0
Yorum
3
Beğeni
5,0
Puan
102
Okunma
1922’den önce, Tip 1 diyabet teşhisi ölüm hükmü anlamına geliyordu.
Tedavi yoktu, umut ışığı da. Sadece yavaş ve kaçınılmaz bir ayrılık.
Bu fotoğrafta, 14 yaşındaki Leonard Thompson, diyabetik komaya girmiş halde bir hastane yatağında yatıyor.
Kapının ardında, kalpleri paramparça olmuş ailesi bekliyor, kaçınılmaz olanı korkuyla karşılıyor.
Tam o anda, Frederick Banting ve Charles Best’in liderliğindeki bir doktor ekibi odaya giriyor.
Ellerinde, daha önce hiçbir insana enjekte edilmemiş bir maddeyi içeren küçük bir şırınga var: İnsülin.
Bu, onların son umudu.
Enjeksiyonu yapıyorlar.
Sessizlik.
Bekleyişin saniyeleri.
Kaygının dakikaları.
Ve sonra, mucize gerçekleşiyor.
Leonard’ın kan şekeri seviyesi dengeleniyor. Nefesi sakinleşiyor.
Gözlerini yavaşça açıyor.
Ve kısık bir sesle, ilk isteğini dile getiriyor:
“Ailemi görmek istiyorum.”
Hastanede haber hızla yayılıyor.
Umutsuzluğun yerini sevinç alıyor.
Ölümün kaçınılmaz olduğu düşünülen yerde, hayat yeniden doğuyor.
Fakat Banting ve ekibi, ellerindeki şeyin onları zengin edecek bir hazine değil, insanlığa bir armağan olduğunu biliyor.
İnsülinin patentini alıyorlar… ve onu yalnızca 1 dolar karşılığında Toronto Üniversitesi’ne devrediyorlar.
Banting, kararlılıkla şu sözleri söylüyor:
“İnsülin bana ait değil, dünyaya ait.”
O günden bu yana milyonlarca hayat kurtarıldı.
Ama her şey, ölümün eşiğindeki bir çocukla…
Ve imkânsızı kabul etmeyi reddeden bir doktor ekibiyle başladı.
5.0
100% (2)