10
Yorum
17
Beğeni
5,0
Puan
1083
Okunma
Serbest Şiir
Serbest şiir deyince akla ilk gelen hiç şüphesiz büyük ustadır; Nazım Hikmet.
1. Serbest şiir, ölçüsüz ve uyaksız yazılan, belli kurallara bağlı olmayan şiirlerdir.
2. Türk edebiyatında serbest şiire geçiş üç aşamada olmuştur.
Birincisi, ölçülü ve uyaklı “serbest müstezat” biçimi;
İkincisi, ölçüsüz ama uyaklı serbest şiir;
Üçüncüsü, ölçüsüz ve uyaksız serbest şiir.
3. Türk edebiyatında serbest şiir, Cumhuriyetten sonra gelişmiştir.
Serbest şiirde dizelerin uzunluk kısalıkları, uyak, redif, uyak düzeni, nazım birimi gibi nazmın bağlayıcı unsurları önemsenmez. Hatta bu unsurlardan mümkün olduğunca kaçılır. Ama tamamen kafiyesiz ve redifsizdir de diyemeyiz.
Serbest şiirde bu şekil serbestliğinin yanı sıra içerik bakımından da bir serbestlik vardır. Hemen her konuda şiir serbest olarak yazılır. Konu sınırsızdır.
Serbest şiir, ismindeki “serbest” kelimesinin manası gibi “kuralsız” bir şiir değildir. Şiirdeki ses ve ahenk unsurları çok uyumlu bir şekilde sağlanmaktadır.
Serbest şiir Türk edebiyatına Servet-i Fünun döneminde Batı edebiyatından alınarak yeni Türk şiirine uygulanmış bir biçimdir.
Cevdet Kudret serbest şiir konusunda şu bilgiyi verir:
“Özgür (serbest) şiir, ölçeksiz şiirdir. Dizelerdeki hecelerin ne sayıları ne de uzunluk ve kısalıkları belli bir düzene ve belli bir kalıba göre sıralanmaz. O bakımdan, özgür şiirde dizelerin uzunlukları ozanın tutumuna bağlıdır, başka herhangi bir düzene bağlı değildir.
Ozan, eğer isterse uyak kullanabilir, isterse hiç kullanmaz; isterse manzumeyi birtakım bentlere ayırabilir, isterse hiç ayırmaz. Bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere, özgür şiir, hiçbir bağ ile bağlı bulunmayan bir şiir biçimidir.”
Ölçekli ve uyaklı nazımda ölçek ve uyaktan gelme bir dış ahenk; bir de, sözcüklerin birbiriyle birleşmesinden doğan bir iç ahenk vardır. Özgür=serbest şiirde ise ölçek, hatta kimi zaman uyak da bulunmadığı için, dış ahenkten yararlanma olanağı yoktur, nazmın bütün ağırlığı iç ahengin üzerine yüklenir. Bu da, özgür nazımda sözü kullanma işinin çok önemli olduğunu gösterir.
Özgür nazımda ölçek bulunmadığı için, dizelerde durak yoktur; ozan, durak gereksinmesi duyduğu zaman, satırı kırar, aşağıya geçer:
Kuşlara, yapraklara dönmüşüm;
Kuşlara,
Yapraklara. ….. Orhan Veli, Pırpırlı Şiir
Kimi ozanlar, dizelerin başlıklarını -klasik nazımda olduğu gibi- böyle bir hizaya getirir ve dize başlarında büyük harf kullanır; kimi ozanlarsa, kırılan dizeleri, yerine göre merdiven biçiminde yazar; söz dizeden dizeye geçerken cümle bitmemişse, o zaman dize başlarında küçük harf kullanılır; büyük harf nesirde olduğu gibi, yalnız cümle başlarında kullanılır:
Babasının yirmi beşinci kızı
benim üçüncü karım,
gözlerim, dudaklarım
TARANTA - BABU.
Sana bu
mektubu
içine yüreğimden başka bir şey komadan
yolluyorum
Roma’dan.
Bana darılma sakın
şehirlerin şehrinden sana gönderecek
kendi yüreğimden daha akla yakın
bir hediye
bulamadım
diye. ….. Nazım Hikmet, Taranta Babu’ya Mektuplar
Klasik şiirde ölçek, uyak ve belli nazım biçimleri, ozanın söyleyişini sınırlayan bağlardı; düşüncenin ya da anlatılan olayın bu bağlarla uzlaşma olanağı kıttı; sözgelimi, çok kısa söylenmesi gereken bir sözü, kullanılan ölçeğin uzunluğuna uydurmak zorunluğu vardı. Özgür=serbest nazım, ozanı işte bu türlü zorlamalardan; anlatımı, ölçek, uyak ve biçim hatırı için gereksiz sözcüklerle doldurulmadan ya da gerekli sözleri kırpmalardan kurtarmış; düşünce ile nazım biçimi arasında bir denge, bir koşutluk kurulmasını sağlamıştır.
Bir kayığın uzaklaşması, kaybolması yada batması,
Çıkıyor kayık
iniyor kayık
çıkıyor ka…
iniyor ka…
Çık…
in…
çık… ….. Nazım Hikmet, Bahr-i Hazer
Türk şiirinde, biçim açısından bakıldığında, serbest nazım, serbest şiir, özgür koşuk adlarıyla nitelenen ve şiirden ölçü, uyak gibi bağlan atan bu akımın başlatıcısı Nazım Hikrnet‘tir. Ondan önce de bu yolda denemeler yapılmış, özellikle Tevfik Fikret serbest müstezadı alabildiğine geliştirerek şiiri düzyazıya yaklaştırmış, Ahmet Haşim dizeyi kırarak serbest söyleyişe ulaşmak istemiştir, ama böylesi denemeler aruz kalıplarıyla oynayarak gerçekleştirilmiştir.
Başlangıçta Milli Edebiyat akımı etkisinde heceyle şiirler yazan Nazım Hikmet yazdığı şiirlerinde ölçüyü atmakla birlikte uyağı boşlamaz. Daha sonraları yazdığı serbest şiirleri, büyük yankı uyandırmıştır.
1940’lara gelindiğinde, biçim açısından serbest şiirin zaferi tamdır. Heceyi, hemen hemen yalnızca Behçet Kemal Çağlar sürdürmekte; Ahmet Kutsi Tecer, Ülkü dergisi çevresinde halk şiiri geleneğinin yaygınlaşmasına çalışmaktadır. Ahmet Muhip Dıranas, Cahit S. Tarancı, Cahit Külebi gibi değişik çizgilerdeki ozanlar da serbest şiirler yazmaktadırlar. Orhan Veli Kanık, Oktay Rifat, Melih Cevdet Anday’ın başlattığı Garip akımı ise nazım anlayışım kökünden yıkar.
Serbest şiir anlayışı, biçimi boşlamak, önemsememek olarak alınmamalıdır. Boşlanan, önemsenmeyen, şiiri birtakım kalıplara sıkıştırıp özü biçimin buyruğuna sokan kurallardır.
Nazım Hikmet bu konuda şunları söyler: “Şiir kafiyeli de kafiyesiz de, vezinli de vezinsiz de, bol resimli, hiç resimsiz de, bağırarak da fısıldayarak da yazılabilir, yeter ki yazılacak şey olsun ve bu yazılacak şey en uygun şeklini -bazan belirli bir tarihi merhaleye göre en uygun şeklini- en ustaca bulmuş olsun.”
Örnekler
MERAK
İçimde bir merak
Öyle bir merak ki
Ölümümden bir ay sonra
Bir güncük yaşamak
Ve
Dostu düşmanı
Suç üstü yakalamak... ….. Aziz Nesin
ANLATAMIYORUM
Ağlasam sesimi duyar mısınız,
Mısralarımda;
Dokunabilir misiniz,
Gözyaşlarıma, ellerinizle?
Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel
Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu
Bu derde düşmeden önce
Bir yer var biliyorum;
Her şeyi söylemek mümkün;
Epeyce yaklaşmışım duyuyorum
Anlatamıyorum ….. Orhan Veli
DENİZİ ÖZLEYENLER İÇİN
Gemiler geçer rüyalarımda,
Allı pullu gemiler, damların üzerinden;
Ben zavallı,
Ben yıllardır denize hasret,
Bakar ağlarım.
Hatırlarım ilk görüşümü dünyayı,
Bir midye kabuğunun aralığından:
Suların yeşili, göklerin mavisi,
Lapinaların en harelisi…
Hala tuzlu akar kanım
İstiridyenin kestiği yerden.
Neydi o deli gibi gidişimiz,
Bembeyaz köpüklerle, açıklara!
Köpükler ki fena kalpli değil,
Köpükler ki dudaklara benzer;
Köpükler ki insanlarla
Zinaları ayıp değil.
Gemiler geçer rüyalarımda,
Allı pullu gemiler, damların üzerinden;
Ben zavallı,
Ben yıllardır denize hasret. ... Orhan Veli KANIK
-
Toplam 6 bölüme sığdırmaya çalıştığımız incelememizde gördük ki şiirin çeşitli evreleri olmuştur.
Şiirin En önemli aşaması aruz veznine geçişidir.
Öğrendik ki Aruz ölçüsü Arap’lardan İran’lılara, on birinci yüzyıldan itibaren de bize geçmiştir. Rahat kullanılabilmesi için bol miktarda uzun heceye ihtiyacı olan bu ölçü, aslında Türkçe’nin kelime yapısına uygun değildir. Bu yüzden aruzu ilk defa kullanan Karahanlılar Türkçe’nin kelimelerini bozarak kısa heceleri uzun okuma yoluna gitmişlerdir. Zamanla bu da yeterli olmamış; şairler, Arapça ve Farsça kelimeleri sık sık kullanmaya başlamışlardır. Bu durum, Türk dilinin kelime hazinesinin giderek yabancı kelimelerle dolmasına yol açmış, böylece şairlerin güzel kullanışlarından mahrum kalan Türkçe, anlam ve kavram bakımından yoksullaşma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır.
Yüzlerce yıla yayılan bu aruz vezniyle yazma ısrarı, güzel Türkçemizin Arapça ve Farsçanın istilasına uğramasına neden olmuştur. Giderek Arapça ve Farsça karışımı azıcık da Türkçe ilavesiyle değişik bir dil ortaya çıkmış, dönemin elit tabakası bu dili kullanmaya özen göstermiştir. Toplumun belli kesimiyle devlet kurumlarında yaygınlaşan bu tuhaf dille halktan kopuşlar yaşanmıştır.
Edebiyatla ilgilenen, o dönemlerde çok revaçta olan şairler, bu dil çorbasını mümkün olduğunca ileri götürerek, Türkçe yazanları dışlamışlardır. Daha önce de belirttiğimiz gibi şair mahlasları bile ya direkt Farsça ya da onu çağrıştırsın diye sonuna (İ) eki konulmuş Farsça çağrışımlı kelimelerden seçilmiştir. Farabi, Baki, Fuzuli, Nef-i, Hata-i vb. Günümüzde bile -bilerek veya bilmeden- bu geleneği sürdürenler vardır.
Diğer yandan “Türkçe, aldığı bu yabancı kelime ve kavramları Türkçeleştirdiği zaman güçlü bir dil olmuştur” görüşü de vardır. Ancak Türkçe hor görüldüğü, yabancı dillerin istilasına uğrayıp sadeliğini kaybettiği için ben bu görüşe hiç katılmıyorum.
Tarih boyu Halk ozanları Ana dilimiz Türkçemizi korumuşlardır. Serbest şiirin 20. Yüzyılın başından itibaren yaygınlaşması ve Türkçe yazılması dilimiz için can simidi olmuştur.
Sonuç olarak;
İster hece ölçüsüyle, ister serbest olarak şiir yazalım, mutlaka güzel Türkçemizi koruyalım. Kelime seçiminde daha hassas davranalım.
Sağlıklı günler diliyorum.
Saygımla.
Suat Zobu
-SON-
-----------------
ŞİİRLE İLGİLİ YAPTIĞIM ÇALIŞMANIN SON BÖLÜMÜNÜ GÜNE ALAN SEÇKİ KURULUNA SONSUZ TEŞEKKÜRLERİMLE...
-----------------
Aşağıda Büyük Usta Nazım Hikmet’in Karayılan Hikayesi (Antep Destanı) var. Biraz uzun olduğu için buraya aldım.
BUYURUN ŞİİR ŞÖLENİNE:
Karayılan Hikayesi (Antep Destanı)
BİRİNCİ BAP
YIL 1918-1919
Ateşi ve ihaneti gördük
ve yanan gözlerimizle durduk
bu dünyanın üzerinde.
İstanbul 918 Teşrinlerinde,
İzmir 919 Mayısında
ve Manisa, Menemen, Aydın, Akhisar;
Mayıs ortalarından
Haziran ortalarına kadar
yani tütün kırma mevsimi,
yani, arpalar biçilip
buğdaya başlanırken
yuvarlandılar.
Adana,
Antep,
Urfa,
Maraş:
düşmüş dövüşüyordu...
Ateşi ve ihaneti gördük,
Ve kanlı bankerler pazarında
Memleketi Alman’a satanlar,
Yan gelip ölülerin üzerinde yatanlar
düştüler can kaygusuna
ve kurtarmak için başlarını halkın gazabından
karanlığa karışarak basıp gittiler.
Yaralıydı, yorgundu, fakirdi millet,
en azılı düvellerle dövüşüyordu fakat,
dövüşüyordu, köle olmamak için iki kat,
iki kat soyulmamak için.
Ateşi ve ihaneti gördük,
Murat nehri, Canik dağları ve Fırat,
Yeşilırmak, Kızılırmak,
Gültepe, Tilbeşar ovası,
gördü uzun dişli İngiliz’i.
Ve Aksu’yla Köpsu,
Karagöl’le Söğüt gölü
ve gümüş basamaklı türbesinde yatan
büyük, aşık ölü,
şapkası horoz tüylü İtalyan’ı gördü.
Ve Çukurova,
kıyasıya düzlük,
uçurumlar, yamaçlar, dağlar kıyasıya
ve Seyhan ve Ceyhan
ve kara gözlü Yürük kızı,
gördü mavi üniformalı Fransız’ı.
Ve devam ettik ateşi ve ihaneti görmekte.
Eşraf ve ayan ve mütehayyizanın çoğu
ve ağalar:
Bağdasar ağadan
Kellesi Büyük Mehmet Ağaya kadar,
düşmanla birlik oldular.
Ve inekleri, koyunları, keçileri sürüp, götürüp,
gelinlerin ırzına geçip,
çocukları öldürüp
ve istiklali yakıp yıktıkça düşman,
dağa çıktı mavzerini, nacağını, çiftesini kapan
ve çığ gibi çoğaldı çeteler
ve köylülerden paşalar görüldü,
kara donlu köylülerden.
Ve bizim tarafa geçenler oldu
Tunuslu ve Hindli kölelerden.
Ve Türkistanlı Hacı Ahmet,
Kısık gözleri,
seyrek sakalı,
hafif makineli tüfeğiyle
dağlarda bir başına dolaştı.
Ve sabahleyin ve öğle sıcağında ve akşam üstü
Ve ayışığında ve yıldız alacasında geceleyin,
ne zaman sıkışsa bizimkiler,
peyda oluverdi, yerden biter gibi o
ve ateş etti
ve düşmanı dağıttı
ve kayboldu dağlarda yine.
Ateşi ve ihaneti gördük,
Dayandık,
dayandık her yanda,
dayandık İzmir’de Aydın’da,
Adana’da dayandık,
dayandık Urfa’da, Maraş’ta, Antep’te.
Antep’liler silahşor olur,
uçan turnayı gözünden
kaçan tavşanı art ayağından vururlar
ve Arap kısrağının üstünde
taze yeşil selvi gibi ince uzun dururlar.
Antep sıcak,
Antep çetin yerdir.
Antep’liler silahşor olur,
Antep’liler yiğit kişilerdir.
Karayılan
Karayılan olmazdan önce
Antep köylüklerinde ırgattı,
Belki rahatsızdı, belki rahattı,
bunu düşünmeye vakit bırakmıyordular,
yaşıyordu bir tarla sıçanı gibi
ve korkaktı bir tarla sıçanı kadar.
Yiğitlik atla, silahla olur,
Onun atı, silahı, toprağı yoktu.
Boynu yine böyle çöp gibi ince
Ve böyle kocaman kafalıydı
Karayılan
Karayılan olmazdan önce.
Düşman Antep’e girince
Antepliler onu
Korkusunu saklayan
Bir fıstık ağacından
alıp indirdiler.
Altına bir at çekip
eline bir mavzer
verdiler.
Antep çetin yerdir.
Kırmızı kayalarda
Yeşil kertenkeleler.
Sıcak bulutlar dolaşır havada
İleri geri.
Düşman tutmuştu tepeleri,
düşmanın topu vardı.
Antepliler düz ovada
Sıkışmışlardı
Düşman şarapnel döküyordu,
toprağı kökünden söküyordu.
Düşman tutmuştu tepeleri.
Akan: Antep’in kanıydı.
Düz ovada bir gül fidanıydı
Karayılan’ın
Karayılan olmazdan önceki siperi..
Bu fidan öyle küçük,
Korkusu ve kafası öyle büyüktü ki onun,
namluya tek fişek sürmeden
yatıyordu yüzükoyun.
Antep sıcak,
Antep çetin yerdir.
Antep’liler silahşor olur.
Antepliler yiğit kişilerdir.
Fakat düşmanın topu vardı.
Ve ne çare, kader
düz ovayı Antepliler
düşmana bırakacaklardı.
?Karayılan? olmazdan önce
umrunda değildi Karayılan’ın
kıyamete dek düşmana verseler Antep’i
Çünkü onu düşünmeğe alıştırmadılar.
Yaşadı toprakta bir tarla sıçanı gibi,
korkaktı da bir tarla sıçanı kadar.
Siperi bir gül fidanıydı onun,
gül fidanı dibinde yatıyordu ki yüzü koyun
ak bir taşın ardından
kara bir yılan
çıkardı kafasını.
Derisi ışıl ışıl,
gözleri ateşten al,
dili çataldı.
Birden bir kurşun gelip
kafasını aldı.
Hayvan devrildi kaldı.
Karayılan
Karayılan olmazdan önce
kara yılanın encamını görünce
haykırdı avaz avaz
ömrünün ilk düşüncesini:
?İbret al deli gönlüm,
demir sandıkta saklansan bulur seni,
ak taş ardında kara yılanı bulan ölüm.?
Ve bir tarla sıçanı gibi yaşayıp
Bir tarla sıçanı kadar korkak olan,
fırlayıp atlayınca ileri
bir dehşet aldı Anteplileri,
seğirttiler peşince,
Düşmanı tepelerde yediler.
Ve bir tarla sıçanı gibi yaşayıp
Bir tarla sıçanı kadar korkak olana:
KARAYILAN dediler.
?Karayılan der ki: Harbe oturak,
Kilis yollarından kelle getirek,
nerde düşman varsa orda bitirek,
vurun ha yiğitler namus günüdür...?
Ve biz bunu böylece duyduk
ve çetesinin başında yıllarca namı yürüyen
Karayılan’ı
ve Anteplileri
ve Antep’i
aynen duyup işittiğimiz gibi
destanımızın birinci babına koyduk. ….. Nazım Hikmet
-----------------
ŞİİRLE İLGİLİ YAPTIĞIM ÇALIŞMANIN SON BÖLÜMÜNÜ GÜNE ALAN SEÇKİ KURULUNA SONSUZ TEŞEKKÜRLERİMLE...
-----------------
5.0
100% (5)