2
Yorum
8
Beğeni
0,0
Puan
234
Okunma

_______
Bir zamanlar, Yozgat’a çok yakın bir yerde, Çeşka Çiftliği vardı, tepenin kuytusunda, bir hayat vardı. Burada yaşayanlar, toprakla iç içe, doğa ile uyum içinde, hem varlıklarını sürdürürken hem de yaşamanın ne kadar değerli olduğunu bir yudum su gibi içlerinde hissederek geçirmişlerdi zamanlarını. Çiftlik, sadece dört duvarın arasındaki bir yaşam alanı değil, insanların ruhlarının da bir arada buluştuğu bir yerdi.
O yıllar, sadece karın doyurmak için değil, aynı zamanda birbirine sahip çıkmak ve birlikte var olmanın değerini bilmek için mücadele edilen yıllardı. Çeşka, sadece geniş arazisiyle değil, aynı zamanda insana dair çok şeyi öğreten bir okul gibiydi. Ve her şeyin merkezinde, ailenin birbirine sarıldığı, sevgilerin büyüdüğü, dostlukların pekiştiği o küçük ama büyük yaşam vardı.
Çeşka’nın yaşamı, yalnızca kendi insanlarıyla değil, uzaklardan gelen dostlarla da şekilleniyordu. Ermeni dostları, yaylı denilen eski at arabalarıyla gelir, tıpkı birer yol arkadaşı gibi birbirlerinin kapısını çalar, her gelişleriyle hem kültür alışverişi hem de dostluk köprüleri kurarlardı. Yozgat’a kadar uzanan bu dostluklar, zaman zaman farklılıkların bile ne kadar kıymetli olduğunu hatırlatırdı.
Babanem anlatırken, o eski dostlukları, çaylar içilirken yapılan derin sohbetleri, yemekler yenirken paylaşılan gülüşleri… Bütün bu sohbetler, eski zamanları hatırlatan küçük ama etkileyici bir ayrıntıydı. O zamanlar, barış ve huzurun hakim olduğu bir dönemdi. Çeşka’da yaşanan her an, sanki birer küçük öyküydü. İnsanlar, sabah güneşinin doğduğu o ilk anın kıymetini bilerek günlerini geçirir, akşam çökmeden önce birbirlerine yürekten sarılır, her şeyin aslında ne kadar kıymetli olduğunu hatırlarlardı.
Fakat zamanla, dostlukların yerini kaygılar almaya başladı. Çeşka’da eskisi gibi gülüşler duyulmamaya, insanlarda bir huzursuzluk hissi oluşmaya başladı. Bu, yalnızca Yozgat’a değil, Türkiye’nin birçok yerinde hissedilen bir gerilimdi. Kötülüğün, haksızlığın ve ayrımcılığın gölgesi, dostlukları sarmaya başladı. Ermeni dostları artık o eski günlerdeki gibi rahatça ziyaret edemez oldular. Herkes bir araya gelmekten çekinir, kulaklarındaki korkular yavaşça büyümeye başlardı.
Babanem anlatırken, bu zamanların derin acısını, o eski dostların nasıl birer yabancıya dönüştüğünü gözlerinde görür gibi olurdum. Ne yazık ki, o eski dostlukların yerini, bu yeni gerilimler, bu yıkıcı önyargılar almıştı. Çeşka Çiftliği’nin dağlarında, o barışın huzurlu esintileri artık yerini, rüzgarın getirdiği kötü haberlere bırakıyordu.
Bu hikaye, sadece geçmişin bir kesiti değil, aynı zamanda bizlere büyük bir yaşam dersi de bırakıyordu. Her şeyin değerini bilmek, dostlukların kıymetini anlamak ve zorlukların karşısında yılmamak gerekir. Çeşka’da yaşanan her şey, insanın sadece dışarıdaki dünyayı değil, içindeki dünyayı da keşfetmesi için bir fırsattı. O çiftlikteki insanlar, sevgiyi, dostluğu, bir arada olmayı her zaman her şeyin üstünde tutmuşlardı.
Hayat, ne yazık ki, sadece bir nehir gibi değil, aynı zamanda bir orman gibi de olur. Kimi zaman gürül gürül akar, kimi zaman ise sessizce sükûnet içinde ilerler. Ama her halükarda, o nehir, hem insanı hem de doğayı besler. Çeşka’daki insanlar da, topraklarını işlerken, birbirlerine değer verirken, bir yandan da yaşamın her anına bu öğretiyi yansıtırlardı.
Zaman geçtikçe, Çeşka Çiftliği’nin adı, sadece anılarda kaldı. O eski dostluklar, o eski barış, günümüzde yalnızca birer hatıra olarak kaldı. Fakat yaşamın bize sunduğu dersler asla kaybolmadı. Birçok kişi, zamanla kaybettiği dostlukları, huzuru ve sevgiyi tekrar bulmaya çalıştı. Zamanla kaybolanların yerini, yenileri almadı belki de. Ama her bir yaşanmışlık, geçmişin izlerinden öğretiler taşır. Çeşka’dan günümüze kalan en önemli şey ise, bir arada olmanın, dostluğun, barışın ve sevgiyi yüceltmenin her zaman bir insanın kalbinde en değerli yerini bulduğuydu.
Çeşka Çiftliği’nin hikayesi, her birimizin hayatında izler bırakan bir yolculuğa dönüştü. Zamanın değişmesi, koşulların zorlaşması, insanlar arasındaki ilişkilerin giderek daha karmaşık hâle gelmesi, geçmişin değerli izlerini bize hatırlatıyor. İnsanlık, hep aynı kavgalara düşer, ama asıl kazanç, dostluklarda, paylaşılan duygularda, bir arada olmada yatar.
İşte bu hikaye, geçmişin izinden, bugün için bir yaşam dersi bırakır: Dostluğun, sevgilerin ve barışın kıymetini bilmek; aynı zamanda, her zaman dik durarak, ne olursa olsun insanlık değerlerine sahip çıkmak gerekir. Geçmişin hatıraları, bize her zaman yol gösterici birer yıldız gibi parlamaya devam eder.
Peri Feride ÖZBİLGE
02.06.2025