0
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
114
Okunma
İnsan, Bilginin Sınırları ve Epistemolojik Kibir
İnsan, bilgiye ulaşma ve hakikati anlama çabasında daima sınırlarla karşı karşıyadır. Bu sınırlar, varlık felsefesi ve epistemoloji çerçevesinde değerlendirildiğinde insanın yaratılmış bir varlık olması ve sınırlı algı kapasitesi ile doğrudan ilişkilidir. İlahi vahyin ışığında düşünüldüğünde, insanın bilgi alanının ancak kendisine öğretilenle sınırlı olduğu ve bu sınırları aşma girişimlerinin epistemolojik bir kibir olarak değerlendirilebileceği görülmektedir.
Varlık Felsefesi Açısından İnsan ve Bilgi
Varlık felsefesi (ontoloji), varlığın mahiyetini ve insanın bu varlık içindeki konumunu sorgular. Ontolojik olarak insan, yaratılmış bir varlık olduğu için mutlak bilgiye sahip olamaz. Kur’an’da bu durum, meleklerin Hz. Âdem’e bildirilen eşyanın bilgisi karşısında sergilediği tavırla açıklanır:
"Dediler ki: ’Senin bize öğrettiklerinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Şüphesiz ki sen, her şeyi hakkıyla bilensin, hüküm ve hikmet sahibisin.’" (Bakara 2/32)
Bu ayet, yaratılmış varlıkların ancak kendilerine öğretilen kadar bilgiye sahip olabileceğini gösterir. İnsan, bu sınırları aşarak mutlak bilgiye ulaşabileceğini iddia ettiğinde, aslında haddini aşmış ve varlık düzeni içinde kendine biçilen rolü ihlal etmiş olur. Bu noktada, modern bilimsel epistemolojinin de benzer şekilde insan bilgisinin sınırlı ve sürekli gelişen bir yapıya sahip olduğunu vurguladığını görmekteyiz.
Epistemoloji-Bilginin Kaynağı ve Sınırları
Epistemoloji, bilginin kaynağını, doğasını ve sınırlarını inceleyen bir felsefe dalıdır. Geleneksel epistemolojide bilgi, duyular, akıl yürütme ve vahiy olmak üzere üç temel kaynaktan elde edilir. Ancak bu kaynakların her biri kendine has sınırlarla maluldür:
Duyular: İnsan, çevresini beş duyu organıyla algılar. Ancak duyular aldatıcı olabilir ve sınırlıdır. Örneğin, göz sadece belirli dalga boylarını görebilir, kulak belirli frekansları işitebilir. Dolayısıyla duyular mutlak bir bilgi kaynağı olamaz.
Akıl: İnsan aklı, analitik düşünme ve çıkarım yapma yetisine sahiptir. Ancak akıl, yalnızca mevcut bilgi çerçevesinde mantıksal bağlar kurabilir. Mutlak hakikati kavramada yetersizdir.
Vahiy: İslam epistemolojisine göre vahiy, insana doğrudan mutlak hakikati bildiren tek kaynak olarak görülür. Bu noktada, insanın sınırlı akıl ve duyularıyla ulaşamayacağı bilgilerin vahiy aracılığıyla bildirildiği vurgulanır.
Epistemolojide, insanın yalnızca bu kaynaklar çerçevesinde bilgi edinebileceği kabul edilirken, modern bilimde de bilginin deney ve gözlemle sınırlı olduğu dile getirilir. Ancak modern bilimde, gözlemlenemeyen veya ölçülemeyen şeyler genellikle bilgi alanının dışında tutulur. Oysa vahiy, bu sınırların ötesine geçen metafizik hakikatleri de içerir.
Epistemolojik Kibir-Bilginin Mutlaklaştırılması
İnsan, kendisine bildirilenin ötesine geçerek her şeyi bilebileceğini iddia ettiğinde epistemolojik kibir tuzağına düşer. Bu kibir, bilimde, felsefede ve sosyal düşüncede farklı biçimlerde kendini gösterir:
Bilimsel Determinizm: Bilimin her şeyi açıklayabileceği ve nihai hakikatin bilim tarafından ortaya konulabileceği iddiası.
Rasyonalist Aşırılık: Akıl yoluyla her şeyin bilinebileceği inancı.
Pozitivist Reddiye: Gözlemlenemeyen veya ölçülemeyen herhangi bir hakikatin varlığının reddedilmesi.
Bu bakış açıları, insanın bilgiye ulaşma kapasitesini mutlaklaştırarak onu epistemolojik olarak müstağni hale getirir. Oysa bu tutum, insanın yaratılmış bir varlık olarak sınırlı bilgi kapasitesini göz ardı etmek anlamına gelir.
Kur’an, bu durumu şöyle ifade eder:
"Hayır! Şüphesiz insan, kendini müstağni gördüğünde azgınlaşır." (Alak 96/6-7)
Bu ayet, insanın kendi sınırlarını aşma çabasıyla kibirlenerek hakikatten sapabileceğine işaret eder. Modern dünyada bu durum, insanın bilimi mutlaklaştırması ve metafizik hakikatleri göz ardı etmesi şeklinde kendini göstermektedir.
İnsan, ancak kendisine bildirilen kadar bilgiyi bilebilir ve bu sınırları aşmaya kalktığında epistemolojik kibir tuzağına düşebilir. Varlık felsefesi açısından insanın yaratılmış olduğu, dolayısıyla mutlak bilgiyi bilemeyeceği açıktır. Epistemoloji açısından bakıldığında ise insan bilgisinin duyular, akıl ve vahiy ile sınırlı olduğu görülmektedir. Bu bağlamda, mutlak bilgiye ulaşma iddiası, insanın haddini aşarak kendi varlık sınırlarını inkâr etmesi anlamına gelir.
Sonuç olarak, insanın bilgiye yaklaşımı, tevazu ve bilginin sınırlarını kabullenme üzerine inşa edilmelidir. Meleklerin "Senin bize öğrettiklerinden başka hiçbir bilgimiz yoktur" sözü, insan için de bir ders niteliğindedir. İlim, insanı hakikate ulaştıran bir araç olmakla birlikte, insanın kendi haddini bilmesi ve her şeyi bilemeyeceğini kabul etmesi gerektiğini de hatırlatmalıdır.
Erol Kekeç/03.03.2025/Sancaktepe/İST