0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
213
Okunma
Cehalet, yalnızca bilgi eksikliği değildir; bazen bilmeye kapalı bir zihin hâlidir. İnsan bilmediği şeyi öğrenebilir, araştırabilir, sorabilir. Ama cehaletin tehlikelisi, bilmediğini bilmeyen ya da bilmediğine rağmen bildiğini sanandır. Çünkü bu tür bir cehalet, yalnız bireyin değil, toplumun da yolunu karartır.
Tarih boyunca birçok yıkımın, savaşın, ayrımcılığın ve nefrete dayalı düzenin ardında cehalet yatar. Cehalet, sorgulamaktan korkar; çünkü sorgu düşünmeyi, düşünmek ise dönüşmeyi gerektirir. Oysa cehalet, durağanlığı sever. Klişelere tutunur, ezbere sarılır, kendi inşa ettiği küçük dünyada her şeyi bildiğini sanarak yaşar.
Bilgi, insanı özgürleştirir; cehalet ise zincirler. Bir insan ne kadar az şeyle yetinirse, o kadar kolay yönetilir. Bu yüzden kimi güçler, cehaleti beslemeyi, bilgiyi ise tehdit olarak görmeyi tercih eder. Okumayan, sormayan, araştırmayan bireyler, başkalarının çizdiği sınırlar içinde var olmaya mecbur kalır.
Ama cehaletin çaresi vardır: merak. Bir çocuğun “neden?” sorusuyla başlar her şey. O sorunun peşinden gidilirse, bilgiyle kurulan bağ derinleşir. Her yeni öğrenilen şey, cehaletin duvarında bir taş söker. Zamanla o duvar yıkılır; insan düşünmeyi öğrenir. Düşünen insan, özgürdür. Ve özgür bir zihin, dünyanın en güçlü varlığıdır.
Cehaletle mücadele, bir ömür boyu süren bir yolculuktur. Çünkü bilginin sınırı yoktur, ama cehalet her köşeye sinsice sızabilir. Bu yüzden uyanık kalmak gerekir. Kendi cehaletimizi fark etmek, değişimin ilk adımıdır. Bilmediğimizi kabul etmek, öğrenmenin kapısını aralar. Ve belki de en büyük bilgelik, her zaman öğrenmeye açık kalmaktır.