0
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
358
Okunma
İnsan Eliyle Kurulan Sessizlikler
Bazı yapılar var ki, onları inşa eden eller yalnızca taş üstüne taş koymamış; aynı zamanda sükûneti, huşuyu ve derinliği de o duvarların arasına işlemiş. Bu yüzden olsa gerek, bir camiye girdiğimde sessizlik konuşmaya başlar. Ayaklarımın altındaki halıdan yükselen yumuşaklık, göğe açılan kubbenin ihtişamıyla birleşir; sanki ruhumun yükü bir nebze hafifler. Orada zaman başka akar. Dakikalar değil, düşünceler geçer yanımızdan.
Yapay tefekkür mekânları, doğadan farklı olarak insanın ruhuna insan eliyle seslenen mekânlardır. Doğa bize dışsal bir sessizlik sunarken, bu yapılar içsel bir sükûnete çağırır bizi. Camiler, türbeler, kütüphaneler... Hepsi, görünürde bir işlevi yerine getirir. Ama bir de görünmeyen katmanları vardır bu yerlerin. Mesela bir türbenin önünde durduğumda, yalnızca bir mezar taşı görmem; ardında yaşanmış bir hayat, çekilmiş sancılar ve arkada bırakılmış dualar hissederim. O ân, içimde bir şey kımıldar. Bir tür hatırlayış başlar: faniliğin hatırlanması, kendi yolculuğuma dönük bir içsel kıpırtı...
Camiye girerken ayakkabılarımı çıkarırım, ama sanki onunla birlikte dünyayı da çıkarırım ayağımdan. Gövdem orada bir kenara çekilir, ruhum öne geçer. Secdeye vardığımda, başımı yere değil, aslında içime eğmişim gibi olurum. Sanki o an, “ben”in üzerindeki kabuklar dökülür de, geriye daha saf bir ben kalır.
Kütüphaneler ise başka bir sığınaktır. Rafların arasında dolaşırken, kelimelerin sessizliği sarar beni. Her kitap bir pencere açar tefekküre. Orada konuşmazsın ama çok şey söylersin kendine. Bazen bir satırda durursun, düşüncen takılır bir kelimeye. İşte o an, bir âlem açılır içinde. Tefekkür, sadece ibadet yerlerinde değil, ilmin ve hikmetin olduğu her yerde yeşerir. Kalemle inşa edilen mekânlar da bir nevi mescittir aslında.
Ve sonra mezarlıklar... İçeriye girerken ayak uçlarımıza basarak yürürüz, sanki yüksek sesle konuşmak bile edepsizliktir. Çünkü orada dünyevi olandan daha başka bir hâl vardır. Ölülerin sessizliği, yaşayanların kalbini titreten bir saygıya dönüşür. O anda bir tür tevazu doğar içimizde; gururumuz, öfkemiz, kaygılarımız yavaşça geri çekilir.
Belki de bu yapılar, insanın kendini yeniden kurması için var. Bizi hayata döndürmek için, bizi içimize döndürmek için… Çünkü modern hayat, dışarıya bakarak yaşamamızı istiyor. Oysa tefekkür, içe bakarak yaşamak demektir. Yapay tefekkür mekânları, bu içe dönüş yolculuğunda rehberdir bize. Onlar sayesinde hatırlarız: biz yalnızca beden değiliz. Ve bu dünya, sadece görünen değil.
İnsanın bazen bir camide, bazen bir mezarlıkta, bazen de sessiz bir kütüphanede kalbiyle baş başa kalması gerekir. Çünkü dünya gürültülüdür ama ruh sessizlikle beslenir. Ve bu sessizlik, insan eliyle kurulmuşsa da ilahi bir dokunuş taşır. Belki de tefekkür, Rabbimizin bize sunduğu bir davettir. Kimi zaman dağın yamacından, kimi zaman mimarî bir kubbenin altından yankılanan...