2
Yorum
5
Beğeni
0,0
Puan
136
Okunma
Sevgili dost,
Geçen zaman içinde senden bana yadigâr, yegane bir kelime kaldı. Her fırsatta söyleyip, hatırlattığın. "Anı yaşa," diyordun! Günler boyunca, anlar boyunca kaç sabah oldu? Kaç zaman geçti, biliyor musun? Güneş kaç kez okşadı toprağın yüzünü, kaç bahar geçti. Kaç hazan mevsiminde, hangi dağın zirvesinde rüzgâr esti? Anlar diyordun ya! Yaşanmış, yaşanmaya muhtaç kaç hayal peşinde koştu insan. Kim hangi yola düştü? Kim hangi yolda kayboldu? Hangi dere çağladı, işittin mi? Kim geceye saklandı, kim gece boyu elini göklere açtı gördün mü? Kim lâl oldu sustu, şükretti bildin mi? Kim karar verdi? Kim yolundan döndü bildin mi?
Aslında sorular, sorgularla çalmayacaktım kapını. Lakin zaman bile ileriye almaktan yoruldu. Rüzgârsız mevsimler yaşıyor gibiyim. Sallantısız, kıpırtısız! Ne kadar uykusuz kalırsa o kadar düşsüz kalıyor insan. Kalabalıklar yalnızlık yüklüyor insanın omzuna, yalnızlaştırıyor. İnsan kendi kendine sükûtu öğreniyor. Fakat bir türlü unutamıyor, söylenmemiş sözcükleri. Sevgili dost sen unuttun mu?
Gidişin mi demeliyim, terk edişin mi? Yoksa ölüm gibi bu sessizliğini mi? Şimdi bilmiyorum hangisi daha doğru olurdu? İnsan anlamayınca, anlamlandıramıyor belli ki! Biliyorsun içimde hiç büyümeyen bir çocuğun duasıyla gelmiştin. Biz seninle Nisan yağmuru altında el ele tutuşmuş, deli gibi dönen, dönerken deli gibi gülen iki küçük çocuktuk sadece. İlla gitmeli miydin? İlla bu suskuya bir anlam yüklemeli mıydım? Oysa ki bir vakit aynı taşın üstünde yan yana oturmuş, doğan güneşe türküler söylemiştik. İki kanat tek yürek aynı gökyüzünde süzülecektik...
Nicedir iki noktayı üst üste koyacak mecalim yok. Lakin bir anlamı olmalıydı bu yaşananların. İnsan bazen öyle bir labirentte kayboluyor ki hem düşleri hem düşünceleri hem de kelimeleri göz hapsine alıyor, parantezi kapatıyor. Gülüyorum şimdi o çocuksu hallerime, hayalime. Zira ben eşitliğin bir yanında hep sen varsın sanmıştım. Paylaşmak esastır diye!
Sahi zaman diyordum ya... Yaşanmış onca an içinde, seni seçmiyorum artık. Sen o kadehte kalan tortu gibisin, toprağa döküyorum. Zamana, yaşananlara, anlardan elimde kalanlara bakıp, korumaya alıyorum kendimi. Acımıyor, acıtmıyorum kimseyi. Yol ki benimdi, yol ki kaderdi, hayat bu diyip yükümü yükleniyorum yol ayrımında. Fakat yine de bir hüzün bulutu yükleniyor omzuma. Hala köprülerde, garlarda, gemilerde yeni bir şehre gelenlerin sevinciyle, şehri terk edenlerin hüznünü taşıyorum.
Bir sufiye aşk öğretilir mi? Oysaki aşkı anlatırken bile o sufiye ihtiyaç var! Belki de mesele aşkı o bilmeyene anlatmak! Aşkın cazibesini o cezbe halini bilmeyene anlatmaktır mesele. İnsanın ayağını yerden kesen o heyecan, o tutku kısacık "an"lardan ibaret. Bunca insan masumiyet dolu o kısacık anın kölesi olmuş! Doğarken yalnız, yaşarken yapayalnız ve ölünce kimsesiz kalacak insan bir heves o umudun peşinde. Adına sevda, sevgi, aşk, mutluluk denen o kısa anı insan denen canlı sanki bilinçdışında bir yerde yaşamış, o sıcaklığı hissetmiş sonra yitirmiş gibi. Bu yüzden bu arayış, bu umut hiç bitmiyor. Ve sanırım bu hal sadece bir kısır döngü. İyiyiz böyle, anı yaşıyoruz, akışta kalıyoruz!
Ne diyordu Cüneydi Bağdadi Hazretleri. Ömür sermayemiz eriyor! Ne çabuk unutuyoruz sayılı nefesler aldığımızı. Aramızda eriyip giden, tükenen zamana bakınca üzülmemek elde değil. İnsan meseleyi nefes almak olarak görüyor. Lakin mesele sadece nefes almak değildi. Belki de nefes olmaktı! Adına ömür denen ve anlardan ibaret o kısacık zaman dilimlerinden geriye kalan, tek hatırlanan bize nefes olanlar? Sevgili dost hatırlıyor musun aldığın o nefesi? Peki ya nefis?
Yaşadığım her deneyim, kalbime dokunan her insan, sevgi sandığım her yanılsamanın yollarımız kesişsin diye olduğunu biliyorum. Gittiğim, gidemedigim, seçtiğim, seçemediğim her yol ayrımında belki de bilmeden seni seçiyorum. Yol sana çıkana kadar yazdığım onca şiir, onca hikâye var. Okumak ister misin? Sevgili dost okurken kalbinin sesini duymak ister misin?
25Mart2025
Zeynep Özmen