Bir kimsenin beni yüzüme karşı methetmeye hakkı olursa, yüzüme karşı beni tenkit etmeye de hakkı olması lazımdır. bısmark
yazaromerozturk
yazaromerozturk

EDEBÎ SÖZLÜK

Yorum

EDEBÎ SÖZLÜK

0

Yorum

1

Beğeni

0,0

Puan

163

Okunma

EDEBÎ SÖZLÜK




MİNİ MİNİ EDEBİ SÖZLÜK

A...

AHMET MİTHAT EFENDİ: 1934 SOYADI HAREKATI’na yetişemediği için, bugüne değin, ’Efendi’ unvanıyla anılagelmiştir. Eğer yetişseydi, büyük ihtimalle şu soyadlarından birini almış olacaktı: Beykoz (Dünyanın en güzel şehri İstanbul, İstanbul’un en güzel şehri ise Beykoz’dur dediği için), İlköğretmen (Halkı eğittiği ve öğretmenlik yaparken, görev başında öldüğü için), Otodidakt (mektep-medrese görmeyip kendi kendini yetiştirmiş olduğu için), Verimli (durmaksızın eser vermiş olduğu için), Yalıbeyi (Beykoz, Yalıköy’deki yalısı da en az kendisi kadar meşhur olduğu için) ve Paşa (ismini aldığı Mithat Paşa’dan dolayı. Hoş Soyadı Kanunu’yla birlikte Paşa ve benzer lakaplar tamamen yasaklanmış olmasına rağmen, herhalde Cumhuriyet devrinde en çok kullanılan unvan da ’Paşa’ olmuştur).


AŞK: Âşk u sevda gelir akla, evvela. Aşk başka, sevda bambaşkadır. Sevda kelime anlamıyla zaten karadır, kara sevdadır; ayrıca kararması, kara sevdaya dönüşmesi şart değildir. Aşık ve Maşukun, seven ve sevilenin yegane meşgalesidir aşk. Ve karın doyurmasa da aşk, yine de şairin en temel gıdasını teşkil eder. Âşığa Bağdat sorulmaz. Haliyle Maşuka da. Âşıkla aşık atılmaz. Bülbüle gül sorulmaz, güle bülbül. Bir varmış, bir yokmuş, uzun yaz geceleri bülbüllerin inil inil aşk serenatlarıyla mest olurmuş bahtiyar kulaklar.

B...

BAŞ: En başta baş yazar geliyor aklıma. Sanki önde bir yazar var da, diğer yazarlar vagon gibi onun ardı sıra geliyor gibi. Olacak şey mi? Yazarın başı-sonu olur mu? Bir de başımla beraber deyiverir kimileri. Hiç anlamam. Başlarını bırakıp da gelecek halleri yok ya, mazinin serdengeçtileri (başlarını ortaya koymuş olanları) gibi.

BAY: Eski edebiyatımızda zengin anlamına gelir. Mesela, bay ü geda, zengin (bey) ve dilenci demektir. Ancak söz gelimi, Bay X ya da X Bey dendi mi, denilmek istenen Zengin X ya da X Zengin değildir. Bay, aynı zamanda eylemdir. Baymak eylemi. Baymak geçişli bir fiildir. Beni bayma. ’Il’ ekiyle dönüşlü olur. Bayılmışım, içim bayılmış.
Zaman zaman hepimizin içi bayılmaz mı?


C...

CAN: Cana Canan gerekse de, Can hep kendini düşünür. Önce Can sonra Canan derler, kestirip atarlar. Her ne hikmetse, önce Canan sonra Can diyenler pek makbul addedilmez. CAN’ın halleri şunlardır: Canlı, Cansız, Cani, Canik, Cancağız v.b.

Ç...

ÇEŞME: Gözyaşlarının sel olup akmasından mülhem, bir yalaktan oluk oluk akan suyu depo eden şirin ve narin mimari esere Çeşme derler. Mazide çeşme kitabelerinde anıtlaşan çeşme edebiyatı mühim ve anmaya değerdir. İnleyen bülbüllerin gözyaşları çeşmibülbüllerde hayat bulmuştur. Çeşmeler genellikle bolluk ve bereket simgeleridir. Ama akmayan, kuru çeşmeler de yok değildir ki, bunlara da ’kuru çeşme’ derler. Bakınız: Beşiktaş, Kuruçeşme semti.

D...

DENİZ: Kadın deniz gibidir, hiç inanmak olmaz dememiş miydi Aşiyan şairi Tevfik Fikret. Bunu ’Deniz kadın gibidir’ olarak bilenler de vardır ama koskoca deniz kadın gibi olacak değil ya, ancak kadın deniz gibi olur ve elbette şairimizin yalancısıyım hiç inanmak olmaz. Çocukken de, ’Akdeniz Karadeniz Karneleri İsteriz’ diye haykırırdık hep bir ağızdan biz minikler, bilmeyerek kendimizce bir edebi mısra meydana getirdiğimizi.

E...

EFE: Öncelikle aklıma Ömer Seyfettin’in Yalnız Efe’si geliyor. Ömer Seyfettin, zamanının çok ilerisinde bir hikaye yazarıydı. Onun gibisini bulmak zor. O dönemde kimin aklına gelirdi bir kadını kılık değiştirtip ata bindirmek ve bir hanım Efe olarak gizlice cepheye sürmek. Üstelik tamamen erkek egemen bir unvan olmasına rağmen efelik.

F...

FELSEFE: Edebiyat mı felsefeden beslenir, felsefe mi edebiyattan? Hüseyin Rahmi gibi ilhamını büyük ölçüde felsefeden alan edipler olduğu gibi, Rıza Tevfik gibi edebiyatı da oldukça kuvvetli filozoflar da mevcuttur ilim, fikir ve sanat alemimizde. Yani en azından ciddi ve ağırbaşlı bir filozof olarak ’Uçun Kuşlar Uçun’ isimli duygu ve gurbet yüklü bir şiiri kaleme alabilmiştir. Bundan başka, felsefi ve soyut edebi eserleri, mesela romanları, piyesleri çoğu insan, sıkıcı ve anlaşılmaz bulmaktadır.

G...

GÜNLÜK: Genellikle günlük tutmaya, tıpkı kilo verme rejiminde olduğu gibi, haftabaşı büyük bir hevesle başlanır ama daha hafta ortasında bıkılır, pes edilir. Neyse ki, bendeniz uzun yıllar yazarlık, çevirmenlik yaşamımı sayısız deftere günü gününe kaydetmiş bulunmaktayım. Tabii artık bıraktım. Yazacak birşey kalmadı. Bu eski defterleri tekrar tekrar açıp okudukça zamanın nasıl olup da bu kadar hızlı geçmiş olduğuna şaşmadan edemiyorum. Bir de o zamanki kaygı ve sıkıntılarımı bugün okuyunca anlamsız buluyorum. Gençlere günlük tutmalarını tavsiye ederim. Elbette kalemle, defterle uğraşmadan; dijital ve online ortamda.

Ğ...

Yumuşak, yumoş etkili bir harf. Kelimelerin başı dışında her yerinde bulunabilir ve çok yaygındır. Tıpkı matematikteki ’0’ rakamı gibi etkisiz eleman olarak görünse ve görülse de, Türkçede o olmadan hiçbir metin kaleme alınamaz. Düşünün ki, bir ’fotoğraf’ kelimesini bile ’fotograf’ olarak telaffuz ettiğinizde (ki telaffuz edenler var), hiç hoş gelmiyor kulağa (ki aslı ’G’ ile, ’photograph’ olarak yazıldığı ve okunduğu halde. Neden? Çünkü dilimizde sesli bir harfin ardından g harfi gelmez. Sadece sessiz harflerden sonra, o da ekseriyetle yabancı kökenli kelimelerde gelir. Örnek: Telgraf, Asgari v.b.).
Bu yumuşak G başka birşey canım.

H...

HAN: Han da sarhoş hancı da. Handa dura dura içmeden sarhoş olur Hancı da. Onun da başı bir hoş olur ister istemez. Bir başka ifadeyle, sonuçta hancı da ölümlü, han müşterisi de.
Bekir Sıtkı Erdoğan’ın ölümsüz şiiri ’Binbirinci Gece’de ifade edildiği üzere, ’gurbetten gelenin ilk uğradığı ve hancıya yorgunluğundan yakındığı’ mekan (’Gurbetten gelmişim yorgunum hancı’). Faruk Nafiz Çamlıbel’in bu yıl yüz yaşına basan ’Han Duvarları’nın dili olsa da sorsak, kim bilir bize ne sırlar faş ederdi.

I...

IŞIK: ’Işık, daha ışık, daha çok ışık’ diyesiymiş Goethe, ölüm döşeğinde son nefesini vermekteyken bile. Cahiliye Devri, adı üstünde karanlıklar çağıydı. İlmin, irfanın, bilginin, kitabın ışığı karanlıktan aydınlığa çıkardı yeryüzünün gelmiş geçmiş bütün insanlarını.

İ...

İDEAL: Bunu iş edinene idealist derler. İdeal, eski adıyla mefkûre. Bir dönem sıkça kullanılan ifadeyle de ülkü. İdealistler maddeden ziyade manaya, somuttan ziyade soyuta önem verirler. Bizde ise bu biraz daha farklı algılanmış, öteden beri, derin düşünen, herşeyi dert eden kimselere ’amma da efkarlandın, bu kadar efkarlı olma’ diye tavsiyelerde bulunulmuştur. Edebiyattan çok felsefenin yaşam alanıdır ideal ve idealizm.

J...

Türkçede kullanımı oldukça kısıtlı olsa da, edebiyat lisanı olan Farsçada asal harflerden biridir.

K...

KÂĞIT: Edebiyatın, sanatın, hemen hemen herşeyin esasıydı. Taa papirüslerden bu yana. Kokusuyla başını döndürdüğü insanlığın tarih boyunca milyonlarca ciltlik kütüphaneler kurmasına vesile olmuştur. Kağıttan dünyalar kurulup kağıttan dünyalarda yaşanılır olmuştur. Kağıt olmasa yazı olmazdı. Olsa da, hayat bulamaz, doğmadan ölürdü.


L...


LİLLİPUT: Jonathan Swift’in Gulliver’inin hayali garaiplikler diyarı, dev ve cüce aynası. Mikro boyutlu cüceler diyarında Gulliver kendini dev zanneder. Fakat aynı Gulliver devler ülkesinde bir anda cüceleşiverir. Sanırım, daha ziyade insanın aşağılık (küçüklük) yahut büyüklük komplekslerine hitap eden bir roman.



M



MELİH CEVDET ANDAY: Orhan Veli ve Oktay Rıfat ile birlikte şiirde Garip akımını kurmuş ve Orhan Veli’nin ölümünün ardından Garipçiler dağılınca, çok daha yetkin ve etkin, temalı ve temelli şiirler vücuda getirmiş olan şair. ’Bir Çift Güvercin Havalansa, Yanık Yanık Koksa Karanfil’ ve ’Bayılırım Şu Düzenli Dünyaya’ dizelerini içine alan iki şiiri buna pek güzel örnektir.



N



NAZIM HİKMET: Herhalde bugüne değin şiirleri en çok bestelenmiş, şarkı-türkü olarak söylenmiş şair. Kimileri onun şiir anlayışını ve şiirlerini haddinden fazla siyasi ve ideolojik bulsa da, çok iyi bir şair olduğunu inkar edebilecek bir kimse bulunabilir mi? Bir dönem sinemacılığı da vardır. Pekçok tiyatro oyunu yazmıştır. Bunlar defalarca oynanmış ve halen oynanmaktadır. Ama o kendini hiçbir vakit iyi ve mükemmel bir oyun yazarı olarak görmemiştir. Zaten gerçek de budur. Sanatta şöyle bir kural vardır: Eğer birden fazla dalda üretiyorsanız, bunların en öncelikli ve en fazla mesai harcadığınız türüyle anılır, tarihe geçersiniz. Buna göre Nazım Hikmet önce şair, sonra oyun yazarı, ondan sonra da sinema yönetmeni ve ressamdır.


O


ORHAN KEMAL: Cihangir’de adına bir müze var. Hem bu müzeyi, hem de Fatih Cibali’de ikamet etmiş olduğu evi uzun yıllar önce görmüştüm. Yoksul, tutunamayan, geçmişi olmadığı gibi bugünü ve geleceği de olmayan, sokaklarından hiçbir vakit zifos eksik olmayan gecekondu mahallelerinde yaşayan, daha doğrusu yaşadığını sanan insancıklar ve onların sürekli bocalamaları, yuvarlanıp gitmeleri Orhan Kemal romanlarının başlıca konusunu oluşturur. Tabii arada ensesi kalın, ağzı her daim purolu, kibirli ve kurumlu patronlar da yok değildir. Bugüne değin hiçbir romanını okumadım, bu benim eksikliğim ama en azından romanlarından uyarlanan iki filmi, ’Devlet Kuşu’ ve ’Bekçi Murtaza’yı seyrettim. İkisi de oldukça ibretlik ve acı hayat gerçekleriyle birebir örtüşen hikayeler.


Ö



ÖMER’İN ÇOCUKLUĞU: Muallim Naci’nin şiirlerinden sonra en fazla bilinen eseri. 20 yaşındayken alıp okuduğum ve kendi çocukluğumla özdeşleştirdiğim duygu yüklü bir çocukluk hatıratı.



P


PARİS: Paris edebiyatçılar şehri. Yani en azından bir zamanlar öyleymiş. Vaktiyle, bizden de başta Atilla İlhan olmak üzere pekçok edebiyat insanı Paris’in sokak kafelerinde oturmuş. Paris’in meşhur sokak kahvelerinde şekillenen, hayat bulan bir edebi hayat. Belki bohem, belki beş parasız, belki yersiz-yurtsuz ama neticede bir hayat işte, hem de ta kendisi hayatın. Hep denir ya, bugün o sokak masalarında turistler oturuyor daha çok.



R


ROMAN: Aslında belli başlı bir ciddiyete sahip ama son yıllarda içi hayli boşaltılan soylu bir edebi tür. Roman hiçbir vakit ’benim hayatım roman, benimki de fotoroman gibi bir cümlenin sığlığına indirgenmemeli. Pembe veya beyaz diziler, fotoromanlar, çizgi veya resimli romanlar roman değildirler. Çünkü onlar ne de olsa görsel çağın, hazırlop ürünleri. Balzac veya Dostoyevski’ler hayal gücüne hitap ediyorlardı. Görselin olmadığı ve buna ek olarak insanların şimdiki gibi bir yerden bir yere kolay, sık ve hele uçaklarla bir-iki saatte yolculuk yapamadığı çağlarda bu dev romancılar daha romanlarının başında bir şehri en az yirmi sayfa tasvir ederler, betimlerlerdi; aynı şekilde şahısları da boyuna-posuna dek anlatır, gözlerimizde canlandırırlardı. Bugünse mesela biyografik roman diye türedi bir roman tarzı var ki, hiç aklımın almadığı birşey. Böyle bir eser ya romandır, ya da biyografi. İkisi bir arada olmaz. Peki ’nehir roman’ ne demek? Tolstoy nehir roman diye birşey yazmamıştı. Onunki olsa olsa deniz, hatta okyanus romandı.


S


SALİH TOZAN:


Sinemamızın ilk oyuncularından olduğu ve 1963 yılında 49 yaşında vefat ettiği için, değil gençlerin benim gibi yarım asırlıkların bile erişemediği Salih Tozan, sinemamızın sinema olduğu devirlerde, hisli, doğal ve abartısız oyunculuğuyla, şiir gibi ve akıcı diksiyonuyla dikkatleri üzerine çekmişti. Reşat Nuri Güntekin gibi büyük bir yazar ve tiyatro insanının teşvikiyle tiyatroya başlamıştı. Dost çevresini genellikle Orhan Kemal, Muzaffer Buyrukçu, Hüsamettin Bozok gibi edebiyatçılar oluşturuyordu.



Ş



ŞİİR: Dünyanın en eski ve evveliyatta tamamen söze dayalı, sözel olarak ifade edilebilen ve dolayısıyla yerine göre kalem, kâğıt ve benzer vasıtaları bile gerektirmeyen sanat ve edebiyat türü. Şiir yazmak, ilk bakışta, kolay görünmekle birlikte zordur. Söz gelimi, binlerce sayfa roman yazabilmiş bir Maksim Gorki’ye bile şöyle bir sayfa kadar şiir yaz deseniz, önce bir düşünür, tereddüt eder herhalde. Çünkü nihayet o hepsi hepsi on-on beş mısralık şiiri yazarken en güzel kelimeleri ve ifadeleri bulması gerekeceğini bilir.


T


TEREDDÜT: Orhan Seyfi Orhon’un hoş ve manidar bir aşk şiiri. Bestelenmiş şarkısı da çok güzeldir. Sevenin sevilene binbir tereddütle yaklaşmaya çalıştığı, sevilenin de sevene binbir nazla mukabelede bulunduğu çağların şiiri. Kimi zaman, zaten fazlasıyla mütereddit (çekimser) olan seven, sevilenin fazla nazından usanır. Fazla naz âşık usandırmış olur.

Bugün artık hızlandırılmış program var. Hızla sev, hızla ayrıl. Kim uğraşacak tereddütle, mereddütle falan?



U



UZUN HİKAYE: Kısa hikayenin zıttı. Kısa yoldan derdini anlatamayanların başvurduğu bir tür. Ama zaman zaman uzun hikayenin daha da uzayıp bollaştığı ve iç içe geçmiş hadiselerle karmakarışıklaşarak yılan hikayesine dönüştüğü de görülmüştür. Ülkemizde ve dünyada bu türün yüz akı niteliğinde yazarlar vardır.



Ü



ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN: En güzel, en içli, en dokunaklı aşk şiirlerini yazmış şair. Çoğu dizesi özdeyiş kıvamına erişmiştir. Ümidi hep yaşatan şair. Oğlunun genç yaşta ölümüyle üzgün. Türk Sanat Müziğinin en popüler şarkıları onun şiirlerinden bestelenmiştir. ’Bir Gece Ansızın Gelebilirim’ ve ’Beni kör kuyularda merdivensiz bırakma’ bunlara iki örnektir. Bence en güzel şiirlerinden biri de ’Mustafa Kemal’i Düşünüyorum’dur.



V



VÂ-NÛ: Vala Nurettin’in kısaltma olarak kullandığı müstear isim. Edebiyat tarihimizin en ilginç lakaplarından birini oluşturur. İşin ilginci eşi Müzehher Hanım da bu mahlası soyadı gibi kullanmıştır. Bundan başka, eklemem gerekir ki, Müzehher Va-Nu’nun önemli bilgiler ve bir ilk sayılabilecek hatıralar, anekdotlar içeren resimli bir edebiyat Hatıratı mevcuttur.



Y



YAŞAM: Elbette yaşam. Yaşam olmadan edebiyat olur mu? Hiç olur muydu? Edebiyat ilhamını doğrudan yaşamdan almaz mı? Bir yaşam varsa yaşayanlar da vardır. Edebiyatın başlıca gayesiyse yaşayanların ebediyyen edep dairesinden ayrılmamalarını sağlamaya çalışmaktır.




Z...


ZİYA PAŞA:


Edebiyatımızın kilometre taşlarını teşkil eden Terkib-i Bend ve Terci-i Bend isimli eserlerindeki bütün mısralar çoktan ya atasözü ya da özdeyiş mertebesine erişmiştir. Üstat hep damarımıza basan öğretiler kaleme almış, biz de sanki mahsus yapar gibi hep aksine hareket etmişiz ve hala etmekteyiz. O ’Ayinesi (Aynası) iştir kişinin, lafa bakılmaz’ demiş ama bizim aynaya yani kişinin işine, yapıp ettiklerine hiç baktığımız yok; hep popülerliğine bakıyoruz, popülerliğini ölçü alıyoruz.




Paylaş:
1 Beğeni
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 
EdebÎ sözlük Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz EdebÎ sözlük yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
EDEBÎ SÖZLÜK yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Bu şiire henüz yorum yazılmamış.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL