3
Yorum
13
Beğeni
5,0
Puan
445
Okunma
Canımın içi,
Kendime ya da bana benzeyen her anneye,
Bir geceydi. Sessizlikten yapılmış bir çığlık gibi üzerime çökmüştü zaman. El fenerini uzattım korkulara… Ne komikti, bir annenin el feneri bile parlak değildi, loştu.. çünkü biz karanlıkla dost olmayı çocukken öğreniriz.
O gece ilk kez sesli düşündüm: “Yoruldum.”
Ama bunu kimse duymadı. Çünkü anneler yorulunca sessizleşir.
Bazen çocukların başını okşarken titriyor parmaklarım. Sadece sevgiden değil… Bazen içimde uğuldayan rüzgârlardan. İçimden geçip giden o ansızın gelen rüzgârları, geceme yük ettiğimi fark ettim. Ve gözlerim… açılmış bir demet çiçek gibi bir şeye tutunmaya çalışıyor her sabah. Bazen bir çocuğun kahkahasına, bazen de camdaki su buharına…
Soframı sabahın mavi yamacına kurduğumda, her lokmada bir dua saklı. Dudaklarım titriyor ama gün ışığı yine de övünüyor içimdeki umutla.
Hayatın labirent kapılarına tek başıma yürüdüm. Ayağım taşa değdi, canım yandı ama geri dönmedim. Çünkü sırtımda iki can taşıyorum. Biri içimde büyüdü, biri gözümün önünde. İkisi de kalbimin farklı kapılarını açıyor.
Kerrat cetvelinde sayılar gibi çoğaldı hesaplarım. Ama hiçbirinin cevabı çocuklarımın gözündeki ışıltıdan daha değerli değilmiş. Gürültüler arasında kaybolsam da, bir annenin sessizliği kadar kuvvetli bir şey yokmuş meğer.
Şimdi bunları sana yazarken…
Belki biraz salyangoz gibi ilerliyorum ..yavaş, sessiz ve iz bırakan bir düşte.
Ama her harfimde, her boşlukta senden bir iz, senden bir sükûnet var.
Ve ben…
Korkularımla el ele,
Sana bu mektubu tutturuyorum.
Okursan, bil ki:
Ben hâlâ buradayım.
Ve yürümeye devam ediyorum.
Loş ama inatçı bir ışıkla...
Birinci mektubun kıyısında,
Salyangoz düşümden,
Senin annen.
Mektup 2: Sabahın Yamacında
...
Sevgili Kendim,
ya da yorgun sabahlarda uyanmayı başaran her anneye,
Bazı sabahlar, gözlerimi açmadan önce içimden geçiyor hayat.
Yorganın altında bir süre kalıyorum…
Çünkü yeni gün demek, yeniden başlamaya cesaret etmek demek.
Ve anneler… her sabah kendini ilk önce çocuklarının sesiyle hatırlar.
Kalkıyorum.
Elimi yüzümü yıkarken sadece uykuyu değil,
dün gecenin artakalan kırıntılarını da temizlemeye çalışıyorum.
Çünkü bizim uykularımız tamir etmiyor hiçbir şeyi
biz uyanınca başlıyor asıl onarım.
Bir tencereye su koyuyorum.
İçine bir tutam huzur, bir çimdik dua,
ve çocukların gözlerindeki uykuyu alacak kadar
sevgi bırakıyorum.
Sabahın yamacına kurduğum bu sofrada
benim yerim hep biraz eksik kalıyor ,
çünkü önce onları doyuruyorum.
Ama en çok da içimdeki sabrı besliyorum.
Bazen kahvaltı sofrasında durup
çocukların ağzına bir lokma koyarken,
içimden geçen bir şey oluyor:
“Ben bugün de buradayım.”
Ve ne garip, bu cümle bazen bir galibiyet gibi
bazen de boğazda düğüm gibi duruyor.
Güneşin doğuşu bir zafer değil artık,
ama yeni bir başlangıca razı olmak.
Ben razıyım.
Eksik uykulara, yarım kalan cümlelere,
suskun kalmış gözyaşlarına rağmen.
Çünkü annelik…
çoğu zaman kendini susarak anlatmak.
Ve ben, sabahın yamacında yeniden kuruyorum yüreğimi
bir sofraya, bir öpücüğe,
bir sessiz “iyi ki”ye…
Mektup 3: Turkuvaz Kavgalar
...
Sevgili Yüreğim,
ya da sessizce savaşan her anneye,
Biliyor musun?
Rengim turkuvaz bugün.
Ne tam mavi, ne de yeşil…
Ne tam umut, ne de öfke.
İkisinin arasında sanki içimde kavga var gibi.
Ama bu, dışarıdan belli olmuyor.
Annelerin içi hep biraz savaş meydanı zaten.
Ve biz gülümsemeyle saklıyoruz yangını.
Bugün yine kendimle tartıştım:
"Ne zaman kendin olacaksın?"
Cevabım gecikti, çünkü annenin kendine zamanı olmaz.
Kimi zaman eşime sustum,
çünkü yorgundum anlatmaktan.
Çocuklarıma bağırmadım ama içimde bir yankı vardı:
“Ben de kırıldım bu gün.”
Bir annenin kalbinde iki yol vardır:
Biri çocuklarına giden kısa yol .
diğeri kendine giden dolambaçlı ve hep ertelenen yol.
Ben hep ilkinden yürüdüm,
ama artık öbür yolun taşları canımı acıtıyor.
Yastığa başımı koyduğumda
ellerimi sıkıyorum bazen
çünkü bir şeyleri tutmak istiyorum:
kendimi kaybetmemeyi,
sabırla biriktirdiğim sessiz zaferleri,
ve bazen sadece ağlamaya hakkım olduğunu.
Turkuvaz kavgalar yaşıyorum içimde.
Bir yanım pes etmek istiyor;
diğer yanım inadına yürüyor.
Çünkü bir anne pes edince sadece kendini değil,
çocuklarının sığınağını da yitirir.
Bugünlerde sesim çatallaşsa da,
göz altlarım morarsa da,
yüreğim hâlâ dirençli.
Kırık ama sağlam.
Küskün ama vazgeçmeyen.
Ve eğer bir gün birisi bana:
“Sen ne yaşadın?” derse…
Diyeceğim ki:
"Turkuvaz kavgalar…
Ama her seferinde kalbimi çocuklarım için kazandım."
İçinden geçerken kendini kaybetmeyen bir annenin,
Salyangoz düşümden,
yorgun ama yenik olmayan sesi.
Mektup 4: Gül Kurusu Aşk
---
Sevgili Kalbim,
ya da kadınlığı anneliğin gölgesinde unutmaya yüz tutmuş her anneye,
Bana en son ne zaman “güzelsin” dendi, hatırlamıyorum.
Ama hatırladığım bir şey var:
Bir zamanlar aynaya kadın gibi baktığım sabahlar vardı.
Şimdi aynaya daha çok anneliğimi kontrol etmek için bakıyorum.
Saçımı mı taradım, göz altlarım mor mu,
yoksa hâlâ sabır mı damlıyor kirpiklerimden?
Bir zamanlar yastığa başımı aşk için koyardım.
Şimdi uyuyabilirsem ne mutlu…
Çünkü gün içinde aşkı da, kırgınlığı da, çocukların ödevini de,
eşimin sessizliğini de içimde harmanlayıp sustum.
Anneler en çok da susarak sever.
Ve bu suskunluk bazen aşkı bile unutturur.
Biliyor musun?
Yüreğimin bir kenarında hâlâ gül kurusu bir aşk saklı.
Ne kıpkırmızı, ne solgun.
Biraz yorgun, biraz eski zaman…
Ama hâlâ orada.
Bir gün, eşimin gözleri yeniden beni görürse
belki yeniden çiçek açar.
Kimi akşamlar çay bardağının buğusuna bakarken
hayalini kuruyorum:
Beni sadece anne değil, kadın olarak da hatırlayan bir dokunuş…
Bir “iyi ki varsın” sözü
çamaşırla, yemekle, ilaçla bölünmemiş bir sarılma.
Ama sonra biri ağlıyor…
Ben yine koşuyorum.
Yine “şimdi sırası değil” deyip erteliyorum kendimi.
Bu bir sitem değil.
Bu bir itiraf.
Ve itiraflar da bir tür sevgi, değil mi?
Çünkü hâlâ değer veriyorum, hâlâ umut ediyorum.
Gül kurusu bir renkte seviyorum hâlâ.
Solmayan, ama göz önünde de durmayan bir tonda.
Sessiz ama derin.
Salyangoz düşümden geçen
unutuşla sevgi arasında sıkışmış
bir kadının mektubu bu.
Kendine yazdığı bir aşk mektubu.
Mektup 5: Salyangoz Düşüm
---
Sevgili Zaman,
ya da bir annenin sırtında taşıdığı görünmez yükler,
Ben bir salyangoz düşü gibi yaşadım bu hayatı.
Yavaş, sessiz, çekingen…
Ama iz bırakarak.
Kimsenin görmediği o ince çizgi var ya,
benim ardımda bıraktığım yaşanmışlık o.
Silinmiyor.
Ama parlamıyor da.
Her gün biraz daha süründüm sabrın taşlı yollarında.
Bir yanı beyaz sabahlık, bir yanı yorgun gecelik.
Ve ikisi arasında unutulmuş bir düş gibi ben.
Adımı bazen fısıldadım içimden
çünkü kimse çağırmıyordu artık beni kendim gibi.
Anneydim.
Her şeydim.
Ama aynı anda hiç kimseydim.
Çocuklar büyüdü…
Ama ben küçüldüm.
Bir kıyıya çekildim.
Oradan seyrettim hayatı,
sanki cama vuran yağmur damlası gibi.
İçeri girmedim, sadece aktım dışarıdan.
Yavaş olmak,
bazılarının gözünde zayıf olmak demekti.
Ama ben biliyorum:
Yavaş yürüyen unutmaz yolun her taşını.
Her acıyı tek tek tanır.
Ve düşe düşe büyür.
Ben büyüdüm.
Hem anne olarak,
hem kadın olarak,
hem bir varlık olarak
sessizliğin bağrında.
Salyangoz düşümde
her kıvrım bir umut,
her iz bir mücadeleydi.
Ben düştüm belki defalarca,
ama her defasında kendi kabuğumdan yeniden doğdum.
Bu mektubu kendime yazıyorum.
O yavaş ama vazgeçmeyen kadına…
Bir annenin iz düşümüne.
Salyangoz düşümden
başkaları koşarken sessizce yürüyene.
*
Mektup 6: Parmak İziyle Şiir
---
Sevgili Kalemim,
ya da içimde susan ama yazıyla konuşan ben,
Bazen sadece bir kelime tutar beni ayakta.
Bir cümle olur yastığım.
Bir dize sarar yaramı.
Yazmasam, dağılırdım.
Çünkü söyleyemediklerim birikti içimde
gözyaşı olmadı,
çığlık olmadı,
ama kağıda düştü hepsi.
Her şiirime parmak izimi bastım.
Silinmesin istedim.
Birileri okusun,
ve desin ki:
“Bir anne burada kendiyle konuşmuş.”
Ve anlasınlar:
Bu sadece bir şiir değil.
Bu, hayatta kalma çabası.
Bu, görünmeyenin izine tutunmak.
Sustuğum ne varsa
harf harf dizildi önüme.
Çamaşır makinesinin sesi arasında,
gece yarısı uyanmaların arasında,
evin kalabalığında
kendimi en çok yazarken duydum.
Bazen çocuklarımın adını yazarken ağladım.
Bazen eşimin sessizliğini nokta koydum satırlara.
Ve en çok da
kendi adımı yazarken titredim.
Çünkü en çok kendimi unutmuştum.
Yazarken hatırladım.
Ben kimdim, neydim, neredeydim?
Bir anneydim evet,
ama aynı zamanda
bir kadındım,
bir yaraydım,
bir şiirdim.
Yarım kalmış her şeyin ucuna
benim adım eklendi.
O yüzden şiirlerim hep biraz eksik.
Ama içten.
Çünkü içimden geldiler.
Bu mektup,
her günün sonunda "bugün de geçtim kendimden" diyen
ama yazıyla kendini tekrar doğuran bir annenin
parmak izidir.
Salyangoz düşümden kalan
bir mısralık direniş.
"
Ferdaca
5.0
100% (4)