2
Yorum
4
Beğeni
5,0
Puan
89
Okunma
"Kıracak put arıyorsan, içine bak." Bu söz, basit bir aforizma olmanın ötesinde, insanın kendi varoluşsal labirentinde kayboluşunun ve bu labirentin duvarlarını kendi elleriyle örüşünün acı bir özetidir. Putlar, tapınılan heykeller ya da uzak tanrılar değildir yalnızca; onlar, içimizde büyüttüğümüz hırs, öfke, güç arzusu, otoriteye boyun eğiş ve aidiyet arayışının somutlaşmış halleridir. Modern insan, bu putları kırmak için dışarıya bakarken, asıl savaşın kendi zihninde, ruhunda ve alışkanlıklarında olduğunu görmezden gelir. Peki, bu içsel putlar nasıl oluşur ve neden bu kadar güçlüdür? Cevap, modern dünyanın görünmez zincirlerinde yatıyor.
İnsan, tarihin her döneminde köleleştirilmiştir; ancak modern çağ, bu köleliği öyle ustalıkla gizler ki, zincirler altın kaplamalı bir kolye gibi boynumuza takılır. Sabah alarmıyla uyanırız, trafikle boğuşuruz, bir ofiste ya da fabrikada saatlerimizi satarız ve akşam eve döndüğümüzde özgür olduğumuzu sanırız. Oysa bu döngü, bir fareden farksız kıldığımız hayatlarımızın tekerleğidir. Epiktetos, "İnsanlar olaylardan değil, olaylara dair düşüncelerinden dolayı mutsuz olur," derken belki de bu tekerleğin farkına varmamızı istiyordu. Peki, neden çıkamıyoruz? Çünkü sistem, korkularımızla beslenir: İşsiz kalma korkusu, toplumdan dışlanma korkusu, "başarısız" damgası yeme korkusu.
Bir gencin hikayesine bakalım: Lise biter bitmez üniversiteye koşar, çünkü "diplomasız bir hiçtir." Diplomayı alır, borç batağında bir işe girer, çünkü "kira ödenmelidir." Yıllar geçer, o genç artık 40’ında bir "başarılı"dır; ama ne hayalleri kalmıştır ne de özgürlüğü. Sistem, ona bir put vermiştir: "Başarı." O putu kırmaya cesareti yoktur, çünkü o put, aynı zamanda kimliğidir. İşte modern kölelik budur: Özgürlük yanılsamasıyla süslenmiş bir esaret.
Dışarıdaki sistem, içimizdeki zayıflıklarla iş birliği yapar. Hırs, bize "daha fazlasını iste" der; öfke, "sen haklısın, diğerleri haksız" diye fısıldar; güç arzusu ise "kontrol et, hükmet" diye emreder. Bu putlar, içimizde birbiriyle savaşır ve bizi otoriter bir efendiye dönüştürür – ama bu efendi, kendimize karşıdır. Nietzsche’nin "üstün insan" fikri, belki de bu içsel putları yıkıp özgürleşmeyi anlatır; ama çoğumuz, bu yolda bir köle olarak kalmayı tercih ederiz.
Mesela, bir yönetici düşünün: Ekibine bağırır, çünkü "otorite" onun putudur. Eve döndüğünde eşine susar, çünkü "huzur" başka bir puttur. Oysa her iki durumda da özgür değildir; ya korkusuna ya da öfkesine esirdir. Bu çelişki, modern insanın trajedisidir: Hem efendi hem köle olmak. Sistem, bu içsel putları besler ve bizi kendi hapishanelerimizin gardiyanları haline getirir.
İnsanın en büyük putlarından biri de aidiyettir. Bir gruba, bir ideolojiye, bir markaya ait olmak isteriz; çünkü yalnızlık, varoluşsal bir korkudur. Sartre, Varlık ve Hiçlik’te insanın özgürlüğünün aynı zamanda bir lanet olduğunu söyler: Özgürüz, ama bu özgürlüğü taşıyacak cesaretimiz yok. O yüzden sistemin sunduğu hazır kimliklere sarılırız: Bir futbol taraftarı, bir parti militanı, bir "kariyer insanı." Ama bu aidiyetler, bizi kendimizden uzaklaştırır. Bir gün aynaya baktığımızda, "Ben kimim?" sorusuyla baş başa kalırız – ve cevap yoktur.
Peki, bu putları kırmak mümkün mü? Evet, ama cesaret gerekir. Cesaret, konforu terk etmeyi, alışkanlıkları sorgulamayı ve yalnız kalmayı göze almayı gerektirir. Tarihten bir ders: Diogenes, bir fıçıda yaşayıp krallara kafa tutarken, "Bana gölgenden başka bir şey verme" diyordu. O, putları kırmıştı: zenginlik, statü, aidiyet. Modern bir örnek mi? Bir yazılımcı, Silikon Vadisi’ni terk edip köye yerleşir, çünkü "hayat sadece kod yazmak değil" der. Cesaret, budur. Ancak çoğumuz, bu cesareti gösteremediğimiz için sistemin tekerleğinde dönmeye devam ederiz.
"Kıracak put arıyorsan, içine bak." Bu söz, bir davet: Kendi hırsına, öfkene, korkularına bak. Sistemi eleştirirken, o sistemin seni nasıl şekillendirdiğini gör. Modern kölelikten çıkmak istiyorsan, önce içindeki efendiyi kovmalısın. Ayna burada, önünde duruyor. Şimdi sor: Gördüğün kişi, gerçekten sen misin, yoksa sistemin sana biçtiği bir maske mi? Özgürlük, bu soruyu sormakla başlar; cevap vermekle tamamlanır.
5.0
100% (2)