11
Yorum
34
Beğeni
0,0
Puan
953
Okunma

Sendeki beni bilmem, dilimin çağladığı kadardır bendeki sen!
Ya meyyit viran zamanların zıvanasından çıkan aklı evvel fikirlerden ne çok tiksindim! Bilsen ne kadar hayıflandım da çattığım benliğimde sığınağım seni bildim. Zira ben seni ervahın ezelinden tanıdım da ben bilmiyordum. Hani ruhlarımız toplanmıştı söz vermiştik Rabbimize! Hatırlamayan bedenîmiz, aklımız ama ruhumuz bunu bilmekte. Abarttığım sanılmasın, nasıl olur da görmeden bilmeden bir insan bir insana böyle bağlanır diye sorulmasın! İman edenler bilir ‘’kal-û belâ’’ da toplandık birde ahir zamanda toplanacağız. Aslında ilk tanışmamız kal-û belâ ki hani ruh ikizi derler, hani hiç tanımadığın bir insanı sanki tanıyormuşsun gibi gelir sana ama dünyada değildir işte dünya öncesidir de dünya ötesine kadar sürer.
İşte sevgili Boran biz orda akitleştik ve meyyitlik diyarına aynı merhalede geldik. Sen sorarsın şimdi ‘’beni nerden bilirsin’’, ‘’hiç’’ derim… ‘’Bana nasıl yakınsın’’, ‘’nabzın kadar’’ derim… ‘’Beni gördün mü?’’, ‘’Hayır, kördüm’’ derim… ‘’O halde anlat’’ diyorsun değil mi?
Aciz benliğim sendeki beni nasıl bilsin? Ben değil, notaların perdeler arası geçişinde ki ahenkler seni dillendirsin… Sen nakaratsın tekrar tekrar girersin ömre, kandilin titrek ışığı gibi sokulur yırtılan gömleğimden sıcaklığınla çökersin kalbe…
Balıktan başkası suya doyar, puslu göğe güvercinden başkası küser, anneden gayrısı yavruya kıyar da sen doymazsın; sen küsmezsin, sen kıyamazsın…
Ben şahidim ki çok kez incindin. Örselendiğinde dahi en nazik kelamları seçip yine de bir şeyler vermek istedin… ‘’Ey Musa Firavun’un öfkesini sen kendinden bil!’’ Düsturunu nakışladın da önce kendine baktın. ‘’Taş değerse ayağına kendini muhakeme et!’’ Felsefesinden asla caymadın. Dillendirmem için bir kıssayı daha da kısarak anlatmaya çalışayım ki söz kısa olsun. Önemli olan manaya kavuşalım…
Şadırvanda dört kişi abdest almaktadır. Hani hocasının sözüyle enselerine tokat atar mürit. İlk tokadı yiyen döner misliyle cevap verir, ikincisi var git işine deyip sabreder, üçüncüsü oralı bile olmaz, dördüncüsü döner tokat atana sarılır… İlki kısastı; aştın, ikincisi; nefisle mücadeleydi geçtin, üçüncüsü; tevekküldü özümsedin, dördüncüsü marifetti, erdin…
Ben ki dilim hala sivri kapından içeri giremem… ‘’Belki içerdeki ben, dışardaki seni’’ anlar da açar kapıyı, açmasa da bir şey diyemem…