1
Yorum
4
Beğeni
5,0
Puan
237
Okunma

Kaybolmuş Ruhlar Durağı
‘Burası nasıl bir yer?’
Jack otobüsten indiği ilk adan beri bu soruyu sorup duruyordu. Gece Yarısı Otobüsü ani bir fren yaparak durduktan ve etrafı saran toz bulutu kaybolduktan sonra bunu düşünmeye başlamıştı. Çünkü kasabaya giden yol rüzgârın nereden getirdiği belli olmayan çöplerle doluydu. Rüzgâr, çöpleri bu tuhaf kasabanın tozlu yoluna adeta pay etmişti. Fakat bu gizemli yolun sonundaki kasaba onun daha fazla hayrete düşmesine sebep olacaktı.
Otobüsü ve sürücüyü gerisinde bıraktıktan sonra kasabanın giriş kısmı olduğunu düşündüren yere kadar yürüdü. Ardına dönüp baktığında Gece Yarısı Otobüsünün orada beklediğini ve o çılgın adamın ellerini kucağına birleştirmiş bir halde otobüsün yanında beklediğini gördü. Jack otobüsün yaydığı ışık cümbüşünün önünde duran sürücünün kim olduğunu düşünmeye başladı. Kimdi ve neydi? Geri dönersem bunu ona soracağım diye geçirdi içinden.
Diğer taraftan sürücünün Kaybolmuş Ruhlar Diyarına dair anlattıkları aklının içerisinde dolaşıp duruyordu. Sürücü, Jack’a gözlüğünün içinden bakarak konuşmuştu. Orada sadece bedenleri olan insanlar göreceksin demişti. Ayrıca, Strava adında bir tinsel güçten bahsetmişti. ‘Strava, bir çeşit iblis. İnsanların ruhunu ve ışığı emen kutsal bir taşa sahip. Bu özel taşı pervasızca savurduğu kuyruğuna takar. Fakat Strava şu an güçsüz. Yenilginin utancıyla uyuyor. Yine de onu uyandırayım deme. Mağaraya gir. Sessizce Strava’ya yaklaş. Onu uyandırmadan kuyruğundaki taşı çıkar ve ruhları hapsettiği saydam duvarı bu taşla kır. Tüm bunları yaparken sakın ola, ışığı ve ruhları emen o taşa uzun süre bakma demişti. Yoksa sen de Kayıp Ruhlar Durağının ebedi konukları arasına karışırsın diye de uyarmıştı.
Sürücü, her şeye rağmen Jack’a işinin kolay olduğundan da bahsetti. Sürücünün anlattığına göre Samuel Terrence adında ruhsal bir varlık Strava’yı uzun zaman önce hem de o mağarada galebe çalmış. Ve Strava o günden beri utanç içerisinde uyuyormuş ve tekrar güç bulacağı günü bekliyormuş.
Sürücünün anlattıklarını can kulağıyla dinleyen Jack en çok Samuel Terrence adındaki bu varlığı merak ediyordu. Sürücünün söylediğine göre Samuel Terrence kötü ruhlarla, garabetlerle, kötücül tinlerle, tanrılarla savaşan ruhsal bir varlıkmış. Sürücünün bu varlığa dair daha fazla detay vermemesi onun merakını iyice artırmıştı. Onun hakkında pek bilgisi olmasa da Samuel Terrence’e bir teşekkür borçluydu. Onun sayesinde işi biraz daha kolay olacaktı.
Jack aklındaki bu düşüncelerle kasabanın merkezine vardığında, tıpkı sürücünün bahsettiği gibi ortalarda kimseyi görünmüyordu. Meraklı gözlerle etrafa göz gezdirdi. Hisleri ona tuhaf şeylerle karşılaşacağını söylüyordu.
Karşısındaki yolun bitiminde tek minareli bir caminin olduğunu gördü. Gitmesi gereken mağara o yöndeydi. Camiye doğru giden yolun solunda askeri lojmanlar vardı. Yolun karşısında bakkal, fırın ve bir otobüs firmasına ait yazıhane vardı. Jack gözünü yazıhaneye dikmişti. Yolun karşısında bir yerde kasabanın kahvesi vardır umuduyla oraya doğru yürümeye başladı. Tam da düşündüğü gibi yazıhanenin bitişiğinde gölgelik bir alanda kahvehane vardı. Hızlı adımlarla o yöne doğru yürüdü. Birilerini bulacağından ve konuşacağından son derece emindi. O iblis sürücünün kaybolan ruhlara dair anlattıklarına zerre inanası gelmiyordu. Bu umutla kahveye doğru yürüdü. Kahveye vardığında bahçedeki masanın ve sandalyenin boş olduğunu gördü. Bu sıcakta burada kimse durmaz diye düşündü ve kahve kapısından içeriye daldı.
Hisleri onu yanıltmıştı. Çünkü karşısında bulduğu manzara onun donup kalmasına sebep olmuştu. Kahvenin giriş kapısının tam karşısındaki çay ocağının ateşi yanıyor, su kazanı buharlar çıkarıyor, içerideki kalabalık çıt çıkarmadan oturuyordu. Jack elini alnına götürdü. Şu an gerçekten telaşlanmıştı. İçinde bulunduğu durum onu mental olarak yıpratmaya başlamıştı. Son bir cesaretle kahvede cansız bir şekilde oturan insanlarla konuşmayı denedi. Kimseden ses çıkmıyordu. Sonra ürkek adımlarla kahvenin içerisine kadar girdi. Kafasında Ecevit Şapkası olan yaşlı bir adam boş gözlerle kahvenin dışarısına bakıyordu. Kahvenin o hali bir fotoğraf karesi olsaydı gayet normal sayılabilirdi fakat bu bir resim değildi. Jack Ecevit Şapkalı adamı ve diğer kahve sakinleriyle konuşmaya çalıştı. Herkes ölü gibi sessizdi. Jack’in sinirleri iyice bozulmuştu. Kendisini kaybetmemek için dayanıyordu. ‘Bu bu bu ge ge gerçek o o olamaz.’ Diye kekeledi. Sonra orada bulunan herkesi yakındna inceledi. Hepsi etten ve kemiktendi.
O iblis sürücü haklı çıktı, diye düşündü. Yolu bir şekilde Kaybolmuş Ruhlar Durağından geçen insanların ruhları kasabanın çıkışındaki o mağaraya hapsolmuştu. Bedenleri kutsal tinlerin büyüsüyle yaşar halde bırakılmıştı. Sürücü ‘Siz bu insanların kaybolmuş ruhlarını o mağarada uyuyan Strava adındaki iblisten kurtaracaksınız.’ Diye açıklama yapmıştı.
Jack korkuyla ‘İyi de ben mağaraya gidip o ruhları nasıl çağıracağım? Hem de bunu korkudan düşüp bayılmadan nasıl başaracağım?’
Sürücü ilk defa gülümseyerek konuşmuştu. ‘Siz buna inanırsanız yaparsınız. Otobüsün geleceğine de inanmıştınız.’
Jack biraz düşününce kütüphaneden çıktıktan sonra otobüs durağında aklından geçen düşünceyi hatırladı. O an bir otobüsün geleceğine inanmıştı. Ama böyle tuhaf bir gece yarısı otobüsünün geleceğini hiç hayal etmemişti.
Jack ne yaparsa yapsın ne kadar bağırırsa bağırsın kahvedeki, bakkaldaki, yazıhanedeki, evlerdeki kimseyi, kısaca o kasabadaki hiç kimseyi hareket dahi ettiremeyeceğini anladı. Buraya gelinen durağa neden Kayıp Ruhlar Durağı dendiğini şimdi daha iyi anlıyordu.
Jack yapması gereken tek şeyin o mağaraya gitmek olduğunun farkındaydı. O mağaraya gidip Strava’yı uyandırmayacak, onun hapsettiği insanların ruhlarını kaçıracak ve bu lanet yerden gidecekti. Kasabanın merkezinden geçerek camiye doğru yürümeye başladı. Sürücü ona mağaranın caminin ilerisindeki dağın hemen eteklerindeki kayalık bir yerde olduğunu söylemişti.
Jack hiçliğin içerisinde gibiydi. Sessizlik onu ürpertiyordu. Rüzgârın uğultusu, yere düşen bir yaprak sesi, birikmiş çöpleri eşeleyen farelerin sesi, ruh halinin iyice bozulmasına sebep oluyordu.
Camiyi geçip toprak yoldan yukarıya, dağın eteğine doğru yürümeye başladı. Toprak yol bitince patika bir yola ulaştı. Elini kaldırıp yüzüne siper etti. Yolun sonunda korkunç birer canavarı andıran kayalıkların gölgeleri belirmişti. Son bir gayretle patikayı da tırmandı. Yol boyunca enerjisinin bitmemesine şaşırmıştı. Ama yine de soluk soluğa kalmıştı.
Sonunda olmaktan korktuğu yere varmıştı. Mağaranın ağzı korkunç bir devin ağzı gibi duruyordu. Jack derin bir nefes aldı ve mağaradan içeri girdi. Gözleri bir an için kör olmuşçasına hiçbir şey göremedi. Sessizce gözlerinin ışığa alışmasını bekledi. Tüm cesaretini toplayıp kaderinin onu götüreceği yola doğru yürümeye başladı. Mağaranın içerisini korkuyla ve meraklı gözlerle inceliyordu. Gün ışığı şu an için ona arkadaşlık ediyordu ama mağarada ilerlemeye devam ederse bu arkadaşlığın biteceğinin farkındaydı. Duvarlarda kare ve yuvarlak şekillerin çizildiğini gördü. Kareler sivri bir cisimle çizilmişti. Kareleri hapseden yuvarlaklar ise daha yumuşak ve sakince çizilmiş gibiydi. Jack bu şekillere bir anlam veremeden yürümeye başladı. An be an karanlık korkunç bir garabetlik gibi onu sarıyor ve tüm cesaretinin neredeyse yok olmasına sebep oluyordu.
Sonunda o müthiş karanlık tüm vücudunu sarmıştı. Artık attığı adımın nereye varacağını bilmeden ilerliyordu. Sonra o müthiş şey oldu. Jack’in ayağı bir taşa takıldı ve Jack yere yuvarlandı. Jack sırtını mağara duvarına dayayarak ayağı kalkmaya ve oradan uzaklaşmaya çalışıyordu. Elinden geldiğince sürücünün ona nasihat ettiği şeyi düşünüyor ve sessiz olmaya çalışıyordu. Ama nefesi adeta duvarlara çarparak güç buluyor ve mağarayı dolduruyordu.
Sonra korkunç derecede kalın bir ses ‘Beni uykumdan uyandıran densiz kim?’ diye sordu. Jack bir anlık baygınlık geçirdi. Farkında değildi ama gözleri kararmıştı. Ağzını eline götürdü ve nefesini adeta içine doğru bastırdı.
Jack Strava’nın kuyruğuna takılıp düştüğünü zaman sonra kavraya bildi. Şimdi bu iblise cevap verip vermemek arasında müthiş bir savaş veriyordu. Cevap vermezse iblisi kızdıracağının farkındaydı. Nefesini topladı ve kekelemeden cevap verebilmek için bildiği her şeyi yaptı. ‘Bendim efendim.’ Dedi. Jack kekelemediği için biraz olsun ferahlamıştı. Aldığı terapide kekelememek için üç kere yutkunup öyle konuşmasının işine yarayacağı öğretilmişti. Jack, iblise cevap verirken tam altı kere yutkunmuştu.
Strava kendisine efendim diye hitap eden bu faninin ruhunu hemen emmemeye karar verdi. Kuyruğunu sürterek vücudunda topladı. Kuyruğuna taktığı o muazzam taş mağara zemininde sürtünürken kıvılcımlar çıkardı. Jack bundan istifade iblisin kıllı ve soluk vücudunu görmüş oldu.
Dehşet içerisindeydi ama içindeki ses buradan bir şekilde çıkacağını söylüyordu. Ailesiyle birlikte izlediği filmlerde de kahramanlar bir şekilde başladıkları yere geri dönüyorlardı. Şu an film izlerken olduğu kadar ferah değildi ama yine de bir umudu vardı.
Jack iblisin kuyruğundaki taşın kıvılcımlar çıkardığı esnada onun hemen arkasında saydam bir duvarın olduğunu ve bu duvarın içerisine hapsolmuş soluk siluetlerin olduğunu da görmüştü. Bu siluetleri, Strava kuyruğunu hareket ettirince çıkan kıvılcım ışığının el verdiği görebiliyordu.
Strava kalın ve korkunç sesiyle ‘Ruhunu emip hapsetmemem için tek bir şansın var.’ Diye konuştu. Cani sıkkındı ve biraz eğlenmek istiyordu.
Jack telaşlıydı ama durumu kurtarabileceğini hissediyordu. ‘Ruhum köleniz olmaya hazır efendimiz.’ Dedi.
Strava kalın kalın güldü ve ‘Seni insan azmanı. Demek öyle ha!’ dedi.
‘Sizin emrinizdeyim efendimiz. Siz ne kadar inanmak istemeseniz de.’ Jack o an beynine hücum eden ‘Sen yalaka bir pisliksin’ düşüncesine aldırış etmiyordu. Şu an aklında tek bir plan vardı. O taşı almak. Strava’nın kuyruğundaki taş hemen uç kısımdaydı. Eğer yeteri kadar yaklaşabilirse o taşı o iblisin kuyruğundan çıkarabileceğine inanıyordu. Bunu başarabilirse tüm gücüyle taşı ruhların hapsolduğu duvara fırlatacak ve duvardaki saydam tabakayı kıracaktı. Kasabadaki insanların ruhları hapsoldukları bu zindandan çıkarken Jack’de tüm gücüyle çıkışa kadar koşacak, oradan kasabaya gidecekti. Sonra Gece Yarısı Otobüsüne kadar hızlıca koşmayı düşünüyordu.
Jack sinsice Strava’nın kuyruğunu izliyordu. Strava ne zaman konuşsa ya da gülse kuyruğunu yere sürtüyor ve kuyruğuna taktığı taş kıvılcımlar çıkarıyordu. Jack, sinsi bir düşman gibi kuyruğun ona en yakın olduğu anı kolluyordu. Diğer taraftan bu iblisin onunla alay ettiğinin ve ruhunu bir lokmada emeceğinin farkındaydı.
‘Seni azaplı bir ölümle mi ödüllendirmeliyim yoksa ruhunu emip sonsuza kadar azap mı etmeliyim? Diye sordu. Jack’in gözleri bir kere daha karardı. Kendisini hemen toparlaması gerektiğinin farkındaydı. Kalbi resmen ağzının içerisinde atıyordu. Kekelemekten çok korkuyordu. Bu iblise korktuğunu belli etmek istemiyordu. Kendisini zorladı. Yedi kere yutkunduktan sonra konuştu. ‘Dediğim gibi, sizin emrinizdeyim efendimiz. Beni nasıl istiyorsanız öyle cezalandırabilirsiniz.’
İblisin habis ruhu Jack’in söylediklerinden hoşlanmıştı. ‘Ruhuna bir süreliğine daha azap etmeyeceğim. Söylediklerinin yalan olduğunu düşünsem de söylediklerin hoşuma gitmedi değil.’
Jack müthiş bir role girmişti. Artık korkmuyor ya da kekelemiyordu. ‘Belki efendimizin güvenini de sağlayabilirim.’ Dedi.
Strava artık daha rahat görünüyordu. İnine giren bu yabancının ona bir şey yapamayacağından son derece emindi. ‘Uyandığımda seni yine burada görürsem gideceğim bir yere seni de götüreceğim. Buna mideni ve zihnini hazırlasan iyi edersin. Dünyanın derinliklerinde bulunan tünellerden geçip Anadoluya, oradan da kuzeye gideceğiz. Ama önce dinlenmem lazım.’
Jack hemen söze atıldı. ‘Efendimiz uyanana kadar burada kalacağım.’ Dedi. Ama içine bir korku ateşi oturmuştu. Bu iblisin ona eninde sonunda kötülük edeceğini biliyordu. En iyi ihtimalle azap edeceği ruhların çığlıklarını duyup çıldırabilirdi. Fakat bu noktadan sonra yapması gereken iki şey vardı; ya kaybolduğu mağaranın içerisinde yönünü bulmaya çalışacaktı ya da iblis uyanana kadar bekleyip onunla başka bir yolculuğa çıkacaktı ya da o uyurken kuyruğundaki taşı çıkarıp, kayıp ruhları kurtaracak ve oradan hızla uzaklaşacaktı.
Jack karanlık mağarada derin derin düşüncelere daldı. İblis kuyruğunu başının altına almış bir vaziyette yatıyordu. Taş, inlisin adeta gözünün içerisinde duruyordu.
Jack o mağarada ne kadar kaldığını hiçbir zaman anlayamadı. Az bekledi uz bekledi. Sonra Strava’nın uykusunda hareket ettiğini duydu. Ufak adımlarla onun bedhah nefesine doğru yaklaştı. Nefesi sıcak ve çürümüş hayvan postu ve yumurta kokuyordu. Kokunun ağırlığından Jack’in gözü yaşardı. Elinin tersiyle gözlerini sildi. O an fark etti ki gözleri hiçbir şey görmeyeli çok uzun zaman olmuştu. Artık kendisini kör gibi hissetmeye başlamıştı.
Jack tek bir şansının olacağını düşünüyordu. Elini uzattığında Strava’nın kuyruğundaki taşı kavrayamazsa, ömrünün kalan zamanında şansa ihtiyacı olmayabileceğinin farkındaydı.
Fakat yine şanslı zamanındaydı. Çünkü elleri o koyu karanlıkta tek hamlede taşı kavramıştı. Şimdi yapması gereken şey, bu taşı o habis iblisin kuyruğundan çekip almaktı. Ama Jack ne yaparsa yapsın taş hareket etmiyordu. İhtimal dahilinde taşı kuyruğun kalınlaşan kısmına doğru ittirmiş olabileceğini düşündü. Taşı aksi istikamette ittirince taş yerinden oynamaya başladı. Jack’in yüzü gözü kan ter içerisindeydi. İşi şu an için aksamamıştı ama daha sonra olacaklar canının fena halde yanmasına sebep olacaktı.
Jack taşı iblisin kuyruğunda çıkarırken tam üç kere gözleri karardı. Ama her defasında bu işin üstesinden geleceğinden son derece emindi. Taşı iblisin kuyruğunun uç kısmına kadar çıkarmıştı. Artık işi daha kolaydı. Çünkü tek yapması gereken taşı son bir gayretle çekip almaktı. Fakat hesaba katmadığı bir şey vardı. Taşı iblisin kuyruğundan tamamen çıkarınca madden ve manen ağırlaşmıştı. Jack ne yaparsa yapsın taşı oynatamıyordu. Bu arada habis ruhlu iblis benliğine güç veren taşın yokluğunu hissetmiş olacak ki derin uykusundan uyanmak üzereydi. Jack ölüm ile azap çekmek arasındaki derin ayrımdaydı. Bir şansı olsa acı çekmeden oracıkta ölmeyi seçerdi ama bu iblisin ona bu şansı vermeyeceğinden emindi. Aksine ruhuna nice azaplar yaşatacağından emindi.
O an ne yapması gerektiğini düşünürken Türk bir arkadaşının vatan savunmasında imkansızı başarıp 276 kg olan top mermilerini sırtlayarak kundağına yerleştirmeyi başaran Seyit Onbaşı’nın destansı kahramanlığı geldi aklına. Jack, arkadaşı Önder’den dinlediği bu olayı hayranlıkla kalmıştı. Şimdi kendi hayatı için kahramanlık yapma sırası ona gelmişti. Ve bu bilinçle harekete geçti. Fakat taşı yerinden dahi kıpırdatamadı. O esnada Strava’nın korkunç gözleri kıpırdamaya başlamıştı bile. Jack elini çabuk tutmazsa kötü bir sonun onu beklediğinin farkındaydı. Derin bir nefes aldı. Taşı iki eliyle kavradı. Tam yedi kere taşa fısıldadı. İnanıyorum. İnanıyorum…
Taşın maddi ve manevi ağırlığı artık sadece zihnindeydi. Vakar bir edayla taşı başının üzerine kadar kaldırdı. Strava belki de her şey için çok geç bir zamanda uyanmıştı. Çünkü Jack havaya kaldırdığı taşı ruhların hapsolduğu duvara doğru büyük bir güçle fırlatmıştı bile. Taş hareket ettiği her santimde sarı mor ve pembe ışıklar saçarak ilerledi ve duvara çarparak yıkılmasını sağladı. İçeriye hapsolmuş ruhlar özgürlüklerine fehm oldular. Fakat Strava uyanmış ve uğradığı ihanetin etkisiyle tüm benliğini Jack’in ruhunu hapsetmeye odaklamıştı. Şu an hapsettiği ruhların özgürlüklerine kaçışmalarına aldırış ettiği yoktu. Tek hedefi bu ihaneti cezasız bırakmamaktı. Diğer taraftan da kibrine yenik düşüp bu faninin onunla alay etmesine derin derin kahroluyordu.
Son bir gayretle mağaradan çıkmaya çalışan jack mağaranın karanlık dehlizinde bir parça ışık görebilmek için koşturuyordu. Yön duygusu tamamen bitmişti. Şu an sadece şansının yaver gitmesine ihtiyacı vardı. Çünkü mağaranın derinlerine gidip gitmediği konusunda hiçbir fikri yoktu. Ama arkadan sürünerek heybetli vücuduyla ona doğru yaklaşan Strava’nın ona lanetler okuyan kalın sesini duyunca yanlış yönde olmadığını anlamıştı.
Bu azametli sesin etkisiyle bir şeylere çarparım korkusunu bir kenara bırakarak canhıraş bir şekilde koşmaya devam etti.
Strava kuyruğunu sürte sürte ona doğru yaklaşıyordu. Jack’e mağaranın çıkışına yakın bir yerde yaklaştı ve kuyruğunu ona doğru bir kırbaç gibi savurdu. Jack sırtına aldığı darbeyle mağaranın çıkışına kadar yüz üstü süründü. Ağzında kan vardı. Vücudunun ön kısmı yara bere olmuştu. Jack’in canı fena halde acıyordu ama bu işi nihayete erdirme istediği onu ayağı kalkmaya yetmişti. Strava artık çok yakındı. Jack koşmaya başladı. Strava daha da yaklaştı. Ama bir türlü Jack’in vücudunu kavrayıp vücudunun suyunu çıkaracak kadar yaklaşamıyordu. Jack mağaranın çıkışına vardığında Gece Yarısı Otobüsünün ve sürücünün onu beklediğini gördü. Tüm gücüyle kurtuluşuna doğru koşmaya başladı. Strava peşindeydi ve onu bırakmaya niyeti yoktu. Jack son gücüyle otobüse doğru koşuyordu. O sırada sürücü otobüsün kapısını açmıştı. Jack otobüsün kapısından içeriye doğru büyük bir hızla atladı. Şoför koltuğunun kenarına çarptı ve sersemledi. Strava kuyruğunun üzerinde diklendi ve sürücüyle göz göze geldi. ‘Bana ihanet eden bu faniyi bana geri ver Kayzer.’
Sürücü çok uzun zamandır bu isimle anılmadığını düşündü. Halkını kurtarmak için kabul ettiği bu yolculuğa çıktığından beri ismini başkasının ağzından duymamıştı. Fakat bu iblisi hatırlamıştı. Yeraltındaki korkunç düşmanlarla mücadele ederken Strava’nın ismini duyduğunu anımsadı.
‘Korkunç Strava. Seninle mücadele ederken seni öldürmediğim için ne kadarda şanslısın.
Strava, Kayzer’in söylediklerine pek aldırış etmiyordu. ‘Farklı bir zamanda karşılaşmak ne güzel bir sürpriz! O faniyi hemen bana vermelisin.’
Kayzer gözlüğünü çıkardı. ‘Ölümsüzlük yiyeceği yemiş, yaşam suyu içmiş birine meydan mı okuyorsun?’ Işığı yutan gözleri ortamı gölgelemişti.
Strava bu meydan okumayı pekâlâ göze alamadı. Onun yerine her kötü ruh gibi Kayzer’i tehdit etti.
‘Gücün tükendiğinde, kudretin eriyip bittiğinde ve halkın seni unutup yittiğinde o asi ruhuna, zaman bana yettiğince azap çektireceğim.’ Dedi ve sürünerek yuvasına doğru gitmeye başladı.
Sonra ardına dönerek Jack’a hitaben ‘Yüce benliğimi kandıran fani! Kader bir şekilde seni karşıma çıkarırsa sonsuza kadar ruhuna azap edeceğim.’
Jack bu tehdidi korkula dinledi ama Strava’ya karşılık vermedi.
O esnada sürücü gözlüğünü tekrar taktı ve otobüsün içerisine kendisini fırlatan Jack’a bakınmaya gitmişti. Jack çarpmanın etkisiyle yarı baygın bir vaziyette otobüsün koridorunda yatıyordu. Sürücü otobüse bindi ve direksiyona geçti. O sırada Jack yeni yeni kendini toparlamış ve öndeki koltuğa oturmuştu. Yaşadığı dehşeti ve korkuyu düşünüyordu. Diğer taraftan bir şeytana karşı istediğini aldığı için ise kendiyle gurur duyuyordu.
‘İlk görevinizi bitirdiniz.’ Dedi sürücü.
Jack vücudunun üst kısmını ön koltuğa doğru eğdi. Sırtındaki ağrı canını yakıyordu.
‘Ne demezsin.’ Dedi. ‘Bu iblisi tanıyor muydun?’ diye sordu.
Sürücü dikiz aynasından Jack’a bakıyordu. ‘Tanıyorum denmez. Onu derinlerde arza yakın bir noktada yemiştim sadece. Aman dilediği için canını bağışlamıştım. Onunla ilk ve son karşılaşmamızdı. Adını öldürdüğüm kötü ruhlardan da duymuştum.’
‘Yani sen iyi bir ruhsun ya da iyi bir ruha sahipsin?’
‘Bu durum kötülüğe hangi noktadan baktığımıza göre değişir.’ Dedi sürücü.
Jack konuyu daha fazla uzatmak istemedi. Çünkü onun sayesinde o iblisin elinden kurtulmuştu.
‘Şimdiki durağımız neresi? Sormamda bir sakınca yoktur umarım.’
Sürücü ‘Hayır.’ Dedi. ‘Şimdi Sahipsiz Eşyalar Durağına gideceğiz.’
Jack gülmemek için kendisini zor tutuyordu. Aslında gülmek istemişti ama sırtı fena halde acıyordu. Gülerse sırtının iyice acıyacağından korkuyordu.
‘Kaybolan Ruhlar ve şimdiden Sahipsiz Eşyalar. Budan sonraki durakta ne var Kaybolan paralar mı?’
Kayzer tepki vermedi. ‘Hepimiz hikayelerimizin kaybolmuş kahramanlarıyız.’ Demekle yetindi.
Sahi dedi Jack ‘O iblis halkının seni terk ettiğinde ruhuna işkence edeceğini söyledi. Bu ne demek oluyor? Bu arada adının Kayzer olduğunu da öğrenmiş oldum. Otobüse dönünce sormayı düşünmüştüm.’
‘Sana derin derin anlatamam. Ama halkımın kurtuluşu için çıkmam gereken gizemli bir yolculuğa gitmem gerekiyordu. Ve şimdi buradayım. Görevim bitince halkımı kurtuluşa erdireceğim.’ Dedi.
Jack sürücünün daha fazla açıklama yapmayacağının farkındaydı. Kendisi gibi onun da bir tuhaf öykünün içerisinde olduğunu anlamış oldu.
Sürücü ‘Haydi ölüm.’ Komutunu verdi. Ve böylece Kayıp Valizler Durağına doğru hareket etmeye başladılar.
Jack bu macerada onu nelerin beklediğini düşünmeye koyuldu. Verdiği mücadelenin fiziksel ve mental yorgunluğuyla gözleri kapandı ve uyudu.
5.0
100% (1)