4
Yorum
15
Beğeni
5,0
Puan
306
Okunma
Sonsuz Bekleyiş" olacak. Bu bölümde ana karakterin içsel dünyasına dalalım, sevda ve bekleyişin ne kadar derin bir anlam taşıdığını keşfedelim..
---
Bölüm 1: "Sonsuz Bekleyiş"
Zamanın elinden kayıp giden her dakika, kalbinde bir yara açıyordu. Beklemek, varlığını hissettiren tek şeydi. Göğün en uzak köşesinde, umutların uçurumla birleştiği noktada, o vardı: Sevda. Gözlerinde bir hüzün, dudaklarında bir gülümseme.
Biraz ileriye bakarak, belki de bir an için kaybolduğunu düşündü. Fakat, ne kadar uzak olsa da, bekleyişi ona her şeyden daha yakındı. Geceleri, sessizliğin içinde kaybolan yıldızlar gibi, umutları da karanlıkta kayboluyordu. Ama o hala bekliyordu. Her geçen saniye, adımlarını ona götürecekmiş gibi hissediyordu.
Sonsuz bir bekleyişin ortasında, her şey bir sırrın içinde gizlenmişti. "Ne zaman?" diye düşündü, "Ne zaman gelecek?" Ama bir ses, her anı daha derinleştiriyor, "Belki de beklemek kendisi bir cevaptır," diyordu.
Bölüm 2: "Anka’nın Kanatlarında" - Masal dünyasında
Bir sabah, güneş henüz uyanmadan, karanlık içindeki kuytularda bir şeyler değişmeye başladı. Gecenin son solukları, rüzgarla birlikte kaybolurken, bir ses yükseldi, yüce bir şarkı gibi. Anka kuşunun kanatları, efsanevi bir masaldan fırlamışçasına havada süzüldü. Her bir tüyünde, ölümsüzlük ve yeniden doğuşun izleri vardı.
Karakter, masal diyarının başlangıcında duruyordu. Yalnız değildi, çünkü Anka’yla birlikte bir yolculuğa çıkacaktı. Fakat masalın dünyası ağırdı. Bu yolculuk, her şeyini alacak, ama bir o kadar da ona her şeyi verecekti. "Aşk mı?" diye sordu kendi kendine. "Beni ne kadar değiştirebilir ki?"
Fakat Anka’nın kanatlarında taşınan her şey, bir sırrın peşindeydi. Her tüy bir geçmişi, her çırpınış ise bir geleceği hatırlatıyordu. O an, zaman durmuş gibi hissetti. Yükseklerde uçan Anka, ona bakarak bir kez daha kanat çırptı. “Bu masalın fiyatı, sadece cesur olanlara sunulur," dedi.
Masalın içinde kayboldu, fakat hiçbir şey kaybolmamıştı. Aşk, masalın ta kendisiydi, fakat şimdi başkalaşmış, bir başka formda varlık bulmuştu. Bu dünyada, her şey bir oyun gibi görünebilir, fakat gerçekte, bir bedel vardı.
---
Bölüm 3: "Cümlelerin Ardında"
O cümleler ki, sonsuz bir nehir gibi akıp giderken, zamanın parmaklıklarında kaybolur. Her bir sözcük, bir iz bırakır, ama hiçbir iz, taze kalan bir hatıra gibi hatırlanmaz. Bir bakış, bir gülüş, bir bakış açısındaki değişim, bunlar cümlelerin ardındaki gerçek anlamlardır.
Karakter, sözlerin derinliğine daldıkça, bir yandan da cümlelerin hiyerarşisini anlamaya çalışıyordu. Her biri bir kapıyı açıyor, ama her açılan kapı, başka bir dünyayı getiriyordu. Aşkın kendisi, o cümlelerin içinde gizliydi, ancak gözle görülmesi neredeyse imkansızdı. Çünkü aşk, çoğu zaman kelimelerle anlatılamazdı.
"Ne zaman bu kadar derinleşti sözler?" diye sordu. Bir zamanlar sade, anlaşılır olan her şey, şimdi anlamını kaybetmiş gibi görünüyordu. Cümlelerin ardında, bir bilinçaltı yatıyordu. Duygularla sarılmış, kelimelerle şekillenmiş bir dünya. Ve o dünya, aşkı daha da karmaşık hale getiriyordu.
Ama bir gün, o cümlelerden biri, aradığını gösterdi. Sessizce, ama kesin bir şekilde: "Beni bulduğunda, sözler artık sadece bir hatıra olacak. Aşkın özü senin içindedir."
O cümleyle birlikte, her şey biraz daha berraklaştı. Anka’nın kanatlarında, içsel bir devrim başlamıştı.
---
Bölüm 4: "Soğuk Yellerin Ardında"
Rüzgar, karanlığın içinde uğuldayarak geçti. Soğuk, etraflarını sararken, yelkeni olmayan bir geminin dümeni gibi, kaybolan bir yön arıyordu. Her adım, bir başka mesafeyi kat etmek gibiydi. Karakter, yelkeni olmayan bu geminin kaptanıydı, fakat bir yönü olmadığını hissediyordu. Soğuk yellerin ardında, yalnızca bir hüzün vardı.
Düşünceler, bir yansıma gibi kafasında dönüp duruyordu. Aşk, bazen soğuk bir rüzgar gibi eserdi; saklanacak bir yer yoktu, her şeyin içine işlerdi. Her bir yel, kalbinde bir yara bırakıyordu. Bazen, yalnızca bir gülümseme yeterdi, diğer zamanlarsa hiçbir şey yeterli olamazdı.
"Buradayım," dedi içinden, ama sesini kimse duymadı. İçsel bir bekleyişin ortasında, zamanın akışı yavaşladı. Her şey bir boşluk içinde kayboldu. Ne sözcükler ne de gözler bir şey ifade ediyordu. Soğuk, bir zamanlar sıcak olan her şeyi dondurmuştu. Fakat o hala bekliyordu, çünkü bazen sevda, soğuk yelere rağmen varlığını sürdüren bir ateş gibiydi.
Birden, o anı hatırladı: Gözlerindeki sıcaklık, ilk bakışlarındaki parıltı. O bakışlarda, sevdanın gücü vardı. Fakat zamanla, bu bakışlar solmaya başlamıştı. Ne soğuk, ne de rüzgar, o bakışları silip atabilirdi. Soğuk yellerin ardında, sevdanın ateşi gizliydi.
...
Bölüm 5: "Cennet ve Cehennem Arasında" (Devam)
Ay, o gece göğe çıkmadı. Yıldızlar suskundu. Sessizlik bile yarımdı. Çünkü aşk, cennetle cehennemin sınırında titreyen bir dua gibiydi. Bir adımda huzur, bir adımda yakılış vardı. Ve onlar, tam ortasında durmuş, birbirlerinin gözlerinde hem kurtuluşu hem mahvoluşu görüyordu.
O, bir gün gülüşüyle kalbine cennet indirmişti. Aynı kişi, bir bakışıyla içini cehennem gibi yakmıştı. Nasıl olurdu? Aynı ses hem huzur verip hem içini parçalarken nasıl hâlâ sevebiliyordu insan? Belki de gerçek aşk, bu yanmayı göze almaktı. Çünkü sevmek, kimi zaman kendini ateşe atmaktı. Kimi zaman da alevlerin içinden yürüyüp karşısındakine "ben hâlâ buradayım" diyebilmekti.
Ve şimdi, aşkın eşiğinde iki ruh; biri kanatlarını cennetten çalmış, diğeri gözyaşlarını cehennemden almış. “Biz” dediklerinde, o iki âlemin ortasında bir geçit açılıyordu. Kelimeler kifayetsizdi artık. Çünkü bu, anlatılan değil yaşanılan bir hâldi. Ve ne olursa olsun, bu hâlin içinde birbirlerini seçmişlerdi.
"Cennet sizin olsun," dedi yine o ses,
"Cehennem bize yeter..."
Çünkü bir bakış, bin azabı susturabilir;
bir sarılış, bin yılın yalnızlığını silebilirdi.
...
Bölüm 6: "Yeni Başlangıçlar"
Gün doğarken gökyüzü hiç olmadığı kadar berraktı. Ne karanlık kalmıştı ne de geceye dair bir iz. Sessizlik, artık yalnızlığın değil huzurun adıydı. Ve onlar, bütün yangınlardan, bekleyişlerden, soğuk yellerden ve dualardan geçerek geldikleri bu noktada, yepyeni bir başlangıcın eşiğindeydiler.
Aşk artık bir arayış değildi. Bir varış da değildi. O, yaşanılan her şeyin içinden süzülüp gelen bir bilgelikti. Ne yalnızca gülüşte saklıydı ne de sadece gözyaşında. Artık aşk, bir bakışla anlatılmıyor, bir ömürle inşa ediliyordu.
Karakter, Anka’nın izini bırakmıştı gökyüzünde. Masal bitmemişti ama şekil değiştirmişti. Beklemek, artık bir eksiklik değil, sabrın suretiydi. Cennetle cehennem arasında savrulan kalbi, artık yerini bulmuştu.
Yeni başlangıçlar, her zaman bir sonun ardından gelmezdi. Bazen kalbin yeniden atmaya karar verdiği yerde başlardı. Ve o kalp, yorgun olsa da sevdayla doluydu. Çünkü her şeyin sonunda öğrendiği tek gerçek şuydu:
Aşk, sadece bir yolculuk değil, aynı zamanda yuvaydı.
---.
Sevgiyle ictenlikle çıktım bu masal yolculuguna,
Kelimelere sarildim, imgelerle uçtum.Duygularla büyüdüm "Anka’nin Kanatlarında" Artık nefes alan bir hikayem. Var .
*
Anka’nın Kanatlarında
Sevgiyle, içtenlikle çıktım bu masal yolculuğuna,
Kelimelere sarıldım, imgelerle uçtum.
Duygularla büyüdüm Anka’nın kanatlarında,
Artık nefes alan bir hikâyem var.
Küllerimden doğan bir sesle fısıldadım geceye,
Yıldızlarla konuşmayı öğrendim düşlerimin eşiğinde.
Her harf bir nefes, her cümle bir kanat,
Gittikçe yükseldi içimdeki sonsuzluk arayışı.
Rüzgârla savrulmadım, rüzgârı sevdim.
Zamanın ellerinden tuttum usulca,
Ve anladım:
Masal dediğin, içimizde büyüyen gerçektir aslında.
Şimdi her satırda biraz ben,
Her virgülde bekleyiş,
Her noktada yeniden başlayan bir ben var.
Anka’nın kanatlarında taşıyorum
Hem geçmişi
Hem geleceği
Hem umudu
Ki
Bir dua gibi çoğalıyor içimde hikâyem.
---
Ferdaca
5.0
100% (7)