1
Yorum
1
Beğeni
5,0
Puan
181
Okunma
Sıcak bir yaz günü, Berivanlar yüksek yaylaya çıkıyor. Atların sırtında, heybelerinde beyaz kapaklı küpler var. Bazılarının ağzı sıkı bağlanmış ki süt dökülmesin. Dağın yamacından, patika yoldan yukarı doğru ilerliyorlar.
Merdo, annesinin arkasında. Daha yaşı 12 falan. Annesiyle beriye gidiyor ama içinde bir korku, bir endişe var. Atın ayağı kayarsa, o yamaçtan yuvarlanmayı gözünün önüne getiriyor. Bu, bir nevi intihara gönüllü kalkışma gibi bir şey. Neyse ki artık endişelenmesine gerek yok, çünkü zirveye ulaştılar.
Serin bir hava, yeşil otların arasından koyun sürüsünün olduğu yere doğru ilerliyorlar. Beriye varıyorlar en sonunda. Atlarından inip heybelerindeki küpleri indiriyor, berinin kenarına koyuyorlar. Orada daha önceden bırakılmış şalvarlar ve üst giysileri var. Üzerlerini değiştiriyorlar.
Satıllar süt sağmak için hazır. Koyunlar, çobanın ve Beriye gelenlerin eşliğinde beriye sokuluyor. Beri, taşlardan yapılan V şeklinde bir yapı. Berivanlar, yani süt sağan kadınlar, bu V şeklinin başına oturup satıllarla koyunları sağmaya başlıyor. Sağdıkları sütleri büyük beyaz küplere dolduruyor, sonra da atların sırtında köye geri götürüyorlar.
Ve berinin başında, tam ortasında koyunları tutmak için oturan biri olur. Buna "baş tutucu" denir. Görevi, koyunların boynundan tutarak Berivanların onları sağmasını sağlamaktır. Ancak koyunların hapşırması büyük bir sorundur. Salyaları, baş tutucunun yüzüne sıçradığında, bu oldukça rahatsız edici bir durum yaratır. Merdo’nun da bir yıl sonra bu işle meşgul olacağı ve en tiksindiği şeyin bu olacağı şimdiden bellidir.
Şu an ise Merdo’nun işi, diğer Berivan çocuklarıyla birlikte koyunları beriye sürükleyip çıkarmaktır. İnce, uzun çubuklarla koyunları hafifçe iterek beriye doğru yönlendirirler. Keçiler, sürünün en önünde gider ama bir o kadar da yaramaz ve çeviktirler. Sağdan soldan kaçanları yakalayıp geri getirmek büyük bir enerji kaybına neden olur. Yüzlerce koyun sağılıp sütü toplanacaktır. Yazın, bu zahmetli ve çetin iş günde iki kez yapılır. Köylüler, yaz boyunca sağılan sütü mandıraya satar; yazın sonlarına doğru ise kendileri için sağıp peynir, tereyağı ve çökelek yaparlar. Çünkü bu sert coğrafyada kışlar uzun ve çetin geçer.
Bu bölgeye halk dilinde "Serhad" denir. Yaylaları ile ünlü Şerafettin Dağları’nın suları, buradaki insanlar için hayat kaynağıdır. Yazın ortasında bile soğuk ve buz gibidir. Göçerler, yaz aylarında bu yaylalara gelir, köylerden kiraladıkları alanlara kıl çadırlarını kurarak aileleriyle hayvancılık yaparlar. Bir gün Merdo ve amcası, işte bu çadırlara gitmişlerdi.Yaptıkları yolculuğun sonunda göçerler tarafından sıcak bir şekilde karşılandılar. Onlara küçük bir ikramda bulunuldu: İçli, yuvarlak ve büyük köfteler... Merdo, bu lezzeti yıllar sonra bile unutamayacaktı. Daha önce hiç böyle bir tat almamıştı; annesinin yemeklerine hiç benzemiyordu.
Sürü sonunda bitti .Herkes atlara ve eşeklere koşuştu. Hayvanlar, yemyeşil otların içinde tıka basa yemeye karınlarını doyurmuştu. Bazıları serbest bırakılmış, ipleri boyunlarına dolanmış bir halde gezinirken, bazıları uzun iplerle bağlıydı. Çünkü kaçabilirlerdi ve onlar da bu zahmetli yolculuktan pek memnun değildi.
Semerler sıkıca yerleştirildi, sırtlarına ,üstlerine küpler ve heybelere doldurulan küpler dikkatlice yüklendi. İki ya da dört kişi karşılıklı durarak yükleri kaldırıp hayvanlara yerleştirirken, biri de atın başını tutuyordu. Eşeklere yük yüklemek daha kolaydı, çünkü boyları alçaktı.
Sonunda herkes atına, eşeğine bindi ve köy yoluna düştüler. Hep beraber, nizami bir şekilde ilerlediler. Yine o korkunç yokuşa vardılar. Dağın yamacından aşağıya, inanılmaz dik ve taşlık bir patika boyunca zikzaklar çizerek inmeye başladılar
Yayladan aşağı inerken patika yol bir kez daha dikleşiyor. Merdo’nun içini yine o tanıdık korku sarıyor. Aşağıya yuvarlanıp paramparça olma hissi, zihnine kazınmış bir yara gibi her gün yeniden açılıyor. Endişeyle annesine sıkıca sarılıyor; sanki onu bırakmazsa güvende olacakmış gibi. Oysa ayaklarının altındaki taşlar kaygan, yol kıvrıla kıvrıla dağın eteklerine iniyor.
Nihayet ova görünüyor. Yolun düzlükle buluştuğu yerde, içindeki korku yavaş yavaş çözülüyor, yerini tarifsiz bir mutluluğa bırakıyor. Eve dönüşün verdiği huzur, köyün sıcak atmosferiyle birleşince, içinde bir zafer duygusu kabarıyor. Evlerine yaklaştıkça bu his daha da güçleniyor.
Köy, ataerkil bir düzenin içinde yoğrulmuş, eski feodal yapısını hâlâ koruyor. İnsanların çoğu birbirine akraba, yıllardır süregelen evlilik bağları onları bir aile gibi sarmalamış. Evin önüne, ahırın yanına vardıklarında, kapıda bekleyen kardeşleri onları karşılıyor. Merdonun ablası, annesinin heybelerini alıp süt dolu küpleri indirmeye yardım ediyor. Sonra annesine dönüp alışkın bir sesle sesleniyor:
"Jan, yemek hazır!"
Anne, gülümseyerek başını sallıyor. "Geliyorum, Rojda."
Merdo, ablasının peşinden eve doğru koşuyor. Salondan geçip avluya çıkıyor ve sofranın başına oturuyor. Açlığın içini kemiren uğultusu, yavaş yavaş küçücük lokmalara dönüşüyor. Kardeşleriyle birlikte bağdaş kurup yemeğe başlıyor. O an, korkular uzaklaşıyor, yerini sıcak bir huzur alıyor…(28
yıl önceki gözlem ve hikâyenin devamı gelecektir)
5.0
100% (1)