0
Yorum
9
Beğeni
5,0
Puan
204
Okunma

Yağmur başlar usul usul, sanki gökyüzü kendi içinde derin bir nefes alır.Damlalar düşer İstanbul’un taşlarına, kaldırımlarına, binaların eski tenine dokunur. Şehir, o an kendi iç dünyasına kapanır; rüzgârla fısıldayan yapraklar, sisin içinde kaybolan sokak lambaları, hepsi bir rüyanın parçaları gibi dans eder.
Her damla bir anı taşır; kaybolmuş sevinçlerin, unutulmuş gözyaşlarının, zamana hapsolmuş umutların izlerini. İnsanlar yürür sokaklarda, ama adımları hafiftir; sanki yeryüzünde değil, bulutların üstünde yürüyorlarmış gibi. Gözler kapanır, hayaller açılır.
Birdenbire şehir susar, sadece yağmurun nağmesi kalır. Bu nağme, insanın en derin duygularını uyandırır. Hüzünle karışık bir özlem, tarifsiz bir yalnızlık, ve buna rağmen varoluşun sarsılmaz bir direnci. İstanbul’un kalbinde, yağmurla yıkanmış her köşe, bir şiire dönüşür.
İstanbul’da yağmur, sadece doğanın bir olayı değildir; o, şehrin ruhunun yankılanmasıdır. Sessizlik içinde saklı olan, kelimelere dökülemeyen düşüncelerin ve hislerin melodisi.
Yağmurun altında yürüyen biri, geçmişin ve geleceğin arasında süzülür. Zaman akmaz; durur, genişler, derinleşir. Şehir ve insan bir olur, birbirlerinin aynası olur. Her damla, bir hayat; her hayat, bir düş.
Ve o düşte, İstanbul bir nehir gibi akar; taşar, coşar, bazen durur. Yağmurun altında, her insan kendi sessizliğinde bir şiirdir.
Ferdaca
5.0
100% (2)