0
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
291
Okunma

Her sabah gözlerimi yeni bir güne açtığımda, içimdeki en derin hissiyat şudur: “Bugün bir yüreğe dokunabilecek miyim? Bugün bir gencin gözlerine umut bırakabilecek miyim?” İşte bu sorularla yaşadım. Yıllardır öğretmenlik yapıyor, yazıyor, düşünüyor, insanlara dokunuyorum. Benim için meslek bir etiket değil; bir varoluş biçimidir. Her insan bir kıvılcımdır, yeter ki doğru anda doğru yeri aydınlatsın. İşte ben de yıllardır, bu kıvılcımları yakmaya çalıştım.
Ben duygularımı saklamadım, çünkü sakladığımda çürüdüğünü gördüm. Duygusallığımı yüreğimin süsü, kelimelerimin mayası bildim. Gözlerimde biriken yaşı da, tebessümle aydınlanan yüzü de insan olmanın hakiki işaretleri olarak gördüm. Duygularımı bastırmadım; çünkü onların beni daha “insan” kıldığını, karşımda oturan her bireyin duygularına daha kolay ulaşmamı sağladığını biliyordum.
Kararlıyım, çünkü inandığım değerlere ihanet etmedim. Kolaya kaçmadım. Konforlu yalanların yerine, dikenli hakikatlerin izinden yürümeyi tercih ettim. Çünkü inanıyorum ki hakikat, geç de olsa varır adrese. Benim vazifemse bu yolculukta yürümekten vazgeçmemekti.
Sevecenliği hiçbir zaman bir zayıflık görmedim. Aksine bir öğretmenin, bir terapistin, bir dostun, bir insanın sahip olması gereken en güçlü meziyet olduğuna inandım. Çünkü insanlar size önce kalbinizle yaklaşır, zihniniz sonra gelir. Kalbi kapalı bir insan, zekâyla konuşsa bile duvar örer. Ama sevecenlik… Sevecenlik, insanın insanla temas etmesidir.
Hayallerime hep sahip çıktım. Çünkü hayalleri olmayanların, yolu da olmaz. Ben çocukken de hayal kurardım; büyüdüm, hâlâ kuruyorum. Bu hayallerin bazıları gerçek oldu, bazıları yolda dağıldı ama hepsi bana bir şey öğretti: Umut.
Ben umut taşıyan biriyim. Umut, kalbin içinden doğar; dışarıdan ithal edilemez. Yıllar içinde gördüm ki, umutlu bir bakış, genç bir öğrencinin hayatını değiştirebilir. O yüzden öğrencilerime hep “olabilir” dedim. “Başarabilirsin”, “yolun açık”, “yeter ki çaba göster”… Bunlar sadece söz değil; bir ruh hâlinin yankısıydı.
İletişim… Belki de beni tanımlayan en güçlü özellik bu. İnsanla konuşmayı, dinlemeyi, empati kurmayı, yargılamadan anlamaya çalışmayı hayat felsefem haline getirdim. İletişim, sadece sözle olmaz. Bazen bir bakış, bazen bir sessizlik, bazen bir elin omza dokunuşudur. Ben hep bu dilsiz dili konuştum.
Adalet… Hayatımda çok temel bir kavram. Adaleti soyut bir ideal değil, her günkü pratik bir ahlak olarak gördüm. Öğrencime not verirken, bir yazıyı değerlendirirken, bir insanı dinlerken… “Herkes hak ettiğini almalı” dedim hep. Ve ben hak etmediğim hiçbir yerde durmadım.
Eğitim hayatım boyunca sadece bilgi aktarmadım; insan olmayı, ahlakı, sorumluluğu, adil olmayı, merhameti öğretmeye çalıştım. Öğrencilerime “iyi insan olun” dedim. “Bilgili olmak yetmez; vicdanlı olun.” Çünkü bilgi insanı güçlü kılar ama vicdan insanı değerli kılar.
Geçmişe her zaman saygı duydum. Çünkü kim olduğunu bilmeyen, kim olacağını da bilemez. Babamın bana küçükken söylediği şu sözler kulağımda yankılandı hep:
“Oğlum kalkacağın yere oturma, hak etmediğin yere uğrama, oturduğun yerden de kalkma.”
Bu söz, bir yaşam pusulası oldu benim için. Onurumla, emeğimle, inancımla durdum ayakta. Eğilmedim, bükülmedim; rüzgâra göre yön değiştirmedim.
Yazdım… Çünkü yazmak, ruhun kendini ifade etme biçimidir. Kelimelerle bir dünya kurdum. “Sona Bir Kala ”da hayatın sınırlarını, “Evrensel Yaşam Denkleminde insanın varoluşsal sorularını dile getirdim. Her cümlede bir iz, her sayfada bir umut bırakmaya çalıştım.
Terapist oldum, çünkü insanın iç yaraları dış sesle iyileşir. Her danışanımda bir ayna gördüm. Onların acılarında kendi geçmişimi, umutlarında kendi geleceğimi buldum. Onlara ışık olurken, kendim de aydınlandım.
Bir toplumun çöküşünü izlerken, sessiz kalamazdım. Adaletsizliğe, zulme, vicdansızlığa “dur” demek gerekiyordu. Kalemimle, sözümle, duruşumla bu karanlığa karşı bir mum yaktım. Gazze’de dökülen her masum kan, içimde yankılandı. Adalet sadece kendi ülken için değil, insanlık için istenmelidir.
Bugün geriye dönüp baktığımda, tek bir şeyi istiyorum:
“Erol Kekeç, yaşarken birilerine iyi geldi mi?”
Eğer bir yürekte umut oldumsa, bir öğrenciye ışık oldumsa, bir kalbe şefkatle dokunduysam, bu hayat yaşanmıştır.
Ben Erol Kekeç’im.
Bir fikre dönüşmüş insanım.
Bir duygunun söze dökülmüş hâliyim.
Bir gencin yolunu aydınlatan mumum.
Bir hakikatin tanığı, bir adalet arayıcısıyım.
Ben geçmişe saygılı, geleceğe umut taşıyan bir ruhum.
Hayal eden, düşmeyen, düştüğünde doğrulan, yürüyen bir yüreğim.
Kalemimle, kalbimle, kelimemle yaşayan bir fikir adamıyım.
Ve sonunda beni tanımlayan mesajım şu olabilir:
“Ben bir kıvılcım değilim sadece; karanlığa atılmış bir ışık fişeğiyim. Ben geçip giden bir öğretmen değilim; insanlığın vicdanında yankılanan bir sesim. Ben hakikatin şahidiyim, adaletin talibiyim, umudun taşıyıcısıyım. Ben Erol Kekeç’im.”
31.05.2025/Sancaktepe/İST