0
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
283
Okunma
“Bayrağın Gölgesinde”
Bölüm 1: Sessizlik Evi
Ayak sesleri kuru taşlarda yankılanıyordu.
Ben sivil kıyafetlerimle, yanımda sıralanmış askerlerin arasında yürüyordum. Üniformam yoktu ama onların hızına uyuyordum. Ne tam içlerinden biriydim, ne de dışarıdan.
Terk edilmiş bir eve girdik. Kapı aralıktı, içeriden sessiz bir düzen kokusu geliyordu. Tuhaf bir temizlik hâkimdi: sanki insanlar buradan kaçmamış, sadece dışarı çıkıp birazdan dönecekmiş gibiydi.
Bir kitap açık kalmıştı. Perde yarıya kadar çekiliydi. Mutfakta bir tabak, içinde hala birkaç kırıntı. Her şey yerli yerindeydi.
Salonda küçük, ahşap bir yelkenli duruyordu. Oyuncak gibiydi ama titizlikle yapılmıştı, belki bir babanın oğluna armağanıydı. Elime aldım, biraz baktım, sonra pencereye yöneldim.
Deniz…
Uzakta bir beyaz taka hafifçe salınıyordu.
İçimi bir sızı kapladı. Yanımdaki askere dönüp mırıldandım:
“Demek burda yaşayanlar vardı… Ne güzel yerleri varmış be abi. Burası bile kimseye kalmadı ha…”
Göz gözü görmeyecek şekilde bir karanlık bastı.
Sanki biri gökyüzüne perde çekti. Geceydi artık.
Bölüm 2: Karanlığın İçinde
Dışarı çıktık.
Hava soğumuştu.
Sokakta sağa sola kaçışan insanlar vardı. Üstü başı düzgün olanlar bile tekin değildi. Kimi baktı kaçtı, kimi küfretti, kimi sinmiş köşeye saklandı.
Bizi gördüklerinde ya sustular ya da saldırdılar.
Biz de yakaladık.
Bir çocuk… en fazla 20 yaşında, tıpkı benim gibiydi.
Bir şeyler anlatmaya çalıştı, sonra bağırmaya başladı.
Terör örgütü dediler, yapılanma dediler. Ne gerçekti, ne kurgu… anlamak zordu.
Askerler bağırmaya başladı. Biri çocuğu itti, biri tokatladı, biri diz çöktürdü.
Ben sadece bir kez vurdum.
Bana güldü.
“Kız gibi vuruyorsun,” dedi.
Sonra tükürdü.
Bir değil, iki kere.
İlkini üniformadaki Türk bayrağına.
İkincisini yüzüme.
Bir şey koptu içimde.
Hiç düşünmeden ters çevirdim, merdivenin yanındaki beton boşluğa doğru ittim.
Düştü.
Bir ses…
Sessizlik…
Ve ölüm.
Bölüm 3: Aşağıya Doğru
Merdivenlerden indik.
Burası bir et kesim alanıydı.
Her yerde ufak et parçaları, kan izleri ve çalışan insanlar vardı.
Ne bağıran vardı, ne ağlayan. Herkes işine gömülmüştü.
Burası sanki gerçek bir dünya değil, bilinçaltının en pis, en saklı köşesiydi.
Ortası kel, yanlarında saç olan yaşlıca bir adam beni yanına çağırdı.
Sert ve sade bir sesle sordu:
“Neden böyle bir şey yaptın?”
Ben anlatmaya çalıştım.
Bayrağa tükürdü… bana da tükürdü…
Kısa bir duraksamadan sonra gözlerini kısıp şöyle dedi:
“Bizim amacımız öldürmek değil, korumaktır.”
O an ayaklarım yerden kesildi.
Bir kapak açıldı.
Sürünerek geçtik başka bir odaya.
İçerisi daha da boğucuydu.
Sanki rüyalar bile burada nefes alamıyordu.
Orada birkaç diyalog daha geçti, ama onları hatırlamıyorum.
Sadece ellerim titriyordu.
Ve içimde yankılanan bir cümle:
“Koruma niyetiyle başlarsan, en önce kendi vicdanını kaybedersin.”
SON
“Bayrağın Gölgesinde”
Bir adamın vicdanı, savaş alanının tam ortasındaydı.