessümle doğuyordu. Taş duvarlar arasından sızarak gelen güneş, yüzyıllık ağaçların yapraklarına vurduğunda, sanki zamana sinmiş bir masalın sayfaları çevriliyordu. Bahar, bütün coşkusuyla oradaydı; toprak kokusu havada asılıydı, sümbüller renk renk açmıştı, esen meltemin fısıltısında eski bir şarkı saklıydı. Her adımım, taş kaldırımlarda yankılanırken içimde bir şey uyanıyor, çocukluk hatıralarıyla yeniden yüzleşiyordum.
Bir köşe başında, gözüm yıllardır görmediğim o kırmızı motora takıldı. Bir zamanlar hayallerimi taşıyan, yaz akşamlarının dostu, çocuk rüyalarımın yoldaşı... Üzerine çöken toz tabakası, zamanın parmak izleriydi ama motor hâlâ bana "Gel" diyordu. Sessizce yaklaştım. Elimi uzatıp gövdesine dokunduğumda, sanki yıllar önce kaybettiğim bir dostun omzuna elimi koymuştum. Kontağı çevirdiğimde motor çalıştı. O ses, içimdeki uyuyan çocuğu uyandırdı. Rüzgârın yüzüme çarpışıyla birlikte, kalbimde unutulmuş sevinçler ve yaralar sırayla ortaya çıktı: İlk dökülen diş, ilk yeminler, ilk aşk, ilk kırıklık…
Mahallenin sokaklarında motorla ilerlerken her köşe başında bir hayal beliriyordu. Bakkal önünde misket oynayan çocuklar –bizdik onlar–, okuldan eve dönerken düşüp dizini kanatan bendim, bankta oturan yaşlı halam, hala gülümseyen gözleriyle uzaktan bakıyordu. Sanki tüm geçmişim, bugünün içinden yürüyerek karşıma çıkıyordu.
Motor beni mahallemizin sınırındaki eski kavşağa getirdi. Orada, zaman durmuş gibiydi. Kavşağın ortasında, beyaz bir gelinlik içinde bir kadın duruyordu. Sabah ışığı gelinliğine vurmuş, etrafında parlayan bir hale oluşturmuştu. Yüzü, meleklerin dokunduğu bir tablo gibiydi. Kalbim yerinden fırlayacak gibiydi; adım attıkça içime bir hatıra çarpıyordu. O kadını tanıyordum. Kalbimin en derin köşesinde saklı duran, her bakışında zamanı dondurup yüreğimi şiirle dolduran o kadındı. Gelinlik ona yakışmıştı ama bende bir yara gibi duruyordu.
Yavaşça yanıma geldi. Dudaklarında ince bir tebessüm, bakışlarında bin yıllık bir veda vardı. "Beni bir yere bırakabilir misin?" diye sordu. İçim ezildi. Zorla, neredeyse fısıltıyla "Evet" dedim. Motorun arkasına bindi. Belime sarıldı. O an, zaman sanki durdu. Tüm anlamlar yerli yerine oturmuştu. Bir ömür, o sarılışta yeniden yazılmıştı. Ama içimde bir korku vardı: Bu bir başlangıç değil, bir sondu.
Rüzgârla birlikte yol alırken, içimde hem bir huzur hem bir yıkım büyüyordu. Derken, sesi neredeyse rüzgârı yırtarak geldi:
"Ben evleniyorum."
Motorun sesi boğuklaştı. Zihnim durdu, yüreğim parçalandı. "Yok..." dedim, "Bilmiyordum..."
"Biliyorum," dedi, "Beni çok seviyorsun. Ben de seni sevdim. Ama bizim yolumuz, bizim kaderimiz bir değil."
Hiçbir şey demedim. Konuşmak, zaten yetersiz kalacaktı. Sadece sürdüm. Motor artık bizi değil, sadece anıları taşıyordu. Mahalle berberinin önünde durduk. Sessizce indi. Bana son kez baktı; bakışları hem “beni unutma” hem de “artık bırak” diyordu.
"Kusura bakma," dedi.
Sadece "Tamam" diyebildim.
Motoru yeniden çalıştırdım. Bu kez arkam boştu. Rüzgâr artık sadece rüzgârdı. Yol boyunca onun sesi, kokusu, elleri –ve o sessiz vedası– içime kazındı. Geride kalan, sadece bir hayaldi. Ve ben, o hayalin ardından bir ömür yürüdüm.
Ama bazı gölgeler, gitmez. Geceleri uykuya dalarken, sabahları eski bir fotoğraf gibi belirir. Onu unutmadım. Belki de unutmam gerektiğini de hiç öğrenemedim. Ama yürümeyi öğrendim. Arkamda boş bir koltukla, önümde sonsuz yollarla...
> “Geçti istemem gelmeni,
Yokluğunda buldum seni;
Bırak vehmimde gölgeni,
Gelme, artık neye yarar?”
— Necip Fazıl Kısakürek
Yazının Sahibi:MUOLPA
5.0
100% (1)