Senden nefret edenleri sev; iyilikten başka üstünlük alameti tanımıyorum. -- ludwig van beethoven
Halil GÜLEL
Halil GÜLEL
@halilgulel

HASRET İÇİNDE HASRET

24 Mart 2025 Pazartesi
Yorum

HASRET İÇİNDE HASRET

0

Yorum

2

Beğeni

0,0

Puan

69

Okunma

HASRET İÇİNDE HASRET

HASRET İÇİNDE HASRET

HASRET İÇİNDE HASRET

Elif, kocası Turgut’un yurtdışına çalışmaya gitmesinin ardından bir başına kalmıştı. Gözleri hala gözlüklerinin ardında, hüzünle izlediği o eski fotoğraftaki gülümseme vardı. Turgut’un yokluğu, her geçen gün biraz daha derinleşen bir boşluk bırakarak cevapsız soruları ve sorunları biriktiriyordu.

Kocası Turgut, birkaç yıl boyunca yurtdışında çalışarak üç beş kuruş biriktirip hemen geri dönecekti. Almış olduğu iş teklifinin ardından, Elif’e oldukça kararlı bir şekilde “Bu, bizim için daha iyi olacak” demişti. Ama Elif, o günden sonra kendi içindeki boşluğu nasıl dolduracağını bir türlü çözemedikçe, evin her köşesi, ona daha yabancı gelmeye başlamıştı.

Beyaz eve alışmıştı, ama komşularına o kadar değildi. Başlangıçta hepsi oldukça sıcak ve anlayışlıydı. Fakat zamanla, Elif’in tek başına yaşaması, evin içinde Elif’ten başka kimsenin olmaması ve bu kimsesizliğin ortaya bıraktığı sessizlik, bir müddet sonra yerini bazı söylentilere bırakmıştı.

Bu dedikodu kaynağına dönüşmeye başlayan konuşmalar kulaktan kulağa gittikçe arada ilaveler ile inanılmaz hikayelere dönüşüyordu.

Kadınlar, çarşıda karşılaştıklarında, konuşmalarını hızla kesip, gözlerini kaçırarak adeta ondan uzaklaşarak yanından sessizce selam vermeden geçip gidiyorlardı. Erkekler, ona bakarken göğüslerini kabartarak adeta ben buradayım der gibi bıyıklarını burarak bakıyorlardı.

Elif, onların bu tavırlarından ve bakışlarından, onların gözlerinde bir şeylerin garip bir şekilde değiştiğini hissediyordu. O ise bunları hissetmekten rahatsız olsa da, kocası yokken tek başına durması gerektiğini bildiği için susmayı tercih ediyordu.
Bir sabah, Elif çamaşır asarken komşusu Meral Hanım gelip yaklaştı. “Biliyor musun, Turgut’un işi bir yıl kadar sürecekmiş. Ne kadar zor olmalı,” dedi, sesi normalden biraz fazla nazik ve merhametli. Ama Elif gözlerinde o bakışı gördü. Meral Hanım’ın bakışlarında, bir yargılama, bir küçümseme vardı. Sanki Elif’in tek başına kalması, toplumun ona biçtiği kimliği sorgulamak hakkını vermiş gibiydi.

O günden sonra, Meral Hanım’ın gizlice yaptığı bakışlar, kasıtlıca sorduğu sorular ve “Kocan yok, yalnızsın galiba?” şeklindeki cümleler daha da sıklaşmaya başladı. Elif’in yalnız kalma korkusu, bir süre sonra komşusunun her hareketiyle birleşerek daha yoğun bir hal aldı.

Bir diğer komşusu, Zeynep Hanım ise en azından samimiyetini gizleme gereği duymadan; belki Turgut orada güzel bir sarışını avrat olarak almıştır diye imalı bir cümle kurmuştu. Bazen Elif’in kapısının önünden geçerken “Yalnız değilsin, değil mi? Senin gibi genç kadınlar çabuk pes eder, dikkat et” diyerek geçerdi.

Bu yorumlar, Elif’in içine böyle sözlerden dolayı bir korku düşürüyordu. Yalnızlığının getirdiği zayıflık, Zeynep Hanım’ın gözünde bir çaresizlik, bir zaaf gibi görünüyordu. Bu şekilde sürekli kontrol edilmesi, Elif’in içini karartıp kurt düşürüyor, kurt da onun yüreğini ve sinirlerini yıpratıyordu. İnsanlar onu bir şekilde “yardım edilmesi gereken”, “korunması gereken” biri gibi görmeye başlamışlardı.

Bir akşam, bir market alışverişinden dönerken Elif, eski okul arkadaşı Sami ile karşılaştı. Sami, birkaç yıl önce nişanlı olduğu kızla evlenmiş, şehri terk etmişti. Ama şimdi, Elif’i görür görmez yaklaşarak;

“ Turgut hala gelmedi mi? Yalnız mı kaldın?” diye sormuştu.

Bu soru başkaları tarafından da defalarca sorulmuştu. Sami’nin de böyle bir soruyu sorması karşısında Elif, ne diyeceğini bilemeyip şaşırmıştı. Okul arkadaşının sorduğu bu tür sorudan dolayı; “ben, güçsüz birisi miyim?” der gibi baktı ve ona kırıldığını hissettirdi.

O an, insanların yalnızlıkla ilgili düşüncelerini, onu “kurtarılması gereken bir durumda” görmüş olduklarını fark etti. Bir toplum böyle ön yargı ile bir insana yaklaşırsa ve onu o şekilde görürse; bu tür söylentiler yüzünden başa nice felaketlerin geldiği, nice gözyaşlarının döküldüğü ve yürekler titreten acılarla kiminin mezara, kiminin hapishaneye gittiği, basın ve yayında sanki bir günlük olay gibi geçtiğini herkes bilmekteydi.

Birbirine güvenen ve saygı duyan, konuşabilen, anlayabilen, karakterli insanların toplumunda yaşamak sanırım; böyle çirkin ön yargılı ve yargısız infaza tenezzül eden bir toplum; cehalet bataklığı içerisinde kaldıkça kimseye mutluluk getirmez toplumsal huzura kavuşamaz.

Oysa Elif’in hayatı o kadar da korkunç değildi. Kocası gelene kadar geçici bir zaman dilimiydi. Ama insanlar, onun bu süreci yalnız başına geçirmesinin garip olduğunu düşünüyorlardı. Kendi iç yolculuğunda güçlendiğini hissediyordu ama dış dünyada yalnızlık, onu bir şekilde her an gözetleyen, yargılayan gözlerin acı bakışlarıyla çevrelenmişti.
Bir gün, komşularından biri ona fazla samimi bir şekilde yaklaşarak, “Birçok kişi seni yalnız görüyor, belki biraz daha dışarı çıkmalısın, daha sosyal olmalısın,” dedi. Elif, gülümsedi ama içindeki acıyı gizlemekte zorlandı. Gerçekten de yalnız kalmak, bazen insanın içinde kendisini keşfetmesi için bir fırsat oluyordu. Ama dışarıdaki dünyada, Elif’in yalnızlığının bir eksiklik, bir hata olarak görülmesi onu yaralıyordu.

Bu arada Turgut, yurtdışına çalışmak için gitmeden önce, Elif’e, bir kangal köpeği yavrusu hediye etmişti. Turgut köpeği çok severdi. Gidinceye kadar ona o kadar güzel baktı ki nereye gitseler o kangal da yanlarından ayrılmıyordu. Kangal köpeği Elif’e de çok alışmıştı. Büyüdükçe sokaklarda dolaşıyor beraberce tarla bağ bahçeye gidiyorlar ve Elif’in yanına kimseyi yaklaştırmıyordu.

Elif köpeğin adını Hasret koymuştu. Kimsesiz Elif’in yüreğinde bir hasret vardı, yanında da Hasret yer alıp ona bekçilik yapıyordu. Güçlü kuvvetli iri yapılı bir köpek olan Hasret’ten dolayı kimse Elif’in kapısının önünden dahi geçemiyordu. Eğer bir yabancı gelirse; önce hırlıyor, ardından da havlıyor, hala o yabancı oradan ayrılmadı ise üzerine doğru saldırıyordu. Bütün konu komşu bunu bildiği için, kimse Elif’in kapısının önünden geceleri oradan geçmiyordu.

Bir gün, kocası Turgut, onu telefonla aradığında, Elif bir süre sessiz kaldı. Yavaşça;

“Her şey yolunda, sen git ve işine odaklan. Ben buradayım, sabırlıyım, Hasret ile beraber yaşıyoruz. Kimse bize bir şey diyemiyor ve rahatsız etmiyor” dedi.

Ama bu sözler, kendi içindeki gerçek duyguyu gizleyebilmek içindi. Turgut’un gitmesi, ona, yalnızlıkla yüzleşmeyi öğretti. Bunun yanında da; bir yandan Elif, komşularının ve çevresindekilerin bu yalnızlığı nasıl yargıladığını fark ettikçe, içindeki özgürlüğün ve kendi gücünün değerini anlamaya başlamıştı. Gerçi yalnızlık Allah’a mahsustur diye bir sözümüz var ve gerçekten de çok doğru.

Köyün ebesi olan Şerife ebe, bu soğuk ve karlı kış günü için Elif’in evine gitmeyi düşündü. Fakat kapısının önünde olan Hasret‘ten çekindi. Tam onun yanından geçerken ona tatlı tatlı bir şeyler söyledi, bir kaplan gibi yırtıcı olan Hasret’in yanı başına bu kadar yaklaşınca; yiyecek verecekmiş gibi yaparsa yanından geçebileceğini sanmıştı ve öyle de yaptı.

Yaşlı bir kadının geldiğini gören Hasret, sadece hırladı, tanıdığı birisi olduğu için başını kaldırıp sağa sola baktı ve başka bir ses çıkararak havlamadan yattı. Yaşlı Şerife ebe, kapının yanında yatan ve kuyruksallayan Hasretin yanından usulca geçti ve Elif’in kapısına elindeki baston ile yavaştan vurmasını Hasret, mahmur gözler ile izledi.

“Hayırdır inşallah” diyen Elif, bildiği dualari okuyarak kapıya gitti, açmadan “kim o?” diye sordu. Şerife ebenin yumuşak ve kısık sesini işitti.

Şerife ebede kendi evinde yalnız kalıyordu. Yaşlı olduğu için her zaman odun sobasını yakıp odasını ısıtamadığı böylesine sert kış günlerinde üşüyordu. Çekine çekine Elif, kapıyı ona açtı. Şerife ebe karşısında olmasına rağmen önce sağına soluna baktı, yanında kimsenin olmadığını görünce onu “buyur içeriye” diyerek evine aldı. Şerife ebe, içeriye güler girmez evin sıcaklığını ellerinde ve yüzünde hemen hissetti. Elif’in sevecen tavırlarına güler yüzüne bakarak;

“Yalnızsın kızım değil mi?” deyince. Elif de ona;

“Biliyorsunuz Şerife ebe, Turgut’um yakında gelecek. Yabana çalışmaya gitti.”

Bu durumu bilmiyormuş gibi yaparak Şerife ebe;

“Bu akşam sende kalabilir miyim? Benim ev buz tuttu sanki çok soğuk. Sobaya uygun kırılmış odunum da kalmadı. Odun kıracak gücüm de yok. Beni misafir eder misin?”

“Tabii ki ederim buyur içeriye Şerife ebe.”

Şerife ebe, besmele çekerek içeriye girdi. Elif hemen ona sobanın yanında bir yer açıp minder serdi. Şerife ebe o minderin üzerine oturdu ve ellerini yanan sobanın sıcaklığına tuttu.

Allah senden razı olsun kızım. Bu ayazda sıcacık evine alarak beni, donup kalmaktan kurtardın. Allah da sana yardım etsin” diye dua etti.

Şerife ebe gelmeden önce Elif, akşam yemeğini hazırlıyordu. Yarım saat önce Hasret’in yalını hazırlayıp ona vermişti. Şimdi de kendi yemeği için hazırlanıyordu. Gülümseyen gözler ile Şerife ebeye yemek yiyip yemediğini sordu. O da ellerini sallayarak “henüz değil kızım” dedi.

Önce tarhana çorbalarını içtiler. Daha sonra da Elif, yufkaları açıp sobanın sıcak yerlerine kapayarak ısıttı. Daha sonra da tereyağından sürüp ekmeği yağladı. Kırmızı çömlekten lor peyniri alarak kızarmış ekmeğin üstüne ekti. Tereyağlı ekmeği üzerine lor peyniri ettikten sonra bir güzel dürüm yaptı. Yumuşak yerinden ilk dürümü Elif, Şerife ebeye ikram etti. Dua ederek peynir dürümünü alan Şerife ebe, eksik dişlerine rağmen güç bela ısırdı, sağa sola oynattığı çenesiyle ağzındaki lokmayı çiğnedi. Çayından bir yudum aldı ve;

“Güzel kızım ben şuraya kıvrılır yatarım, bu gece seninle kalabilir miyim” diye sordu.

Elif’in de canı ona ısınmıştı. Bu karanlık ve soğuk gecelerde adeta ona bir can yoldaşı gelmişti. Artık onu sadece bir gece değil Turgut gelinceye kadar yanında tutmayı düşündü.

Bu şekilde hakkında üretilmek istenen dedikodulari önlemiş olacaktı. Kim bilir Şerife ebe de ona atılacak iftiraları, yapılabilecek kötülükleri önlemek için Allah tarafından mı gelmişti. Yanında kalmasını Şerife ebeye söylemek istiyordu. Hele bu gece kalsın gerisini yarın söylerim diyerek onun elini tutup;

“Elbette kalabilirsin Şerife ebe. Siz hem anneme, beni, dünyaya getirirken çok yardım etmişsiniz. Hem de rahmetli anneannemin evlenirken kardeşliği olmuşsunuz. Elbet onların hatırı var. Ben de sizin bir torununuz sayılırım.”

Bu cümleleri duyan Şerife ebeye, bu kış günündeki soğuktan korunmak için ikram edilen sıcak bir odadan daha samimi dostluk sıcaklığıyla üşüyen yüreğinin ısınmış olduğunu hissetti ve sevindi.
Daralan göğü genişledi. Çaresizlikten bu gece donacak bir duruma geldiği halde sanki hayat ona sıcak bir mekan hazırlamış gibi oldu. Rabbine şükür ederek Elif’e teşekkür etti.

Artık o günden sonra Elif’in sırtını dayayabileceği kimsesiz olan bir Şerife ebesi vardı. Şerife ebenin yanında adeta koruma görevlisi gibi duran Hasret ile üç can, bir birlik içinde tek yumruk olmuşlardı. Hasret’in bu kararlı tutumundan dolayı güçlü kuvvetli olduğu için kimse onların olduğu yere yanaşmaya cesaret edemiyordu.

Bağa bahçeye tarlaya çalışmaya gittikleri zaman üçü beraber gidiyorlardı. Şerife ebe tarlada ceviz ağacının gölgesinde otururken; onlara yiyecek hazırlıyordu. Hasret’te her yarım saatte bir tarlanın etrafını kolaçan ederek, gelen giden var mı der gibi kontrol ediyordu. Elif de orada yapılması gereken işleri yapıyor, yorulunca, susayınca, acıkınca Şerife ebenin yanına geliyordu. Onunla üç beş kelime sohbet ediyordu. Bu arada kınalı parmakları ile hasretin başını okşuyor “maşallah aslanıma” diyordu.

Hasret artık Şerife ebeye de iyiden iyiye alışmıştı ve onu da koruyordu ve hatta ona da boynunu uzatıp yılları görmüş kırışmış buruşmuş eğilmiş parmaklarıyla okşamasına izin veriyordu.

Bu üçlü en samimi dostlukla çok güzel bir beraberlik kurmuşlardı. Artık kimsenin yan gözle bakarak onların yanından dahi geçemiyordu. Bazı kötü niyetliler, artık mide bulandırıcı laflar dahi edemiyordu. Şerife ebe mutluluğunu her fırsatta Elif’e teşekkür ederek bildiriyor, Hasret’ten yana bakarak ona da sevecen bir şekilde gülümsüyordu. Bu bakışlardan güzellikler hissetmiş olan Hasret’te onlara bakarak kuyruk sallayıp anladım der gibi sesler çıkarıyordu.

Bir ikindi üzeri komşunun Mustafa koşarak tarlaya geldi. Yokuştan aşağı gelirken “Müjdemi isterim! Müjdemi isterim! diye bar bar bağırıyordu. Bazı şeyleri zor duyduğunu söyleyen Şerife ebe, oturduğu yerden doğruldu ve koşup gelen Mustafa’ya “ne müjdesi” diye sordu. Mustafa onların yanına yaklaşmıştı. Elif’e dönerek;

“Elif abla!Turgut abim yurtdışından geldi! Hem de çok güzel bir araba ile geldi. Sizi bekliyor.”

Adeta Elif’in başı dönüyordu. Çileli günler, zor günler, yalnız günler artık geçmişti. Söz verdiği gibi Turgut’a kavuşmuş oluyordu. Hemen orada ağır eşyaları bırakarak Şerife ebeyi kaldırıp köye doğru hızlı adımlarla gitmeye koyuldular. Hasret, sanki Turgut’un kokusunu almış gibi onları beklemeden bağların bahçelerin içinden kestirme bir yoldan köye doğru koşmaya başladı.

Yarım saat içerisinde, evlerinin önünde arabasını park etmiş olan ve orada komşularla konuşan Turgut’a kavuştular. O akşam Hasret, Şerife ebe, Elif ve Turgut beraberce yemek yediler, konuştular ve gece yarısına doğru Şerife ebe müsaade isteyip kendi evine geçti.

Artık Elif arabanın ön koltuğuna oturuyor, yalnız kaldığı günlerde çekmiş olduğu acıları, çektirilen sıkıntıları acı bir sabırla yendiği için arabanın camından dirseğini çıkarıp gökyüzünü seyrediyordu.

Turgut onu da yurtdışına götürmek için gelmişti. Şerife ebede gitmesini istedi. Hatta “hanım kızım, kadın kısmı erinin yanına yakışır” diye bir de veciz söz söylemişti. Zaten Elif de Turgut ile beraber gitmeye can atıyordu ve onun yanından bir gün dahi ayrılmamaya kesin kararlıydı.

Fakat Elif’in zor günlerinde bekçiliğini yapan Hasret’i ne yapacaktı… Onu birlikte götürmek mümkün değildi. Hasret’ten ayrılmak Elif’e çok ağır geliyordu. Dünyadaki bütün dillerin hiçbir kelimesini kullanmadan aralarında kurmuş oldukları dostluğun bu şekilde bırakılması onu çok üzüyordu. Komşular Hasret’e bakacaklarını söylediler. Çoban Çıplak Ahmet hasreti istedi. Turgut’un çocukluk arkadaşı olan çıplak Ahmet’e hasreti hediye ettiler. Tek ricaları ona iyi bakıp başkalarına boğdurmadan dövdürmeden yaşatmalarıydı.

Ve ayrılık günü gelmişti. Komşularla Şerife ebe onları uğurladılar. Hafta komşu kızı Aynur, bir kova suyu arkalarından döktü. Hasret arabanın arkasından ayrılmıyordu. Turgut, motoru çalıştırıp gaza basınca hareket etti. Hasret de onlarla birlikte koşmaya başladı. Hasretin arabanın yanında koştuğunu gören Elif gözyaşlarını tutamadı. Mendili ile gözyaşlarını silerken bir yandan da “Hasret’im burada garip bir şekilde kalıyor” diye söylendi ve ardından da elden gelen bir şeyi yok deyip fısıldadı. Seni de götürmek isterdim mümkün değil derken adeta gözlerinden sicim gibi yağmur yağıyor.

Köyün yaklaşık iki kilometre dışında olan Aktoprak Tepesine kadar Hasret, onları takip etti. Elif aynadan onu görüyordu. Gittikçe aynadaki görüntü küçüldü küçüldü ve dönemece gelince görünmez oldu.

Elif bir sene boyunca Hasret ile yaşadıkları ortak anılarının hikayelerini anlattı. Ve derken izine geldiler ilk işi Hasret’i sormak oldu. Bir gün çıplak Ahmet’in sürüsüne dadanan canavarlarla Hasret mücadele ederken, çıplak Ahmet’in, canavarları vuracağım derken; kaza ile Hasret’i vurmuş olduğunu, onun da orada hemen öldüğünü öğrendiler. Hasret’in akibeti Elif’i, çok vefalı bir dostunu yitirmiş gibi pek üzmüştü. Artık Elif’in, yürekten hasretini çekeceği bir hasreti kalmamıştı.

Halil GÜLEL
Düsseldorf / 2025
(Rheindeki Dalgalar)

Paylaş
Beğenenler
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 
Hasret iÇinde hasret Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Hasret iÇinde hasret yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
HASRET İÇİNDE HASRET yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Bu şiire henüz yorum yazılmamış.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.